Analiz

Katar'a yöneltilen İran suçlamaları mesnetsiz

Önceden planlanmış Körfez İşbirliği Konseyi krizinde, Katar'a karşı atılan adımları haklı gösterecek bir bahane olarak kullanılan suçlamalardan biri de Doha ve Tahran arasındaki sözde yakın ilişkiler oldu.

Dr. Ali Hüseyin Bakir  | 22.06.2017 - Güncelleme : 22.06.2017
Katar'a yöneltilen İran suçlamaları mesnetsiz

Istanbul

İSTANBUL - Dr. Ali Hüseyin Bakir

Önceden planlanmış Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) krizinde, diplomatik ilişkilerin kesilmesi, abluka ve siber saldırıların yanı sıra medya ve siyaset ayaklarınca kampanyalar düzenlenmesine ek olarak Katar'a karşı atılan adımları haklı gösterecek bir bahane olarak kullanılan suçlamalardan biri de Doha ve Tahran arasındaki sözde yakın ilişkiler oldu. 

Mevcut kriz yoktan yere çıkarıldı ve bu çatışmayı başlatacak hiçbir malzeme olmadığı için Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in, Katar'ın mevcut emiri ve hükümetiyle yahut Ortadoğu'daki mevcut dinamiklerle aslen hiçbir alakası olmayan iddialarına deliller bulabilmek için altı, on, onbeş ve hatta yirmi sene öncesine gitmeleri gerekti.

Nitekim daha yedi ay önce Kral Selman Doha'ya tarihi bir ziyarette bulunmuştu. Suudi kralı Katarlılar için belki de ilk defa ev sahibinin huzurunda oynamıştı. Bu durum, Doha'yla ilişkilerin olağanüstü seviyede iyi olduğunun işaretiydi. Katarlı yetkililer son zamanlarda Suudi mevkidaşlarıyla üç üst düzey toplantıya katıldılar. Bu toplantılarda bir problemin varlığına işaret eden veya Suudilerin, İran meselesi dahil, şimdi gündeme getirdikleri hususlarla ilgili şikayette bulunacaklarına dair en ufak bir gösterge yoktu. KİK toplantılarında Katar'ın aleyhinde hiçbir şey ortaya atılmadığı gibi Arap Birliği'nde ve kati surette ikili iletişim kanallarında da hiçbir emare görünmüyordu. Bu İran iddiası, Katar'ın aleyhindeki eylemleri haklı çıkarmak için durup dururken nereden ve niçin çıktı?

Ortadoğu'da değişen dinamikler ve Katar-İran ilişkileri

Doha ile Tahran arasındaki ilişki bir zamanlar çok iyiydi. Zirve noktasını ise 2006-2008 dönemi oluşturuyordu. Fakat bu uzun zaman önceydi ve Doha'dan bakılınca, bu durumun kendine has şartları ve sebepleri vardı.

O dönemde 'ılımlı eksen' olarak adlandırılan yapı beceriksizdi, güçlü bir liderlikten ve kararlılıktan yoksundu, özellikle de konu halkın çıkarlarını temsil etmek ve Filistinlilerin işgal ve saldırganlığa karşı kendilerini koruma haklarını destelemek olunca; ki bu ikinci mesele İran tarafından bölgeyi manipüle etmek ve Arap kamuoyunun ezici oranda desteğini arkasına almak için sonuna kadar kullanılmıştır. Zogby araştırma şirketi ve Maryland Üniversitesi tarafından 2008'de yapılan bir anketten, Arap dünyasının o tarihteki en popüler liderlerinin Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad olduğu neticesinin çıkması da şaşılacak bir şey değil.

2009'dan itibaren Ortadoğu'daki dinamikler radikal bir değişim işareti vermeye başladı ve Türkiye bölgenin yükselen yıldızı oldu. Arap kamuoyu desteğini Tahran'dan Ankara'ya doğru kaydırmaya başladı ve bunu Katar da yaptı. Onlara göre Türkiye İran'a ve onun mezhepçi 'direniş eksenine' kıyasla daha iyi bir alternatif olarak görünüyordu. O zamandan bu yana, Katar'ın İran'la ilişkisi, birçok KİK üyesi ülkenin Tahran'la ilişkisinden daha iyi bir seviyede seyretmiş değil. Nitekim Arap devrimleri Katar ve İran'ı bölgede zıt kutuplara savurdu. Bunun sonucunda Doha Türkiye'ye daha da yaklaştı ve zemin artık iki ülke arasında daha derin stratejik ilişkilerin gelişmesi için hazır hale gelmiş oldu.

Nükleer anlaşmada Umman faktörü

KİK'ten bahsederken ilk önce, mesela, Umman'ın İran'la kapsamlı ilişkileri olduğu ve bu ilişkilerin halen devam ettiği gözümüze çarpıyor. 2009 yılında Maskat gizlice aracı rolü oynayarak İran'la ABD arasında gayriresmi bir iletişim kanalı açtı. 2013'te Umman, Tahran ile Washington arasındaki gizli görüşmeleri kolaylaştırarak ve bunlara ev sahipliği yaparak çok mühim bir rol oynadı. Bu görüşmeler nihayetinde iki ülke arasında JCPOA olarak bilinen nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla, sonraki adımda ise İran'a uygulanan yaptırımların kısmen kaldırılmasıyla neticelendi.

Bütün bu büyük dönüm noktalarında, KİK üyesi Umman, Suudi Arabistan'ı bilgilendirmedi. Anlaşma, Tahran'ın nükleer programını fiilen meşrulaştırdı, Tahran'a balistik füze yeteneklerini geliştirme ve test etmeye devam etme izni verdi ve rejime bölgede bir üstünlük sağladı.

Tahran'daki Suudi büyükelçiliği 2016 yılında basıldı ve ateşe verildi. Riyad Tahran'daki büyükelçisini çekme kararı verdiğinde Doha da kendi büyükelçisini çekerek Riyad'ın kararına destek verdi, Maskat ise sözlü bir kınamanın haricinde hiçbir somut önlem almadı.

İran'la diplomatik ilişkilere gelince, Kuveyt Tahran'la Doha'dan çok daha istikrarlı ilişkilere sahip. Örneğin, 2014'te Tahran'a yapılan tarihi bir Kuveyt ziyaretine tanık olduk; Kuveyt emiri İran'ı bizzat ziyaret etti ve dini liderle görüştü. Nitekim, Kuveyt, İran ve KİK'in bütün üyeleri arasında stratejik bir diyalog başlatabilmek için geçen ocak ayında Tahran'la temasa geçti. İran'da yeniden cumhurbaşkanı seçilen Hasan Ruhani de geçen şubat ayında Umman ve Kuveyt'e ziyaretler gerçekleştirmişti.

Tahran'la ticari ilişkilerde BAE açık ara önde

Tahran'la sürdürülen ekonomik ilişkiler bahse konu edilecekse burada da BAE diğerlerini fersah fersah geride bırakıyor. BAE'nin İran'la çok kapsamlı ekonomik ilişkileri var. Ülkenin limanları son yıllarda, yasadışı ticaret dahil, İran'la ticareti arttırma konusunda önemi giderek artan bir rol oynuyor.

BAE, ticaretinin yüzde 23,6'sını oluşturduğu İran'ın ana ticaret ortağı. İran'ın resmi haber ajansı IRNA'ya göre, Dubai ile ticaret tek başına bu Arap ülkesinin İran'la ticaretinin yüzde 90'ını oluşturuyor. İran ile BAE arasındaki ticaret hacmi, İran'a uygulanan yaptırımlar nedeniyle 2013 yılında 15 milyar dolara düşmeden önce 2011 yılında 23 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti, ancak buna rağmen KİK'in İran'a yaptığı ihracatın yüzde 96,7'sini hâlâ BAE yapıyordu.

Çoğunluğu Dubai'de olmak üzere BAE'de ikamet eden neredeyse yarım milyon İranlı var. Bu kişilerin çoğunun İran'da akrabaları var ve bazıları İran rejimiyle ve özellikle Devrim Muhafızları ile aktif ilişkilerini sürdürüyor. Son yirmi yılda Devrim Muhafızları Dubai'yi kendi mali, ticari ve istihbari faaliyetleri, askeri satın alımları ve para aklama faaliyetleri için bir arka kapı gibi kullandı, halen de kullanmakta.

Devrim Muhafızlarının ticari faaliyetleri

2011 yılında Dubai merkezli birkaç şirket, aralarında saldırı helikopterleri ve savaş uçakları da bulunan ABD menşeli askeri teçhizatları yasadışı silah anlaşmaları kapsamında satın almak ve sevk etmek suretiyle ABD Silah İhracatını Kontrol Yasasını (AECA), Uluslararası Acil Ekonomi Güçleri Yasasını (IEEPA) ve İran'la yürütülecek ticari ilişkilerle ilgili düzenlemeleri ihlal etti. Washington'daki Demokrasileri Savunma Vakfı (FDD) Genel Müdürü, Yaptırımlar ve Yasadışı Mali İşleri Takip Merkezinin İcra Direktörü ve Obama ve Bush yönetimlerine İran'a yaptırım siyaseti konusunda danışmanlık yapmış olan Mark Dubowitz 2012 yılında şöyle demişti: "Dubai, yaptırımları uygulamak istememesiyle senelerce ABD yönetimi için çok büyük bir baş ağrısı olmuştur, ama bu durum artık değişmiştir." Gerçekten öyle mi acaba?

Dubai merkezli şirketler, İran hükümeti ve Devrim Muhafızları tarafından, mali zorluklarının üstesinden gelmek ve nükleer programın kritik ihtiyaçlarını gidermek için kullanıldılar ve bu yüzden ABD Hazinesi'nin kara listelerinde sık sık dahil oluyorlar. Halen de o kara listelerdeler.

2014'teki vakalardan birinde, mesela, ABD Hazine Bakanlığı şöyle bir açıklama yapmıştı: "Hizbullah, dünya genelindeki tedarikçilerden gizlice sofistike elektronik aletler ve sair teknolojik aletler alabilmek için Stars Group Holding'in ağını kullanmıştır. Hizbullah'ın Stars Group Holding'i kullanarak satın aldığı ürünler bu grubun, en son Suriye'deki faaliyetlerinde ve İsrail'de gözetim operasyonları gerçekleştirmek için kullanılan insansız hava araçları (İHA) geliştirmek dahi, askeri yeteneklerine doğrudan destek vermiştir".

Stars Group Holding'in ağı Dubai'de bayiler bulunduruyor. Hizbullah tarafından çok çeşitli motorlar, iletişim cihazları, elektronik cihazlar ve navigasyon ekipmanı elde etmek için kullanılan birçok BAE merkezli bayiyle birlikte bu holding de yaptırıma uğradı. Aynı yıl Dış Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) İran ve Suriye'yle ilgili olarak dış yaptırımları ihlal edenler listesi yayınladı. Listede hem Abu Dabi hem de Dubai'den olmak üzere BAE'deki birçok şirket vardı.

BAE'nin İran ve Suriye uçuşları devam ediyor

Emirlik yetkililerinden ara ara duyduğumuz şahince söylemlere rağmen BAE'nin İran rejimine gerçekte ne kadar yardımda bulunduğuna şöyle derinlemesine baktığımızda, Katar'ın Tahran'a haddinden fazla yakın olduğu yönündeki iddiaların tamamen anlamsız ve bir kara propaganda olduğunu değerlendirmek zor olmayacaktır.

Körfez kriziyle ilgili mevcut ilişkiler ağına vakıf bir kaynağım, ABD Dışişleri Bakanlığı'ndaki üst düzey bir yetkilinin, ABD'nin Suudi Arabistan'la gerçekleştirdiği en son temaslarla ilgili olarak şöyle dediğini aktardı: "Arabistan'ın bu konudaki suçlamalarını dinledik ve açıkçası bunlar çok eski suçlamalar ve uzak bir geçmişe dayanıyorlar; gelmiş geçmiş şeyler. Katar ve İran arasındaki ilişkilerin mahiyetinde son yıllarda hiçbir şaşırtıcı değişiklik görmedik. Bu konudaki en güncel suçlamalarına bile baktığımızda bize yeni hiçbir kanıt sunmadılar. Bizim tarafımızdan da iddialara dair hiçbir teyit söz konusu değil."

Ayrıca BAE'nin İran'dan ve İran'a gerçekleştirdiği direkt uçuşlar hâlâ devam ederken Katar'ın havayollarının BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn üzerinden uçmasının engellenmesi de çok manidar. Hem Devrim Muhafızlarıyla bağları olan İran havayolu şirketi Mahan Air hem de Esed'in resmi havayolu şirketi olan Syrian Air hâlâ İran ve Suriye'den BAE'ne direkt uçuşlar gerçekleştiriyor.

Syrian Air, Hizbullah'ın yardımıyla Esed rejiminin Suriye halkına yönelik askeri operasyonuna destek vermek için aralarında silahların da bulunduğu yasadışı kargoları nakletmek konusunda İran (Devrim Muhafızları) adına hareket ettiği için 2013'te yaptırıma uğramıştı. Mahan Air 2011 yılından beri "teröre destek olmak ve Devrim Muhafızlarına mali, maddi ve teknik destek" sağladığı için ABD tarafından defalarda yaptırıma uğradı.

Bundan daha da şaşırtıcı olan, ABD Hazine Bakanlığının Mahan Air'i Suriye'nin Esed'ine, Yemen'in Husilerine ve Lübnan'ın Hizbullah'ına silah ve takviye birlikler taşıyarak uluslararası hukuku ihlal ettiği için yaptırıma uğratmış olması! Bu rejimler/milis güçleri, İran'ın tüm Ortadoğu'daki en güçlü müttefikleri/müşterileri.

Suriye krizinde farklı tavırlar

Dolayısıyla Suudi Arabistan Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak'taki İran'a bağlı bu gruplarla Tahran'ın bölgede yayılmasına engel olabilmek için mücadele ederken BAE İran'ın bu gruplara destek olabilmesini kolaylaştırıyor, ona yardımda bulunuyordu! Netice ise Katar'ın suçlanmasını gerektiren bir fiyasko oldu; Suudi Arabistan'ın Doha'nın bütün bu bölgelerde kendisine destek verdiğini çok iyi bilmesine rağmen!

Meselâ, BAE Suriye'nin Dostları Grubunun ve Like-minded Countries (Fikirdaş Ülkeler) grubunun üyesi olmasına rağmen kapalı kapılar arkasındaki toplantılarda ortaya koyduğu siyasi duruş her zaman için Suudi Arabistan, Türkiye veya Katar'dan ziyade İran'a yakın olmuştur. Katar bu toplantılarda terörist gruplara ve Suriye'deki Devrim Muhafızlarıyla bağlantılı gruplara yüksek sesle itiraz etmiş olmasına rağmen BAE Suriye'deki İran varlığına ve onun oradaki yaklaşık 60 bin kişilik mezhepçi milislerine nadiren odaklanmış, bunun yerine Esed-karşıtı ve İran-karşıtı cenahtaki grupları hedef almıştır. BAE tarafından desteklenen Mısır'ın Abdülfettah es-Sisi'si de benzer bir tavır aldı ve bu yüzden İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar'a karşı koyabilmek için mümkün olan her seferde Mısır'ın (Lozan'daki bakanlar toplantısı gibi) Suriye konusundaki bazı toplantılara katılmasının gereğini vurguladı

Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu eski başkanı Ahmed el-Carba'nın BAE'nin Suriye'deki kilit adamlarından biri olduğu düşünülüyor. Altı aydan kısa bir süre önce BAE'li bir haber merkezi olan Erem News Carba ile bir mülakat yaptı ve Esed'in (İran'ın müttefiki olarak) Suriye'de iktidarda kalmasını kabul edip etmeyeceği sorulduğunda Carba açıkça şöyle dedi: "Bu, ülkenin uğruna yapılacaksa hiçbir problem olmaz."

Carba burada muhtemelen kendi destekçilerinin gizli gündemini dile getiriyor. BAE'nin, sadece birçok Arap ülkesindeki karşı devrimlere destek vermek konusunda değil, Arap diktatörlerine, kitlesel katliam gerçekleştirenlere ve Mısır, Suriye, Yemen, Libya ve Filistin'deki yolsuzluklara batmış rejimlerin fertleri ve ailelerine ev sahipliği yapmak ve onlara destek vermek konularında kötü bir şöhreti var.

Körfez'deki ihtilaftan İran kazançlı çıkacak

Mevcut KİK krizindeki asıl meselenin İran sorunu falan olmadığı gayet ortada. Ancak, Katar'ı İran'a ve İran'ın milislerine haddinden fazla yakın olmakla suçlamak, Arap kamuoyuna ve özellikle de İran rejiminin baskıcı politikaları ve Kudüs Gücü'nün Arap bölgesinde son yıllarda gösterdiği faaliyetlerden dolayı çok kuvvetli İran antipatisi olan Suudi kamuoyuna hoş görünebilmek için dikkatleri dağıtmanın etkili bir yöntemi.

Ancak ellerinde iddialarını destekleyecek hiçbir şey olmadığı için Katar'ın aleyhindeki bu tür sahte iddiaları öne çıkarmanın yegane aracı, geçmişi eşeleyerek oradan hikayeler çıkarmak.

Katar, tıpkı Ortadoğu'daki veya dünyadaki her ülke gibi daha önce hatalar yaptı ve şu anda da bazı hatalar yapıyor olabilir, fakat bu hiçbir şekilde Suudi Arabistan ve BAE'nin doğru yolda olduğunu göstermez! Bu sorunun üstesinden gelmenin en doğru yolu, iş birliğini artırmak, ortak hareket etme duygusunu geliştirmek ve koordinasyonu güçlendirmektir.

Gerçekten de bu ülkeler, Katar'a karşı yürütülen bu kampanyanın merkezinde, İran'a karşı koymanın, teröre verilen desteğin sonlandırılmasının ve istikrara erme çabalarının olduğunu iddia ediyorlar. Fakat bu kriz devam ederse, en iyi ihtimalle çıkacak sonuç İran'ın nüfuzunun artması, terörle mücadele gayretlerinin sekteye uğratılması, radikalliğin yayılması, bütün bölgede Sünni-Sünni çatışmalarının tetiklenmesi ve Ortadoğu'da giderek daha fazla ülke ve grubun doğrudan ve zorla İran'ın kucağına itilmesi olacaktır.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Yazar uluslararası ilişkiler analisti ve siyasi danışmandır]

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.