Dolar
32.34
Euro
35.07
Altın
2,152.78
ETH/USDT
3,282.20
BTC/USDT
63,873.00
BIST 100
8,786.75
Analiz

Soçi'de 'yolun başı' göründü

Soçi'de 22 Kasım 2017 tarihinde Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan toplantı Suriye'nin geleceği açısından önemli bir dönüm noktası.

23.11.2017 - Güncelleme : 23.11.2017
Soçi'de 'yolun başı' göründü

İSTANBUL - Doç. Dr. Serhat Erkmen

Soçi'deki zirve Suriye'deki gelişmelerin sonu değil, yeni bir dönemin başlangıcı olarak okunmalı. Yeni dönem, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün Suriye'de, her biri farklı nedenlerle de olsa, yeniden istikrarı sağlamak için ortak çaba göstermesi zeminine dayanıyor. Açıkçası, Astana'da başlayan ve Soçi'ye ulaşan sürecin asıl yönlendiricisi Rusya. Ancak daha önce Suriye'deki çatışmalara müdahale eden Batı ülkelerinden farklı olarak, Putin bölgesel aktörlerin endişelerini ve Ortadoğu'daki dengeyi daha fazla dikkate alıyor.

Soçi zirvesinin anlamı nedir?

Gerçekçi olalım: Suriye'de Rusya, Türkiye ve İran'ın beklentileri ve tehdit algılamalarında benzerlikler bulunmasına rağmen, birebir örtüşme olduğu söylenemez. Rusya'nın önceliği Şam'da etkinliğini koruyabileceği bir iktidar yapısını ayakta tutmak. Bu iktidarın sadece askeri yöntemlerle ayakta kalabilmesi mümkün değil. Bu nedenle Rusya Şam'daki müttefiki olan Beşşar Esed'i yeni bir siyasi formülle iktidarda tutmayı hedefliyor. Elbette bunu yaparken ABD'nin bölgedeki etkinliğini azaltmak, güvenlik sorunu olarak tanımladığı radikal gruplarla Suriye'de hesaplaşmak ve Şam üzerindeki İran etkisini dengelemek gibi asıl hedefine paralel, fakat onun ötesine geçmeyen tehdit ve fırsat algılamaları da bulunuyor.

İran'ın önceliği ise Suriye'deki etkisi yoluyla Doğu Akdeniz'e erişimini açık tutmak ve olası tüm çatışmaları kendi topraklarından uzakta çözmeye çalışmak. İran için Suriye'de rejimin ayakta kalmasını sağlamak başlı başına bir hedef olmaktan ziyade, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan ve İsrail gibi çatışma alanları çerçevesinde ele alınan bir konuydu. İran için Suriye'de rejimin devamının vazgeçilmezliği tartışılmaz; fakat bunu daha kritik konulardaki stratejik çıkarları için bir araç olarak görüyordu.

Türkiye içinse tehdit algılamaları ve fırsat değerlendirmeleri zamanla değişti. Uzun bir süre Türkiye için Esed yönetiminin varlığı temel tehditti. Türkiye Suriye'deki parçalanmanın ve istikrarsızlığın mevcut yönetimin devamından kaynaklandığını düşünüyordu. Muhtemelen hâlâ Suriye'deki sorunların ana nedeninin Esed yönetiminin uygulamaları olduğu düşüncesi devam ediyor. Fakat özellikle son bir buçuk yıldır, Türkiye için Suriye'den kaynaklanan tehdit algısının merkezine PKK/PYD oturmuş durumda. Örgütün Suriye topraklarında elde ettiği geniş coğrafi alan ve ABD’den aldığı destekle kurduğu silahlı yapı, diğer tüm tehditlerin önüne geçti. Bu nedenle, Türkiye'nin Suriye'deki sürece yaklaşımında da değişim gözlemleniyor.

Dolayısıyla, üç devletin çıkarları ya da endişeleri farklı olsa da, ortak çıkarları onları Suriye'de bir araya getiriyor. Bu ortak çıkar, Suriye'deki çatışmanın sürmesinin diğer devletlere yaratacağı fırsatları engelleyebilmek için sorunu ortaklaşa çözmek. Rusya'nın sahadaki askeri hamlelerini siyasi başarıya çevirme istediği kadar, İran ve Türkiye'nin kendilerini dışlayan her türlü çözümü bozabilme kapasiteleri, asgari müşterekte buluşmalarını sağladı.

Peki bu asgari müşterek nedir? Diplomasinin incelikli dilini ve siyasetin farklı anlamlara çekilebilecek kavramsallaştırmalarını bir yana koyarak Soçi'ye bakarsak şunu görebiliriz: Üç devlet, Suriye'de çatışmanın sürmesini engellemek için, her birinin tüm aşamalarını desteklemediği, fakat asli çıkarlarını koruyabildiği bir siyasi çözümü destekleme konusunda anlaştılar.

Soçi'den sonra hangi adımlar gelecek?

Öncelikle üç ülkenin ortak iradeyle kurgulamış olduğu yeni dönemin tamamen sorunsuz bir gül bahçesi olacağını varsaymak yanlış. Her ne kadar çatışmaların sona erdiği ve artık siyasi çözüm safhasına geçilmesi gerektiği varsayılsa da, potansiyel çatışma sahaları varlığını hâlâ koruyor. Örneğin Rusya ve İran liderlerinin konuşmalarından açıkça El-Nusra konusunu gündeme getirmeye çalıştıkları, yani önünde sonunda İdlib'de bir askeri operasyon bekledikleri açıkça anlaşılıyor. Buna karşılık Türkiye'nin ve kısmen de olsa İran'ın YPG'nin durumundan rahatsız olduğu açık. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasındaki “Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması isteniyorsa ona karşı olan silahlı örgütlerin varlığı engellenmelidir” vurgusu ve “terör örgütü olarak gördüğü grupların siyasi çözümün parçası olmasını kabul etmeyeceği” vurgusu da Türkiye'nin askeri operasyon beklentisini ortaya koyuyor. Tüm bunlara çatışmasızlık bölgelerinden bazılarında çatışmaların devam etmesi ve Suriye ordusunun ele geçirdiği her yeri elinde tutma kapasitesinin bulunmaması da eklenebilir. Özetle, çatışmalar azalmış ve ortak düşman DEAŞ ortadan kalkmış olsa da, savaşın sürme ihtimalinin tamamen sona ermediği söylenebilir.

Buna karşılık, kısa vadede gerçekleşmesi muhtemel en önemli gelişme, siyasi sürecin ilk önemli adımının atılması, yani “Suriye Ulusal Diyalog Kongresi”dir.

Kongre sorunsuz olacak mı?

Kongre kuşkusuz sorunlarla başlayacak; aslında sorunlu başladı bile. Suriye muhalefeti içindeki bazı önemli kanatlar, Esed’li bir geçiş dönemi istemedikleri için ayak diriyordu. Fakat Rusya'nın Suudi Arabistan ile görüşmeleri sonuç vermiş olacak ki Esed ile görüşmeyecekler ayrıldı ve siyasi sürece uyum sağlayabilecek kişilerin önderliğinde yeni bir oluşuma gidildi. Ancak siyasi sürecin önündeki asıl sorun bu değil.

Soçi'de Suriye halkının kaderine Suriyelilerin karar verecek olmasının altı çizildi. Bu zaten olması gereken şey. Ancak Suriye toplumunun tüm bileşenlerinin temsil edileceğinin iddia edildiği bir kongrede, gerçekten tüm bileşenler yer alacak mı? Dahası, bu halkları kimler temsil edeceği, üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir konu. Çoğu hiçbir saha varlığına sahip olmayan ve son 6 yılın önemli bir kısmını Suriye'nin dışında yaşayarak geçiren siyasilerin Kongre'de yer alacağını kestirmek hiç de zor değil. Fakat daha da nemlisi, PYD'nin Suriyeli Kürtlerin temsilcisi olarak Kongre'ye dahil edilmesi Türkiye'nin kabul etmeyeceği bir durum. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinde açıkça görebilmek mümkün. Yani en somut başlangıç adımı, temsil eksikliğinden, yetersizliğinden ya da yanlışlığından doğan nedenlerle yavaş işleyebilir. Fakat şurası bir gerçek ki eğer Soçi, Suriye'de Cenevre sürecinin yerine alternatif bir siyasal model üretme arayışıysa, o zaman bu modelin mimarlarının kendi aralarında uzlaşması şart. En temel konularda birbirlerinden ayrılıyorlarsa zaten süreç yürümez.

Soçi'den çıkacak muhtemel en somut sonuç insani yardımlar konusunda olabilir. Çatışmasızlık bölgelerinin devamı kadar, zor durumda yaşayan Suriyelilere maddi destek sağlanması, belki de yakın geleceğin en işlevsel boyutu olacaktır.

Özetle Soçi, üç devlet ekseninde giden, ancak dolaylı yoldan Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi bölge devletlerinin de dahil olduğu yeni bir sürecin dönüm noktası. Bir anlamda Astana süreciyle hedeflenen çatışmaların durdurulması vizyonunun siyasal düzlemdeki uzantısı. Fakat Suriye'deki sorunların bu uzlaşıyla biteceğini de, tarafların her konuda anlaştığını da, Suriye'de savaşın sonuna gelindiğini de söylemek şu aşamada zor. Görünen en temel olgu, Türkiye-Rusya ve İran'ın Astana'yla başlattıkları çatışmanın azaltılmasına yönelik süreci siyasal aşamaya doğru yönlendirmesi. Fakat siyasi uzlaşmanın çatışmayı azaltmaktan daha kolay olduğu düşünülmemeli. Suriye'nin önünde henüz çok uzun bir yol var. Rusya yeni dönemin en güçlü aktörü, ama ABD'yi yok saymak da yapılabilecek en büyük hata olur.

[Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Serhat Erkmen aynı zamanda 21. yy Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika masasının başkanıdır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın