Analiz

Suriye'de yarından sonrasını öngörebilmek

Suriye iç savaşının bundan sonraki seyrini belirleyecek parametrelerden ilki, ABD’nin, Baas rejiminin sivillere yönelik katliamlarını engellemeye yönelik olarak göstereceği kararlılıkla ilgili.

Dr. Can Kasapoğlu  | 27.04.2017 - Güncelleme : 28.04.2017
Suriye'de yarından sonrasını öngörebilmek

Istanbul

İSTANBUL - Dr. Can Kasapoğlu

ABD Savunma Bakanı Jim Mattis geçtiğimiz günlerde İsrail'e gerçekleştirdiği ziyarette Suriye'deki askeri stratejik gelişmelerle ilgili iki önemli hususa değindi. 

Mattis, Suriye'nin BM Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını açıkça ihlal edecek şekilde hâlâ belli bir düzeyde kimyasal harp kapasitesine sahip olduğunu net bir şekilde ifade etti. Mattis'in değindiği ikinci husus ise, rejimin yeni ABD saldırıları olabileceğine ilişkin tehdit algılamasından ötürü savaş uçaklarını farklı noktalara dağıtmış olduğunun tespit edilmiş olması. Hatta kimi basın kaynakları rejimin bazı askeri unsurlarını, daha iyi korunak sağlayabilmek amacıyla, Lazkiye'deki Rus hava üssüne naklettiğini dahi bildirdi.

Kuşkusuz Savunma Bakanı Mattis'in değerlendirmeleri, Pentagon'un Suriye Arap Hava Kuvvetlerini doktrin, muharebe düzeni ve askeri operasyonlarındaki tüm değişiklikler bağlamında yakından izlemeyi sürdürdüğünü gösteriyor. Ayrıca Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), Han Şeyhun kurbanlarından alınan tıbbi verilerin ve numunelerin aksi inkar edilemez şekilde sarin ve sarin benzeri santral sinir sistemini etkileyen kimyasal ajanlara maruz kalınmış olduğunu gösterdiğini beyan etti.

Bu nedenle Baas rejimi, kitle imha silahları (KİS) kullanarak işlediği bu en son savaş suçundan sonra suçüstü yakalanmış görünüyor. Bu arada rejim güçlerinde, özellikle kuzey Hama kırsalında ve Hama-İdlib ekseninde önemli askeri hareketlilik gözlemlenmekte.

ABD'nin göstereceği kararlılık

Bu noktada, Suriye iç savaşının bundan sonraki seyrini anlamak için muhtemel bir İdlib harekatına işaret edecek belli parametrelere yoğunlaşmamızda yarar var.

Kuşkusuz ilk parametre ABD’nin, Baas rejiminin sivillere yönelik sistematik şiddet eylemlerini ve katliamlarını engellemeye yönelik olarak göstereceği kararlılıkla ilgili. 6 Nisan'da iki Arleigh Burke-sınıfı destroyer, USS Ross (DDG 71) ve USS Porter (DDG 78), Suriye'nin Şayrat Hava Üssü'nü 59 Tomahawk Block IV seyir füzesi ile vurdu. Taarruzun korumalı uçak sığınaklarını, çeşitli radarları, hava savunma sistemleri ile lojistik ve mühimmat ikmal tesislerini hedef aldığı bildirildi.

Amerikan ve Rus kaynaklarının muharebe hasar kıymetlendirmesi raporlarında farklılıklar bulunsa da şurası açık ki taarruzun operasyonel hedefi, hava üssünün tamamen imha edilmesi değildi.

Bazı analistler Şayrat taarruzunun, 1998 senesinde Irak'ın kitle imha silahları kapasitesini azaltmak ve Saddam Hüseyin rejiminin BMGK kararlarına uymamasını cezalandırmak için gerçekleştirilen -Çöl Tilkisi- ‘Operation Desert Fox'la benzeştiğini öne sürdüler. Oysa, Operation Desert Fox icra edilirken donanma platformlarından 325 Tomahawk seyir füzesi (TLAN), ayrıca 90 hava platformlarından atılan konvansiyonel seyir füzesi (CALCM) kullanılmıştı. Harekât dört gün sürmüş ve yaklaşık 100 tesis hedeflenmişti.

Şayrat saldırısıyla verilen mesaj

Açıkçası Şayrat taarruzu, kullanılan mühimmat ve hedefleri itibariyle daha küçük çaplı bir askeri tercihi yansıtmakta. ABD'nin müdahalesi, özü itibariyle, cezalandırma maksatlı bir nokta operasyonuydu ve askeri yeteneklerin sınırlı kullanımıyla güçlü bir siyasi mesaj verme kastı güdüyordu. Daha açık bir ifadeyle, hedef, rejimin kimyasal silah kullanmasına karşı geniş çaplı bir misilleme yapmak ya da kitle imha silahları üretme kapasitesini ciddi biçimde akamete uğratmak değildi.

Tam da bu noktada, Washington'ın, rejimin sistematik bir şekilde varil bombaları kullanımını ve meskûn mahallere yönelik bombardımanları da kırmızı çizgilerinin içinde değerlendirip değerlendirmeyeceğini kestirebilmek çok büyük önem taşıyor.

Ayrıca rejimin, Suriye Arap Hava Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri İstihbaratı veya Dördüncü Zırhlı Tümen gibi esas askeri unsurları tarafından yapılacak akıldışı başka bir ‘kimyasal hamle’, mevcut gerilimin daha da artmasına neden olabilir.

Rusya'nın operasyonlarında kısmi artış

Savaşın seyrine etki edebilecek ikinci unsur, Rus askeri varlığında ve harekâtlarında operasyonel tempo ve yoğunluk bağlamındaki muhtemel değişiklikler olacaktır. Zira bu hususlar, siyasi söylemlerin aksine, ABD'nin Tomahawk taarruzunu müteakip Moskova'nın çatışmanın yeni dinamiklerine yaklaşımının ne olduğunu gösterecek ‘gerçek’ indikatörlerdir. Şimdiye kadar, İdlib ve Hama'daki Rus hava operasyonlarında bir miktar artış gözlemlendiği söylenebilir.

İdlib'deki bir sonraki adımı isabetle tahmin edebilmek için, Suriye'deki ABD ve Rus askeri hamlelerinin yanı sıra, Baas rejiminin operasyonel gidişatını da iyi tahlil etmek gerekiyor.

Son dönemde rejim güçleri Hama-İdlib ekseninde taarruz harekatları icra ediyor. Muhtelif kaynaklar kuzey Hama kırsalında yoğun bombardıman olduğunu, ayrıca en son kimyasal saldırıların yaşandığı İdlib'in güneyindeki Han Şeyhun'a da hava saldırıları gerçekleştirildiğini gösteriyor. Askeri–jeostratejik açıdan rejim, M5 karayolu boyunca anahtar nitelikteki yerleşimlere odaklanıyor. Acımasızca bir saldırıya maruz kalan Han Şeyhun, bu kilit noktalardan birisi.

Hama üssü rejim için kritik önemde

Han Şeyhun da dahil olmak üzere bu tip saldırılar, Baas güçlerinin iç savaş boyunca hareket tarzları hakkında da önemli ipuçları veriyor.

Örneğin, Rusya'nın Suriye'ye müdahil olmasından hemen önce, rejimin ülke genelindeki kontrolü yüzde 17'ye kadar düşmüştü. Bununla birlikte, söz konusu yüzde 17'lik kontrole M5 karayolu boyunca uzanan Halep-Hama-Humus-Şam eksenindeki bağlantı noktaları ile M4 ve M1 karayolları boyunca uzanan Şam-Lazkiye-Tartus ekseni dâhildi.

Diğer bir anlatımla, rejimin başlıca jeopolitik hedefi, önemli yönetim ve popülasyon merkezlerini kontrol etmek, ayrıca Akdeniz'e açılan penceresini de açık tutmaktı.

Dahası, rejimin kontrolündeki Hama Hava Üssü mevcut harekatların yapıldığı bölgenin (Hama – İdlib ekseni) çok yakınında, bu da rejime, daha yüksek sorti oranları yakalamak ve yakın hava desteği misyonları icra etmek için çok büyük avantajlar sunuyor. Yani, Baas güçleri bu hava üssünü operasyonel durumda tutmayı başarabildiği sürece muhalif gruplar hem taarruz hem de savunma durumlarında büyük güçlüklerle karşılaşacaktır.

Komuta, savaç suçlarından sorumlu generalde

Mart ayının son günlerinden beri rejim -savaş suçları işleme konusunda kötü şöhrete sahip olan elit bir askeri birimi- Kaplan Kuvvetlerini, Hama ve İdlib'in arasındaki operasyon bölgesine konuşlandırıyor. Daha da önemlisi, açık kaynaklardan elde edilen emareler, Kaplan Kuvvetlerinin komutanı General Süheyl el-Hassan'ın, cephede karşılaşılan sorunların ‘hızla’ aşılması için kuzey Hama kırsalına gönderildiğine işaret ediyor.

Suriye Baas savaş makinesinin en önemli askeri figürlerinden biri olan Süheyl el-Hassan'ın yükselişinin, Hama Askeri Hava Üssü'ne tayiniyle birlikte 2011'e dayandığı da not edilmeli.

Hassan, Hama’da rejimin sivil ayrımı gözetmeyen bombardımanlarını başlatmış, ayrıca Suriye Hava Kuvvetleri İstihbaratı gözaltı merkezini de yönetmiştir. Bahse konu merkezin, sistematik insan hakları ihlallerinin yaşandığı başlıca tesislerden birisi olduğu bildiriliyor.

Dikkate değer diğer bir mesele de, General Süheyl el-Hassan'ın, Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü ve BM'nin, rejimin kimyasal silah kullandığına dair edindiği bulgularla ilgili olarak ABD Hazine Bakanlığı tarafından yaptırım listesine alınmış olması. Hassan'ın özellikle suçlandığı mesele, kimyasal varil bombası saldırıları.

Kısacası, Suriye'nin, sicilinde kimyasal saldırılar ve varil bombaları bulunan önemli generallerinden biri, Han Şeyhun saldırısı gerçekleştiği sırada muhtemelen İdlib-Hama ekseninde görevinin başındaydı.

İdlib'e askeri harekat kontolden çıkabilir

Rejimin, M5 karayolu boyunca uzanan çok önemli geçit noktalarında kimyasal harp vasıtaları ve varil bombalarının desteğindeki elit askeri birlikleri sayesinde kuzey Hama kırsalında kaydettiği ilerleme, İdlib'e yönelik gerçekleştirilme ihtimali giderek artan bir taarruza da işaret ediyor.

Yine de Esed kuvvetleri bunu yaparken iki büyük güçlükle karşı karşıya kalacaktır. Birincisi, İdlib'in birçok aktörün çıkarlarının bulunduğu Suriye iç savaşının en karmaşık cephelerinden biri olması. Bu durum, kolaylıkla askeri harekatın kontrolden çıkmasına yol açabilir.

İkinci olarak, Baas savaş makinasının, güvenilir personel bulma konusunda yararlanabileceği geniş bir havuzu yok. Rejim, 2011 ve 2012 yıllarında piyade güçlerinin yaklaşık yarısı üstündeki hâkimiyetini kaybetti. Ayrıca, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri'nin etkin operasyonel birlikleri mezhep esasına göre teşkil edildiği için rejimin yapabileceği tek şey, destek konusunda milis unsurlarına bel bağlarken az sayıda güvenilir birlik arasından tercihler yapmak. Bu nedenle ağırlık merkezinin İdlib'e kayması, diğer cephelerde ciddi düzeyde güçlükler çıkacağı anlamına da geliyor.

Yaşanacakların insani faturası

Sonuncu, fakat bir o kadar önemli nokta, rejimin gerçekleştireceği kötü planlanmış ve yanlış icra edilen bir İdlib operasyonunun en büyük zararı Türkiye'ye verecek olması. 

Nitekim Baas güçlerinin şimdiye kadarki askeri uygulamaları ayrım gözetmeden yapılan bombardımanların, sivil halkın kitlesel bir şekilde yerinden edilmesinin, sistematik varil bombası saldırılarının ve kontrol edilemeyen milislerin, doğal olarak, insani felaketlere kapı açtığını gösteriyor.

Bu nedenle rejimin bütün gücüyle İdlib'e ilerlemesi kesinlikle Türkiye'ye çok büyük bir göç akınını tetikleyecektir. Özetle, İdlib'in çok yakın bir gelecekte Suriye'deki olayların merkez üssü haline gelmesi muhtemel.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Dr. Can Kasapoğlu. Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Savunma Analisti]






Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.