Dolar
32.33
Euro
34.88
Altın
2,214.04
ETH/USDT
3,574.10
BTC/USDT
70,431.00
BIST 100
9,057.96
Analiz

Trump döneminde ABD-Avrupa savunma ilişkileri

Başkan Trump’ın, Savunma Bakanı Mattis ve ekibine ABD nükleer yeteneklerine ilişkin yeni bir gözden geçirme dokümanı hazırlama görevi vermiş olması, Washington’un Avrupa’daki savunma garantilerinin geleceği bağlamında belirleyici olacak.

20.03.2017 - Güncelleme : 20.03.2017
Trump döneminde ABD-Avrupa savunma ilişkileri

İSTANBUL - Dr. Can Kasapoğlu

NATO'nun, üye ülkelerin savunma ekonomisi yönetimlerine ilişkin stratejik çerçevesi, müttefiklerin savunma harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılalarına oranının yüzde 2 olmasını, savunma harcamalarının en az yüzde 20’sinin askeri ekipmana ayrılmasını esas alıyor.

Bununla beraber NATO’nun yüzde 2 ve yüzde 20 kriterlerinin, daha doğrusu savunma alanında yük paylaşımı -burden-sharing- hususlarının salt matematiksel parametrelere indirgenmesinin, çok isabetli olmayabileceğini öne süren görüşler de bulunmakta.

Başkan Trump’ın, Savunma Bakanı Mattis ve ekibine ABD nükleer yeteneklerine ilişkin yeni bir gözden geçirme dokümanı hazırlama görevi vermiş olması, Washington’un Avrupa’daki savunma garantilerinin geleceği bağlamında belirleyici olacak.

Washington ile NATO’nun Avrupalı müttefikleri arasında görüş farklılıklarının artması halinde, bu durumdan en çok ittifakın doğu kanadı ve özellikle Baltık ülkeleri etkilenecektir.

NATO Genel Sekteri Jens Stoltenberg, 13 Mart 2017 tarihinde ittifakın stratejik konularına ilişkin yıllık raporunu yayımladı. 120 sayfalık raporda NATO'nun kritik yetenekleri, tehdit ortamı ve partner ülkelerle ilişkiler gibi kritik konulara değinilmekle birlikte, savunma ekonomisine ilişkin konuların önemli bir yer tuttuğu görülmekte.

Genel Sekreter Stoltenberg, raporun önsözünde mayıs sonunda gerçekleştirilecek NATO Zirvesinin gündemine ilişkin ipuçları da veriyor. Genel Sekretere göre tehlikeli bir dünyada, ittifakın önemi büyük. Bu nedenle Brüksel Zirvesinde adaptasyon çabaları önemli bir yer tutacak. Rapor, Rusya ile ilişkiler bağlamında ise dikkat çekici biçimde savunma ve caydırıcılık yetenekleri kadar, diyalog kanallarının açık tutulmasına olan gereksinimi de vurgulamakta. Öte yandan, ittifakın 2014 Galler ve 2016 Varşova zirvelerinin sonucunda Baltık ülkelerine -Estonya, Letonya ve Litvanya- ve Polonya'ya yaptığı askeri yığınak konusunda kararlı bir dil kullanılmış olması da bir bakıma dengeleyici bir unsur.

Savunma harcamaları hedeflerin gerisinde

İttifakın, üye ülkelerin savunma ekonomisi yönetimlerine ilişkin stratejik çerçevesi, müttefiklerin savunma harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılalarına (GSYH) oranının yüzde 2 olmasını, savunma harcamalarının en az yüzde 20’sinin askeri ekipmana ayrılmasını esas alıyor.

Bu noktadan hareketle, birçok üye ülkenin 2024 yılı itibarıyla savunma harcamalarını NATO'nun kritik yüzde 2 hedefine çıkarmayı taahhüt ettiğini belirten rapor, 2015 yılına kıyasla Avrupalı üyeler ve Kanada'nın savunma harcamalarını yaklaşık 10 milyar dolar yükselterek, 2016 yılında yüzde 3.8 arttırdığını kaydetmiştir. Ayrıca, ittifakın 18 üyesinin savunma harcamaları içinde askeri ekipmana ayırdıkları bölümde iyileşme göstermesi ve 10 üye ülkenin yüzde 20 hedefine ulaşmış olmasının memnuniyetle karşılandığı da belirtiliyor. Bununla birlikte, 28 üyeli ittifakta, 2016 yılında, hem yüzde 2 hem de yüzde 20 hedefini aynı anda karşılayan sadece üç üye ülkenin bulunması da önemli bir eksiklik olarak not edilmiştir.

Genel Sekreterin yıllık raporunun, NATO'nun Kuzey Amerika ve Avrupa'da yaklaşık 1 milyar kişinin savunulmasından sorumlu olduğunun anımsatmasından hemen sonra, ABD'nin gayrisafi yurtiçi hasılasının tüm ittifak üyelerinin gayrisafi yurtiçi hasılaları toplamının yüzde 46'sını oluşturduğu, bununla birlikte, Washington'un NATO'nun toplam savunma harcamalarının yüzde 68'ini gerçekleştirdiğini belirtmesi de kritiktir. Zira rapor, bahse konu ifadenin devamında, ABD'nin bir küresel güç olmasından dolayı savunma ekonomisinin diğer müttefikler ile kıyaslanamayacağını, bununla birlikte, ittifak üyelerinin daha iyi bir denge bulmak üzere anlaştıklarını vurgulamaktadır.

Başkan Trump döneminde Avrupa ile savunma ilişkileri

Konu savunma ekonomileri olunca, elbette ABD Savunma Bakanı James Mattis'in NATO Savunma Bakanları toplantısında Avrupalı müttefiklere askeri harcamalarını arttırmaları yönündeki keskin mesajları ve Münih Güvenlik Konferansı'nda AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'in verdiği olumsuz tepki akıllara geliyor. Dolayısıyla son NATO raporuna bu perspektiften bakmakta yarar var.

NATO savunma harcamalarına matematiksel bir ölçüt ile bakıldığında, gerçekten de, 2009 - 2016 döneminde ABD’nin savunma harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılasına oranının yüzde 5,29 (2009) ile yüzde 3,59 (2015) arasında seyrettiğini, Avrupa ortalamasının ise (2009) yüzde 1,70 ile yüzde 1,45 (2015) olmak üzere çok daha düşük bir düzeyde kaldığı görülmekte. Benzer biçimde, kişi başına düşen savunma harcamaları bağlamında da NATO’nun Avrupa kanadı 2009 - 2016 verilerine göre 503 dolar (2009) - 450 dolar (2014) bandında kalırken, ABD 2.513 dolar (2009) - 1.845 dolar (2015) aralığında değişkenlik göstermiştir. Daha açık bir anlatımla, Washington gerçekten de savunma harcamalarına Avrupalı müttefiklerine kıyasla daha çok ağırlık vermektedir. Nitekim, NATO istatistiklerine göre, 2016 yılında ABD savunma harcamaları 679.453 milyar dolar iken, ittifakın Avrupalı üyelerinin toplam savunma harcamaları ancak 238,844 milyar dolar düzeyinde kalmıştır.

NATO kriterleri ve savunma profillerinin analizi

Öte yandan, NATO’nun yüzde 2 ve yüzde 20 kriterlerinin, daha doğrusu savunma alanında yük paylaşımı -burden-sharing- hususlarının salt matematiksel parametrelere indirgenmesinin, çok isabetli olmayabileceğini öne süren görüşler de bulunmakta. Buna göre, bir ittifak üyesi devlet yüzde 2 kriterini her yıl karşılamış olsa dahi, ittifaka olan net güvenlik ve savunma katkısını belirtilen kritere indirgemek ne ölçüde mümkündür? Ayrıca, savunma planlamasında doğru kararlar almayan üyelerin savunma harcamaları büyük bir fark oluşturmayacaktır. Belirtilenlere ek olarak, ‘yük paylaşımı’ hususunda katı matematiksel kriterlerin takip edilmesine karşı çıkan görüşler, yüzde 20 kriterinin de her durumda ayırt edici olmayabileceğini belirtmekte, bir yıl içerisinde yapılacak önemli bir savunma alımının manipülatif sonuçlar doğurarak yanıltıcı olabileceğini değerlendirmektedirler.

Ayrıca, örneğin 37 milyar doların üzerinde savunma harcaması olan Almanya'nın savunma bütçesi GSYH oranının 2016 yılında yüzde 1.2, savunma bütçesinde askeri ekipmana ayırdığı payın da yüzde 12.21 olduğu düşünüldüğünde, Almanya'nın yüzde 2 ve yüzde 20 kriterlerini aynı anda karşıladığı bir durum Avrupa'da ciddi bir silahlanma trendini de beraberinde getirecek, başka bir jeopolitik durum oluşturacaktır. Peki böyle bir değişimi NATO'nun tüm Avrupalı müttefiklerinin ve hatta Alman kamuoyunun istediği söylenebilir mi?

Spektrumun diğer ucunda da Baltık ülkeleri bulunuyor. Söz konusu ülkeler, mütevazı ekonomilerinin büyük bölümünü askeri harcamalar için ayırsa bile demografik ve coğrafi nedenlerden ötürü milli savunmalarını ittifakın desteği olmadan yapabilmeleri mümkün değil. Daha açık bir ifadeyle, yüzde 20 kriteri daha gerçekçi görünmekle birlikte, ne yüzde 2 ne de yüzde 20 hedefleri sihirli bir değnek değil, daha çok indikatör niteliğinde diyebiliriz.

Öte yandan, yukarıda belirtildiği üzere, yüzde 20 kriterinin, bir ülkenin savunma planlamasında askeri modernizasyona verilen önemi göstermesi bakımından daha objektif bir kriter olduğunu söylemek mümkün. Nitekim, NATO çerçevesinde Türkiye örneğine bakıldığında da, Ankara’nın savunma harcamalarında ekipmana verdiği ağırlığın 2009-2016 yılları arasında yüzde 20 düzeyinin altına hiç inmemiş olması da önemli bir gösterge. Zira Türkiye, hem zorlu bir coğrafyada bulunması hem de sınırlarının ötesinde de terörle ve hibrit tehditlerle geniş çaplı mücadele etmesi dolayısıyla savunma yeteneklerine öncelik veren bir NATO üyesi.

Nükleer caydırıcılık mekanizması

ABD-Avrupa güvenlik ilişkilerinde yaşanabilecek değişimlere ilişkin bazı analizler, Washington’un mevcut tavrının devam etmesi durumunda, kimi Avrupalı devletlerin kendi aralarında daha kapsamlı savunma işbirliğine gidebileceğini öngörmektedir. Bu kapsamda, Almanya ve Fransa arasında C-130’lara dayalı bir stratejik bir hava-nakliye filosu oluşturulması –ve Hollanda’nın da söz konusu filoya envanterinde bulunan A-330’lar ile destek vermesi– gibi konvansiyonel nitelikli müşterek askeri projeler olduğu gibi; son olarak seslendirilen Fransız nükleer yetenekleri etrafında şekillenecek bir Avrupa nükleer caydırıcı kapasitesi perspektifi de dikkat çekicidir.

Henüz spekülatif bir zihin egzersizi olan AB’nin –Birleşik Krallık’ın ayrılmasıyla Fransa’ya dayanacak– kendi nükleer caydırıcılık mekanizmalarını kurması fikri büyük olasılıkla gerçekleşmesi mümkün görünmeyen bir retorik olarak kalacaktır. Zira, müşterek komuta-kontrol zorlukları, Paris’in kendi nükleer yeteneklerini üst bir mekanizmaya devretmeye yanaşmayacak olması, savunma ekonomileri üzerinde oluşacak yeni sorunlar ve Avrupa’da güçlü nükleer-karşıtı siyasal hareketler aşılması güç engeller teşkil etmektedir. Bununla birlikte, özellikle Polonya kaynaklı olarak, böyle iddiaların zihin egzersizi düzeyinde dahi olsa gündeme gelebilmiş olması da önemlidir.

Elbette, 2017 yılı başında Başkan Trump’ın, Savunma Bakanı Mattis ve ekibine ABD nükleer yeteneklerine ilişkin yeni bir gözden geçirme dokümanı –Nuclear Posture Review (NPR)– hazırlama görevi vermiş olması, Washington’un Avrupa’daki savunma garantilerinin geleceği bağlamında belirleyici olacak. ABD’nin mevcut NPR raporu 2010 yılında, Obama döneminde hazırlanmıştır. Trump yönetiminin bu konudaki tavrının ve özellikle Avrupa’daki Amerikan nükleer varlığına ilişkin değerlendirmelerinin net olarak anlaşılabilmesi için, Mattis’in liderliğinde nasıl bir NPR dokümanı hazırlanacağını beklemek isabetli olacak.

Baltık ülkeleri ve NATO’nun doğu kanadında durum

Elbette, Başkan Trump döneminde ve James Mattis’in savunma portföyü yönetiminde ABD-Avrupa ilişkilerinde yaşanabilecek askeri – siyasi dalgalanmalardan her AB ya da NATO üyesi ülke aynı şekilde etkilenmeyecektir.

Örneğin, Fransa ve Birleşik Krallık’ın kendi nükleer caydırıcılık yeteneklerine sahip olması kritik bir avantajdır. Ankara, tüm zorluklara rağmen gelişen bir savunma endüstrisine sahiptir. Ayrıca Türkiye, DEAŞ karşısında kara unsurları da konuşlandırarak, kendi imkanlarıyla sınır ötesinde müşterek harekât yürütmüş ve terör örgütüne karşı el-Bab’da önemli bir başarı sağlayarak askeri yeteneklerini göstermiştir. İtalya, birçok Batılı ülke gibi, konvansiyonel bir askeri tehditten çok terörizmle mücadele ile AB deniz gücü EUNAVOR’un insan kaçakçılığına karşı mücadele çabalarına odaklanmış durumdadır. Bu listeyi uzatmamız mümkün, ancak en nihayetinde, Belçikalı ya da İspanyol bir yetkilinin aldığı istihbarat brifinglerindeki tehdit sıralamasının Polonyalı ya da Estonyalı yetkililerden çok farklı olmasının şaşırtıcı olmayacağını vurgulamamız gerekir.

Daha açık bir ifadeyle, Washington ile NATO’nun Avrupalı müttefikleri arasında görüş farklılıklarının artması halinde, bu durumdan en çok ittifakın doğu kanadı ve özellikle Baltık ülkeleri etkilenecektir. Bu nedenle, Başkan Trump’ın katılacağı ilk NATO zirvesi, Brüksel 2017, en büyük heyecanı da bu ülkelerde uyandıracaktır.

[Dr. Can Kasapoğlu. Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Savunma Analisti]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın