Analiz

Yeni bir Kore savaşı senaryosu ne kadar gerçekçi

Suriye'ye yönelik füze saldırısı sonrası Trump yönetiminin bir başka stratejik hedefi de açığa çıkmış oldu. Washington yönetimi Nükleer Silahların Yayılmasını Yasaklayan Anlaşma’nın güvenirliğini güvence altına almak istiyor.

26.04.2017 - Güncelleme : 26.04.2017
Yeni bir Kore savaşı senaryosu ne kadar gerçekçi

İSTANBUL - NURŞİN ATEŞOĞLU GÜNEY

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in on gün süren resmi Doğu Asya gezisisi sırasında beklenen oldu ve Asya-Pasifik bölgesinde tansiyon birden yükseldi. Gerginliğin nedeni Pyongyang’ın, Kuzey Kore kurucu lideri Kim İl Sung’un 100’inci yaş günü kutlamalarında bir kez daha füze denemesi yapacağını ima etmesiydi.

ABD’nin bu tehlikeli doğum günü kutlamasına ilk tepkisi bölgeye acilen bir Amerikan uçak gemisi sevk etmek oldu. Tedbirlerin yeterliliği ya da uçak gemisinin ne yapıp yapamadığı gazete sayfalarında yazılırken, aslında ABD’nin mesajının kime olduğu ve bu mesajın ivedilikle hedefe ulaştırılmasının neden gerektiği üzerinde daha az duruldu.

Kore Yarımadası’nda sular iki Kore’yi birleştirmeye yönelik politikalar çöktüğünden beri hep sıcak. Sıcaklık Kuzey Kore rejimi için önemli günlerde yapılan balistik füze denemeleri ya da tehditvari açıklamalarla kaynama noktasına geliyor. Son zamanlarda da hararet yükselince, Washington yönetimi bölgedeki dost ve müttefik ülkeler nezdinde vermiş olduğu Amerikan güvenlik teminatının hala geçerli olduğunu acilen kanıtlamak zorunda kaldı.

"Suriye sana söylüyorum, Kuzey Kore sen anla!”

Kimilerine göre bu aciliyetin ortaya çıkmasının bir nedeni de Trump’ın son dönem politikaları. Trump yönetimi, Suriye rejiminin halkına yönelik kimyasal silah kullanmasını asla kabul etmeyeceğini Şam rejimine 59 Tomahawk füze saldırısıyla bildirirken aslında bir taşla birden fazla kuş vurmak istiyordu. Nitekim Washington’un mesajı o kadar netti ki sadece Şam, Tahran ve Moskova’dan değil Kuzey Kore’den de duyuldu.

Trump yönetimi Suriye’de son gerçekleştirdiği füze saldırısıyla özellikle Kitle İmha Silahları (KİS) ile bunları hedefe gönderecek araçları/füzeleri hukuksuz bir biçimde edinen ülkelere ciddi bir uyarıda bulunuyordu. Bu uyarıya göre artık ABD bundan sonra KİS veya balistik füze edinmeye hevesli hiçbir ülkeye izin vermeyeceğini açıklıyordu aslında. Bu mesaj sadece caydırıcılık (deterrence) açısından değil her ittifak ilişkisi için son derece önemli olan teminat (assurance) açısından da çok önemli çünkü ABD’nin dünya güvenliğinde oynayacağı rolün ne olduğu tartışmasının hayalkırıklığına neden olduğu Obama döneminden yeni çıkıldı ve Trump’ın getirisinin ne olacağıyla ilgili belirsizlik de sürüyor.

İşte bu ortamda bu son askeri hamlesiyle ABD, Asya-Pasifik bölgesindeki dost ve müteffikleri dahil tüm dünyadaki dost ve müttefiklerine Amerikan savunma garantisinin KİS ağırlıklı tehditler söz konusu olduğunda hala geçerli olduğu mesajını iletmiş oldu. Bu mesajın hem Pyongyang’dan hem Seul’den okunduğuna şüphe yok.

ABD'nin güvenlik teminatları

Suriye rejimine yönelik füze saldırısı sonrası, Trump yönetiminin bir başka stratejik hedefi de açığa çıkmış oldu. Washington yönetimi Nükleer Silahların Yayılmasını Yasaklayan Anlaşma’nın (NPT) güvenirliğini güvence altına almak istiyor. Bu nedenle, Trump yönetimi NPT’nin güvenirliğini sarsacak hamleleri önleme kararlılığında bu yüzden de Kuzey Kore’nin yeni balistik füze ve nükleer deneme yapma olasılığını oldukça ciddiye aldı.

Bu noktada ABD’nin verdiği teminatın ve Amerikan caydırıcılığının geçmişte Asya-Pasifik coğrafyasında çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldığını söylemeliyiz. Örneğin Kuzey Kore 2010 tarihinde nükleer kapasitesiyle değil konvansiyonel yöntemleri kullanarak Güney Kore’ye yönelik sınırlı saldırılarda bulundu. Bu tür sınırlı, kimi zaman irrasyonel görünen saldırı manivelasını elinde tutmak Pyongyang’ın uzun süredir sürdürdüğü bir pazarlık taktiği. Nükleer, konvansiyonel sınır çatışmasından füze saldırısına pek çok tehlikeye hedef olan ve iç politikasında istikrarsız bir dönem yaşayan Seul’e güvenlik teminatı vermek de kolay bir iş değil. Washington yönetimi bu nedenle işi ciddi bir düzeyde ele alarak, Seul yönetimine ilave bir askeri caydırıcı tedbir sunmaya ve Güney Kore’ye bir füze savunma sistemi yerleştirmeye karar verdi.

Mike Pence’in 15-25 Nisan tarihli Doğu Asya ziyareti tam da bu kararların ışığında gerçekleşti. ABD bölgede ortaya çıkan risk ve tehditler karşısında ABD’nin geleneksel müttefik ve dost ülkeleriyle ortak bir işbirliği zemini oluşturmak istediğini dost(lar)a düşman(lar)a duyurdu. Amerika bu duyurusunun ciddiye alınmasını böylece başının fazla ağrımamasını arzu ediyor.

Son günlerde yazılı ve görsel medyada gördüğümüz heyecanlı ve savaş beklentisinin altını çizen yorumların sebebi analizimizin başında belirtiğimiz ivedi tedbirlerin yanında bu ciddiyet. Washington ciddi olduğunu göstermek için sadece kaşlarını çatıp, Ortadoğu üzerinden mesaj vermedi; aynı zamanda mevcut Amerikan güvenlik ve savunma teminatının güvenirliğini artıracak ek tedbirler için, örneğin bahsetmiş olduğumuz Güney Kore hava savunma sistemi için düğmeye bastı.

Trump yönetiminin öncelikler listesi

ABD’nin caydırıcılığının gücü ve yapabileceklerinin büyüklüğüne rağmen Asya-Pasifik bölgesi dikensiz bir gül bahçesi değil. Öncellikle ABD Başkan Yardımcısının bölgede ziyaret ettiği ülkelerin karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarının farklılık arz ettiği biliniyor. Tüm müttefik ve dostları üstelik Çin’i de çok provoke etmeden memnun etmek mümkün mü, mümkünse bile bu işin maliyeti ne olacak, bu maliyetten Amerikan halkı memnun olacak mı gibi sorular cevap bekliyor.

Bu nedenle de Trump bir öncelikler listesi belirlemiş görünüyor. Listede ilk 3 sırada yer alan görevler şöyle: (i) Kuzey Kore tehdidi bertaraf edilmeli (Güney Kore için ek riskler yaratmadan ve mümkünse en ucuz yoldan). (ii) Çin’in Doğu Çin Denizi’ndeki yayılmacı politikaları önlenmeli (Çin’i provoke etmeden ve müttefikleri yani başta Tokyo ve Seul’u küstürmeden). (iii) terörizm ile mücadele (mümkünse bu ajandaya destek ve para verecek dostların sayısını artırarak). Bu öncelliklerin her biri kendi dinamiğine sahip, her biri ayrı maliyetler yaratıyor ve her birinin Washington-Pekin/Washington-Pekin-Moskova ilişkisini etkileme gücü farklılık gösteriyor. Biz bundan sonraki kısımda son günlerin moda tabiri, “Yeni Kore Savaşı” beklentisinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini soracağız.

II. Kore harbine doğru mu?

Bilindiği gibi, bu ay içinde Amerikan uçak gemisi USS Carl Vinson’un rotasının Kuzey Kore’ye yönlendirilip yönlendirilmediği konusunda kısa bir süre için uluslararası basında bir tartışma yaşandı. Amerikalı yetkililer, uçak gemisinin ait olduğu filonun aslında Kuzey Kore’ye değil de Avustralya donamasıyla ortak tatbikat yapmak üzere Hint Okyanusu’na gönderildiğini açıkladıktan sonra konu aydınlığa kavuşmuş oldu.

Gerçekte, söz konusu filonun Asya-Pasifik bölgesinde tam olarak nereye gittiği o kadar da önemli bir husus değil. Esas önemli olan Washington’un elinde var olan farklı enstrümanlarla -ki ABD’nin Pasifik filosu da bunlardan biridir- müttefiklerine ve onları tehdit eden ülkelere karşı bölgedeki varlığıyla Amerikan güvenlik teminatının geçerli olduğu mesajını verebilmesidir. Amerikan askeri varlığı bölgede oldukça, Washington caydırıcılık ve güvenlik teminatı konularında kararlı oldukça bazen rotalar değişir, bazen Amerikan F16’ları sorunlu adalar üzerinde uçarlar, bazen planlanan tatbikatlarda ortaya konan savaş oyunları çok gerçekmiş gibi görünür.

Kontrollü gerilim stratejisi

Mevcut caydırıcılık ve teminat politikalarının ötesinde ABD’nin bölgede sürdüregeldiği bir stratejisi daha var. Aslında USS Carl Vinson’un rota değişikliğinin Washington tarafından bu şekilde duyurulmasının nedeni de bu strateji. Washington bir süredir Kuzey Kore’ye karşı kontrollü gerilim stratejisi benimsemiş görünüyor. Bu şu demek: ABD Kore Yarımadası’ndaki askeri gerilimi zaman zaman bilinçli olarak tırmandırmakta ancak bu tırmandırmanın asla kontrolden çıkmasına izin vermemekte.

Washington Kore krizi çerçevesinde zaman zaman gerilimi tırmandırarak Çin ve Kuzey Kore’ye istekleri, güçleri ve üstlenebilecekleri maliyet konusunda gerçekçi bir değerlendirme yapma fırsatı sunuyor. Kontrollü bir tırmandırma elbette söz konusu çünkü ABD devreye kimi zaman diplomasiyi kimi zaman da bazı askeri tedbirleri sokarak bugüne kadar bölgede büyük bir konvansiyonel savaşın çıkmasını önlediğini/önleyebileceğini biliyor. Bu noktada caydırıcılık konusunda çalışanlar kaşlarını kaldırmış olmalı çünkü konunun bazı uzmanları Kore Yarımadası’nda bundan sonra olabilecekler için bir garanti vermenin zor olduğunu söylüyorlar. Bu endişe maalesef, Kore’de yeni bir savaş söylemini körüklüyor.

Nükleer savaş maliyetli ancak düşünülmez değil

Neden böyle bir endişe, Kore’de yeni bir savaş beklentisi var sorusuyla başlayalım. Öncelikle Asya-Pasifik bölgesindeki dört devletin (ABD, Çin, Rusya Federasyonu, Kuzey Kore) nükleer silahlı, bir ülkenin de (Japonya) nükleer silahlı devlet eşiğinde ülke statüsünde olduğunu belirtelim. Kısaca nükleer savaş riski uzak, maliyetli ama düşünülmez bir risk değil. Aslında, bölge ülkelerinin bazıları bu durumun farkında oldukları için uzun bir süredir nükleer bir çatışmaya neden olacak davranışlardan kaçınıyorlar. Bu nedenle, Kuzey Kore’nin hukuk dışı davranışlarına askeri yanıt vermiyorlar. Bu sınırlılığın farkında olan başkentlerin başında Washington DC geliyor.

Nitekim ABD 2003 yılında Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini devirmek için girerken kullandığı Irak’ın kitle imha silahına sahip olduğu iddiasını 2002 senesinde NPT’yi terk etmiş ve nükleer silah geliştirdiği bilinen Kuzey Kore’ye karşı kullanamamıştı. Oğul Bush, Kuzey Kore’yi Şer Ekseni’nin içerisine eklemekle yetinmiş, bölgede sebep olabileceği askeri komplikasyonlar nedeniyle Kore’ye askeri olarak müdahale etmemişti. Bir nevi “Bağdat Sana Söylüyorum, Pyongyang Sen Anla” durumu söz konusuydu. Ancak nükleer güç dengesinin doğasına güvenen Kuzey Kore’nin çok anlayışlı bir dinleyici olduğu söylenemez ki 2010 saldırısı gerçekleşti.

Güvenlik garantisi konvansiyonel çatışmaları önlemiyor

Amerika’nın Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında Asya-Pasifik bölgesinde müttefik ve dost ülkelere sağlamış olduğu yaygınlaştırılmış caydırıcılık özellikle nükleer alanda işlediğinden 5 nükleer güç arasındaki askeri güç dengesi bölgede nükleer planlamalar düzeyinde bir istikrar sağlıyor.

Ancak, Amerika’nın nükleer güvenlik garantisi bir süredir konvansiyonel seviyedeki çatışmaları engelleyemiyor. Bu yöndeki ilk konvansiyonel çatışma 2010 senesinde bir Kuzey Kore denizaltısından ateşlenen torpido ile Güney Kore’nin Chenon adlı korvet tipi savaş gemisinin batırılması sonucunda gerçekleşti. Pyongyang’ın bu saldırısı sonucu 46 Güney Kore denizcisi hayatını kaybetti.

Anılan tarihten sonra Güney Kore ile Kuzey Kore arasında zaman zaman baş gösteren konvansiyonel boyuttaki çatışmalardan mağdur olan Seul hükümetinin de ısrarları sonucunda Amerikan yaygınlaştırılmış caydırıcılığının Güney Kore’deki ayağında ilave nükleer olmayan askeri tedbirlere başvuruldu. Bu tedbirler de ciddi olmakla beraber Kuzey Kore rejiminin saldırgan söylem ve kimi başarılı kimi başarısız eylemlerini engelleyemedi. İşte bu tabloyu izleyen bölge ve güvenlik uzmanları şu endişeyi dile getiriyorlar: Evet, bölgede nükleer caydırıcılık nükleer savaşın maliyeti yüzünden işleyecek, yani Kore’de nükleer bir savaş çıkmayacak ama konvansiyonel bir çatışma Kore Yarımadasında konvansiyonel bir harbe yol açabilir.

"İrrasyonel devletin intiharı"

Daha karanlık ve olasılığı çok çok düşük bir beklenti daha var ki konvansiyonel değil nükleer silah kullanımını içeriyor. İrrasyonel devletin intiharı diye özetleyebileceğimiz bu beklenti bahsettiğimiz gibi olabilirliği çok kuşkulu bir beklenti. Bu beklenti üzerinden popüler okuma yapanların sayısı fazla olduğundan Trump yönetimi Kuzey Kore’ye ön alıcı bir konvansiyonel saldırı başlatabileceğini ifade ettiğinde Pyongyang hükûmeti de buna karşılık olarak Washington’a nükleer karşılık vereceğini söyledi ve uluslararası camiada panik havası esti, ama bu panik bölgedeki askeri gerçeklikleri yansıtmamakta.

Bu tür ifadeler liderler tarafından zaman zaman tedbirli bir tırmandırma stratejisinin parçası olarak uluslararası ve ulusal kamuoylarını etkilemek için kullanılmakta. Çünkü 2010 tarihli Kuzey-Güney Kore konvansiyonel çatışması sonrası Seul’e yerleştirilmiş olan Amerikan askeri varlığı Pyongyang’ın intihar etme girişimi dışında Güney Kore’ye asla bir nükleer saldırıda bulanmayacağının garantisini sağlamakta.

Ama kitle imha silahı edinmeyi tercih eden özellikle kapalı rejimlerin davranışlarını inceleyen kimi uzmanlar Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-Un gibi ülke liderlerinin son kertede kaybedecek bir şeyleri kalmadığını anlamaları üzerine bu silahları kullanmaya -ve dolayısıyla düşmanına karşı bir intihar saldırısında bulunmaya- teşebbüs edeceklerini söylüyorlar. Henüz tarihselliğin testinden geçmeyen bir varsayım. Bu nedenle Kore Yarımadası'nda nükleer değil konvansiyonel nitelikli bir çatışmanın en azından “rasyonel” davranışlarıyla ünlü nükleer üç devlet (ABD, Rusya ve Çin) tarafından daima kontrol altında tutulacağı söylenebilir. Kore’de işler çığırından çıkmasın diye elden ne geliyorsa yapılacaktır fakat diyelim ki işler çığırından çıktı ve Nükleer 3, nükleer silahları konusunda rasyonel bir davranış modelini takip ettiler, Kuzey Kore’nin Kore Yarımada’sında ara bölgede konuşlandırdığı büyük sayıdaki topçu birlikleriyle Güney Kore’ye ve hatta Japonya ile Seul’daki Amerikan askeri varlığına büyük zarar vereceği bir senaryo gerçek olabilir.

Pyongyang verilen mesajı niye almadı?

Öyleyse Asya-Pasifik’te öncelik listesi Numara 1’i gerçekleştirme yolunda Washington DC’nin düşüneceği çok şey var.

Washington DC’de özelde de Pentagon’da pek çok kişi uzun bir süredir Asya Pasifik’teki dengeler ve caydırıcılığın işlemesinin önemi (çünkü nükleer ve konvansiyonel caydırıcılık işledikçe maliyet, gereksiz risklere girip üstelik kapalı bir rejimken para harcayıp duran Pyongyang’a binecek) üzerine kafa yoruyor. Washington bu planlamalara paralel, bir süredir Kuzey Kore’yi zorlayıcı diplomasi ile yola getirmeye çalışıyor. Kuzey Kore’yi sopayla uyarırken bölgedeki müttefiklerini de sakinleştirmek zorunluluğuyla, ki işler kontrolden çıkmasın. Bu amaçla bölgedeki dostlarına verdiği yaygınlaştırılmış caydırıcılığı güçlendirecek ek askeri tedbirleri devreye sokmuş durumda.

Bu çerçevede öncelikler arasında Güney Kore için hava savunma sistemi var. Washington’un zorlayıcı diplomasinin bir parçası olarak Çin’i de diplomatik olarak zorlamak suretiyle Pekin’i Kuzey Kore üzerindeki etkisini kullanmaya ikna etmeye çalışıyor. Ancak, gerek günümüzdeki mevcut Çin-ABD ilişkileri gerekse de Çin-Kuzey Kore ilişkilerinin karmaşık dinamikleri yüzünden Washington’un Çin’i Pyongyang’ı dizginlemek konusunda ikna etmede ne kadar başarılı olacağını şimdiden kestirmek oldukça zor.

Kuzey Kore tehdidinin boyutları

Trump’ın Suriye’ye yönelik füze saldırısı önceden tahmin edilmesi oldukça zor ve güvenilir Amerikan caydırıcılığının (unpredictable deterrence) Trump döneminin kilit konusu olacağını gösterdi. ABD caydırıcılığının bu yeni biçiminin dünyada KİS edinme heveslisi olan ülkelerin bundan sonraki davranışlarını etkilemesi ve değiştirmesi beklenebilir. Ancak bir başka gerçek de şu; Kuzey Kore 2006 senesinden itibaren nükleer silahlı bir güç. Nükleer silahlı bir gücü caydırma ve zorlama hesapları, nükleer silaha sahip olmayan rejimlerle karşılaştırıldığında (dün Bağdat bugün Şam) çok daha karmaşık olmak durumunda.

Bu nedenle de Kuzey Kore Suriye ile kıyaslandığında Asya-Pasifik güvenliğine yarattığı risk açısında çok daha ciddiye alınması gereken bir faktör. Kuzey Kore ABD’nin kendisine yönelik saldırısına karşılık verdiğinde ABD’yi varoluşsal açıdan tehdit edemeyecektir ama her zaman elinde var olan asimetrik askeri imkanlarla yakın çevresindeki ülkelere (Güney Kore ve Japonya’ya) önemli ölçüde zarar verebilir. Japonya’da Abe Hükümeti’nin korkulanı dillendirerek, Pyongyang’dan kimyasal silah saldırısı beklediklerini açıklaması tesadüf değil.

Başlıkta sorduğumuz soruya dönelim, Pyongyang Irak ve Suriye üzerinden kendisine verilen mesajı niye almadı? Kapalı rejimlerin, üstelik bu rejimin Çin’e ekonomik varlığı açısından neredeyse bağımlı olduğunu ve gücünü istikrarsızlığın ihracı üzerinden sağladığını hatırlayalım, algı ve davranışlarını, özellikle de konvansiyonel ve nükleer stratejiler söz konusuysa tahmin etmenin belli zorlukları var. Buna rağmen Pyongyang’ın dün Bağdat bugün Şam’a karşı ABD saldırılarında verilmek istenen mesajı duyduğundan emin olabiliriz. Duyduğu mesajdan çıkaracağı dersi belirlerken yeni dönemde irrasyonelite kartını oynamaktan hoşlanan Kuzey Kore’nin karşısında, Asya Pasifikte işlerin zor olduğunu bilen, tahmin edilmezlik kartını kullanmayı şimdilik başaran ve politik kimliğinin ciddiyetini -Eisenhower’dı, Reagan’dı, güçlü başkanlarla kurulan benzerlikler üzerinden inşa etmeye çalışan Trump ekibi var.

[Prof. Dr. Nurşin A. Güney Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı ve BİLGESAM Başkan Yardımcısıdır] 

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.