Gazze'de soykırımla yargılanan İsrail, kabaran savaş suçlarını Lübnan'a da taşıyor

Selman Aksünger
07.10.2024
Hollanda

"Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması ve şimdi Lübnanlıların da bir bireyin bir yerin yakınında olma ihtimaline dayanarak çok sayıda Filistinli sivilin öldürülmesine izin vermesi, savaş yasalarının ne kadar ırkçı hale geldiğini göstermeye gidiyor"

İsrail'in, 7 Ekim 2023'ten bu yana, 1 yıl boyunca Gazze Şeridi'nde devam eden soykırımı, savaş suçları ve yıkıcı saldırıları uluslararası mahkemeler tarafından soruşturulurken, İsrail'in kabaran savaş suçlarını Lübnan'a taşıması, bölgesel bir krize dönüşme tehlikesi gösteriyor.

Anadolu Ajansının (AA) "İsrail'in Gazze'deki Soykırımının 1. Yılı" başlıklı dosyasının son haberinde, İsrail'in geçen bir yıldaki soykırımı, işkenceleri, sivillere, sağlık sistemine ve altyapıya yönelik saldırıları, insani yardımın engellenmesi ve zorla yerinden etmenin yanı sıra onlarca yıl süren abluka ve işgal uygulamalarının uluslararası mahkemelerdeki süreçleri değerlendirildi.

Uluslararası hukuk uzmanı Dr. Ata Hindi ve Nicola Perugini, konuya ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında sivil alanları ve sivil altyapıyı hedef almasıyla beraber, yaklaşık 17 bini çocuk, 11 binden fazlası kadın olmak üzere 42 bine yakın Filistinli hayatını kaybetti, yaralı sayısı yüz bine yaklaştı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilen Gazze'deki saldırıların yanı sıra İsrail'in işgal ettiği diğer Filistin topraklarında ve son olarak Lübnan'da da işlediği savaş suçları artarak devam ediyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK), BM Genel Kurulu'na ve İnsan Hakları Konseyi'ne sunulan raporlarda, özellikle sivil yerleşim alanlarının bombalanması, İsrail'in Filistinlilere karşı sistematik saldırılarının bir parçası olarak ele alınıyor.

Bu saldırılar sonucunda soykırımın yanı sıra çok sayıda savaş suçu ve insanlığa karşı suçun da işlendiği ifade ediliyor.

İsrail'in Gazze'de El-Ehli Baptist ve Şifa Hastanesi gibi kritik sağlık merkezlerini defalarca hedef alması, sivilleri doğrudan hedef almanın ve savaş suçlarının açık bir örneği olarak gösteriliyor.

Gazze'deki altyapıyı yerle bir eden saldırılar, bölgede yaşamı sürdürülemez kılarken; su, elektrik ve temel yaşam kaynaklarının hedef alınması, sivillerin yaşam hakkını doğrudan tehdit ediyor.

Bu eylemler, uluslararası hukuk uzmanları tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kurucu Anlaşması olan Roma Statüsü'nün 8. Maddesinin 2 (b) (1) fıkrasındaki savaş suçu kapsamında değerlendiriliyor.

İnsani yardımın engellenmesi ve zorla yerinden etme

İsrail'in Gazze'ye insani yardım girişini sınırlaması veya tamamen engellemesi, bölgede ciddi insani krizi daha da derinleştiriyor.

Gıda, ilaç ve temel ihtiyaç maddelerinin bölgeye ulaşmasının engellenmesi, uluslararası insancıl hukuka aykırı olarak değerlendiriliyor ve Roma Statüsü'nün 8. Maddesinin 2 (b) (5) fıkrasındaki savaş suçunu teşkil ettiği görülüyor.

İsrail'in soykırımın başlarında Gazze'nin kuzeyindeki sivilleri güneye göçe zorlamasıyla başlayan "zorla yerinden etme suçu" daha sonra yüz binlerce sivili defalarca güvenli ilan ettiği bölgelerde bombalanmasıyla devam ediyor.

Güney Afrikalı avukatlar, Uluslararası Adalet Divanında (UAD) İsrail aleyhine açtıkları soykırımı davasının dilekçesinde, bazı ailelerin en az 9 defa yerlerinden edildiğini ve bunun soykırım sözleşmesinin ihlali anlamına geldiğini belirtiyor.

Uzmanlar, bunun aynı zamanda Roma Statüsü'nün 8. Maddesinin 2 (d) (8) fıkrasındaki savaş suçu kapsamında ele alıyor.

İsrail'in Gazze'deki okul, hastane, cami, kilise, çadır ve mülteci kamplarını askeri hedef olarak tanımlayıp orantısız şekilde saldırarak yerle bir etmesi zarar veren saldırılar, Roma Statüsü'nün 8. Maddesinin 2 (d) (3) fıkrasındaki savaş suçlarını teşkil ettiği kabul ediliyor.

Gazze'deki insani krizin kaynağı "abluka"

İsrail'in Gazze Şeridi'ne uyguladığı abluka, uluslararası hukuk uzmanları ve insan hakları örgütleri tarafından "toplu cezalandırma" olarak nitelendiriliyor.

Gazze'de 2007 yılından bu yana süren abluka, son çatışmalarla birlikte daha da şiddetlenerek İsrail’in savaş suçları dosyasını kabartmaya devam ediyor.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, ablukanın Gazze halkının temel insan haklarını ihlal ettiğini ve uluslararası insancıl hukuka aykırı olduğunu vurguluyor. Komiserlik, ablukanın kaldırılması ve insani yardımların engelsiz şekilde bölgeye ulaştırılması çağrısında bulunuyor.

Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) yetkilileri, Gazze'deki durumu "dayanılmaz" olarak nitelendiriyor. ICRC, ablukanın sivilleri orantısız şekilde etkilediğini ve bu durumun savaş hukuku ihlali olduğunu kaydediyor.

Öte yandan insan hakları örgütleri, ablukanın Gazze halkını toplu olarak cezalandırdığını ve bu uygulamanın 1949 Cenevre Sözleşmeleri'ne aykırı olduğunu vurguluyor.

Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Lübnan'a yayılan saldırılar

Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki binlerce Filistinli sivili hapishanelerde keyfi olarak alıkoyan İsrail'in, buradakilere yönelik şiddet, işkence, cinsel saldırı, hakaret, eziyet, aç ve uykusuz bırakılma, tıbbi ihmal gibi muamelelere maruz bırakması Roma Statüsü'nün 8. Maddesinin 2 (b) bendinin 2, 3 ve 4 fıkrasındaki savaş suçlarını oluşturduğu kaydediliyor.

Uluslararası hukukçular, Lübnan'da Hizbullah mensuplarının çağrı cihazlarının patlatılması ve Lübnanlı yetkililerin bulunduğu sivil yaşam alanlarının bombalanarak hedef alınmasıyla birlikte İsrail'in siviller ile savaşanlar arasında ayrım yapılmasını gerektiren uluslararası insancıl hukukun "ayırt etme" prensibine aykırı davrandığını savunuyor.

Soykırım davası

Güney Afrika'nın, İsrail aleyhine açtığı soykırım davasında UAD şimdiye kadar 26 Ocak, 28 Mart ve 24 Mayıs'ta 3 kez ihtiyati tedbire hükmederek, İsrail'in Refah'ta saldırılarını durdurmasını, insani yardımların Gazze'ye ulaşmasını engellememesini emretti.

Divan, İsrail'in yargılamaya ilişkin "ilk itirazları" ile alakalı Güney Afrika'yı 28 Ekim 2024, İsrail'i 28 Temmuz 2025 tarihine kadar yazılı beyanlarını sunmaya davet etti.

Ekim ayının 28'inde Divan'a dilekçesini sunacak Güney Afrika, Mahkemenin yargı yetkisinin olduğunu ve İsrail'in, Gazze'de soykırım sözleşmesi kapsamındaki ihlallerini ele alabileceğini savunuyor.

İsrail tarafı ise 28 Temmuz 2025'e kadar sunacağı yazılı dilekçesinde, Divanın yargı yetkisine, Güney Afrika'nın davaya taraf ehliyetine itiraz ederek ve davanın kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını savunuyor.

İlk itirazlara ilişkin yazılı aşamanın ardından, Divanın sözlü duruşmaların tarih belirlemesi ve duruşmalardan sonra ilk itirazlara ilişkin nihai kararını vermesi bekleniyor.

UAD, ilk itirazlar aşamasının ardından, davanın esasına geçilip geçilmeyeceğine karar verecek ve bu karara göre önce yazılı dilekçeler sonra tekrar sözlü duruşma aşamalarına geçilecek.

Davanın esasına ilişkin beyanların da tamamlanmasıyla birlikte Divan, Gazze'de soykırım işlenip işlenmediğine ilişkin kesin ve nihai olan kararını verecek.

Tüm bu sürecin 4-5 yılı bulması öngörülüyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesindeki soruşturma

UCM'nin 2015 yılında başlayan ve 6 yıl süren ön inceleme sürecinin ardından 3 Mart 2021'de resmen başlattığı Filistin soruşturmasında ciddi ilerleme olmazken, 7 Ekim 2023'teki saldırılardan sonra atılan en önemli adım Başsavcı Kerim Han'ın 20 Mayıs 2024'te İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant için yaptığı tutuklama emri çıkarma talebi oldu.

Şu anda tutuklama emirlerinin çıkarılması için gerekli şartların sağlanıp sağlanmadığına karar vermesi gereken UCM Ön İnceleme Dairesi; Netanyahu, Gallant ve Hamas liderleri hakkında 20 Mayıs'ta gelen "tutuklama" talebini 4 aydan uzun süredir karara bağlamadı.

Uzmanlar: "Cezasızlık ve çifte standart sorunu devam ediyor"

ABD Tulane Üniversitesinden Dr. Öğretim Görevlisi Ata Hindi, İsrail'in cezasızlığının ve uluslararası toplumun çifte standartlarının, bölgedeki krizin derinleşmesinde önemli rol oynadığını belirtiyor.

Hindi, "Bence tartışılabilecek pek çok siyasi ve diğer husus var ama en önemlisi, BM Filistin Hakları Özel Raportörü Francesca Albenese'nin ve diğer pek çok kişinin de ifade ettiği gibi sorunun cezasızlık olduğudur." değerlendirmesinde bulundu.

Hindi, İsrail'in saldırılarının savaş hukukunu ciddi şekilde ihlal ettiğini vurgulayarak, "Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması ve şimdi Lübnanlıların da bir bireyin bir yerin yakınında olma ihtimaline dayanarak çok sayıda Filistinli sivilin öldürülmesine izin vermesi, savaş yasalarının birçok yönden, özellikle de bu bağlamda ne kadar ırkçı hale geldiğini göstermeye gidiyor." ifadesini kullandı.

Uluslararası hukuktaki ikiyüzlülüğe dikkati çeken Hindi, konuşmasına şöyle devam etti:

"Bence uluslararası hukukun, özellikle de adalet ve hesap verebilirlik konularının işleyişinde kesinlikle ikiyüzlülük ve çifte standart olduğu aşikar. Devletlerin kendileri açısından, özellikle ABD ve Birleşik Krallık'ın Filistin'deki durum karşısında nasıl hareket ettiklerini görüyoruz ve daha sonra bunun, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanının yanı sıra FIFA'yı da içeren adil hesap verebilirlik mekanizmalarını içeren uluslararası kuruluşlara nasıl yansıdığını görüyoruz."

Soykırım yanlısı ve karşıtı cepheler oluştu

Edinburgh Üniversitesinden Dr. Öğretim Görevlisi Nicola Perugini ise İsrail'in saldırılarının boyutlarına dikkati çekerek, "Yaşananlar, boyutları göz önüne alındığında Filistin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir olaydır. Yaşananlar tam olarak Filistinlilerin bir grup olarak, bir halk olarak hedef alınmasıdır." dedi.

Perugini, İsrail'in eylemlerinin uluslararası hukuk açısından soykırım ve apartheid suçları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ve bu suçların cezasız kalmaması için uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.

Perugini, uluslararası toplumun Filistinlilere yönelik tutumunu eleştirerek, şunları kaydetti:

"Dünyanın bir tarafında 7 Ekim 2023'ten hemen sonra soykırım yanlısı bir cephe oluştu. Bu cephede, Filistinlilerin durumuyla ilgili hiçbir konuşma olmadı, 7 Ekim'i tarihi bağlamıyla konuşan olmadı. ABD, Almanya, Batı dünyası ve ana güçlerin çoğunluğu, İsrail'in 8 Ekim'den itibaren resmileştirdiği saldırı zihniyetini hemen benimsedi."

Perugini, uluslararası toplumda İsrail'in eylemlerine karşı bir direncin de oluşmaya başladığını belirterek, "Bir yandan çok güçlü bir soykırım yanlısı cephe var ama aynı zamanda son 12 ayda gördüğümüz şey, uluslararası hukukçulardan oluşan, soykırım karşıtı bir hareketten oluşan, uluslararası bir kamp ağı geliştiren öğrencilerden oluşan bir karşı soykırım cephesinin gelişmesidir." değerlendirmesinde bulundu.