Hanau katliamının üzerinden geçen 5 yıla rağmen Almanya'daki hukuk sistemi ırkçı saldırılar karşısında çaresiz

Enes Taha Ersen
17.02.2025
İstanbul

Almanya'da yaşayan Türk asıllı avukat Fatih Zingal, Hanau katliamının üzerinden geçen 5 yıla rağmen, Alman hukuk sisteminin ırkçılık ve ayrımcılık konularında sınıfta kaldığını belirtti.

Almanya'da yaşayan Türkleri hedef alan Solingen ve Hanau gibi saldırılara ilişkin adli süreci takip eden Türk asıllı avukat Zingal, AA muhabirine, Hanau katliamının 5'inci yıl dönümü dolayısıyla değerlendirmelerde bulundu.

Zingal, saldırının ardından geçen 5 yılda Almanya'da Türkleri ve yabancıları hedef alan saldırıların devam ettiğini, Alman hukuk ve siyasal sistemlerinin sistematik ırkçılık karşısında işlevsiz kaldığını kaydetti.

Almanya'nın Hanau kentinde 19 Şubat 2020 gecesi iki kafeye düzenlenen ırkçı terör saldırısında aralarında 4 Türk'ün de bulunduğu 9 kişinin hayatını kaybettiğini anımsatan Zingal, Almanya'da o tarihten bugüne aşırıcılığın arttığını, bu nedenle daha çok ırkçı ve ayrımcılık saikli saldırılar gözlendiğini söyledi.

Alman hükümetinin, ırkçılık ve ayrımcılık konusundaki hukuki işleyişte adeta sınıfta kaldığını dile getiren Zingal, bunu saldırının hemen ardından yaşanan olaylar silsilesinden görebilmenin mümkün olduğunu ifade etti.

"Hanau saldırısında katliam adım adım geliyorum diyordu"

Hanau'da gerçekleşen saldırıdan yaklaşık 1 yıl sonra, saldırgan Tobias Rathjen'in babasının, tıpkı oğlu gibi mağdur ve aileler ile birlikte bölge savcısına tehdit ifadeleri içeren mektuplar yazdığını hatırlatan Zingal, bu mektuplara verilen cezadan Almanya'nın "ırkçılık ile mücadelesinin" anlaşılabileceğine dikkati çekti.

Zingal, süreçle ilgili, şunları anlattı:

"Hanau'daki katilin babası, mağdur ailelere tehdit mektupları göndermişti. Olay adli zemine taşındı ve bir iddianame hazırlandı. Sürekli hakaretlerden, ırkçılık söylemlerinden ötürü bir dava söz konusu oldu. Konuya ilişkin açılan davada, 'Bazen böyle şeylere katlanmak durumdayız.' diyerek adama sadece 21 bin avro para cezası verildi. Yani kısa bir hapis bile söz konusu olmadı. İşte ayrımcılığın, ırkçılığın yasak olduğu Almanya'daki hukuki durum bu. Yani bu baba, ırkçı olan bir baba söylemlerine devam ediyor. Hiçbir şekilde pişmanlık duygusu göstermiyor. Tam tersi bu olayları körükleyerek, ırkçılık ifadelerine devam ederek sadece para cezasıyla hala istediği gibi hareket ediyor. Bu tabii ki tatmin edici bir durum değil."

Zingal, hukuki işleyişin yanı sıra siyasi açıdan da Almanya'da ırkçılık ve ayrımcılık adına ciddi problemlerin var olduğunu, Hanau katliamının bunun önemli bir işaret olduğunu vurguladı.

Saldırgan Rathjen'in, saldırıdan önce silah sahibi olduğunu, ırkçı görüşlerini Hanau'nun her yerinde ve hatta internet ortamında bile paylaştığını aktaran Zingal, "Bu cinayeti işleyen şahsın psikolojik rahatsızlığı olduğu 2002 senesinden beri belliydi. Irkçılık içeren söylemlerini kayda alıyor, herkese söylüyordu. Aynı zamanda da şiddete meyilli olan birisi olarak polis tarafından bilinmekteydi. Örneğin bir silah sahibi olduğunu biliyordu Hanau'daki resmi makamlar. Cinayete iki hafta kala bütün bu ırkçı düşüncelerini, ideolojisini kendi web sitesinde kendisini kayda alarak yayınladı, bunu dünyaya duyurma peşindeydi. Sitesini her yere, duvarlara yazdı. 'Bakın bana.' diyor yani resmen. Almanya Başsavcısına bu düşünceleri ile ilgili bir mektup yazdı. Başsavcı da cevap verdi. Dedi ki, 'Bu benim yetki alanımda değil.' İstihbarat bunun her aşamasından bilgi sahibiydi ancak hiçbir şey yapmadı. Gerçekten çok büyük soru işaretleri var burada ve 5 sene sonrasına da bir çözüme ulaşmadık henüz." ifadelerini kullandı.

Zingal, Alman yetkililerin özellikle kurumsallaşan ırkçılık ile bağlantılı olduğuna kanaat getirdiği bu saldırılar karşısında bir şey yapamadığını, yaşanan olayların da sümen altı edildiğini dile getirdi.

Avukat Zingal, özellikle resmi görevlilerin tutumunun kurumsal ırkçılık kavramıyla bire bir örtüştüğüne vurgu yaparak, "Almanya'da İslamofobi ile ırkçılıkla alakalı bazı yasalar mevcut ancak uygulamada sıkıntı var. Bu yasayı uygulamaya geldiğimizde bir ispat problemi var. Bir Müslüman veya bir yabancı, Alman olmayan bir kişi saldırıya maruz kaldığında, yasa, bu saldırının ne maksatla yapıldığını sorguluyor. Irkçılık açık olsa dahi 'Bu saldırı, münferit bir eylem olabilir' şüphesiyle yaklaşıyor." diye konuştu.

Almanya'da devam eden sosyal ve ekonomik bozuklukların sürekli olarak ülkedeki yabancılara fatura edilmesi nedeniyle Alman olmayanlara karşı öfkenin körüklendiğini, özellikle Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin, stratejilerinin ülkede yaşayan yabancı asıllı kişileri olumsuz etkileyeceğini düşündüğünü kaydeden Zingal, şöyle devam etti:

"Doğu ve Batı Almanya 1989'da birleşmişti. Ondan sonra da ekonomik bozukluklar ve yüksek işsizlik söz konusuydu, belirsizlik söz konusuydu ve bu iklimde Solingen cinayeti gerçekleşti. Şimdi, 30 sene ileriye sardığımızda bugünkü noktada çok farklı bir iklim göremiyorum. Irkçıların güçlenmesi ile birlikte iklimin daha kötüye gideceğine inanıyorum. Yabancıların daha da farklı bir kişiliğe sahip olduklarının altı çizilecek ve daha fazla mevcut toplumdan ayrıştırılacaklardır. Günlük hayatımızda yabancılar daha fazla hakaret işitecek, daha fazla ayrımcılık hissedeceklerdir. Almanya'da maalesef kin, nefret tohumlarının ekildiği bir iklim içerisinde hareket etmek durumunda kalacağız."

"Hanau'daki bir mağdurun babasının gözyaşlarını asla unutamıyorum"

Zingal, Almanya'daki bu ayrımcılığın gitgide insanların gündelik yaşantılarına da sirayet ettiğini, her zaman dile getirilen "entegrasyon" meselesinin de artık sadece bir yalan veya aldatmaca haline geldiğini kaydetti.

Özellikle kendisi gibi okumuş, Alman sistemine uyum sağlamış ve Alman ekonomisine katkı sağlayabilecek düzeye gelen Türklerin veya yabancıların statülerinin açıkça sorgulanabildiğini anlatan Zingal, "Sadece bizim ayrı bir şey olduğumuzun sürekli altını çizmekle meşguller. Alman kimliğimin olması bu durumu değiştirmiyor. Dolayısıyla böyle bir ayrımcılık Almanya'da söz konusu. Maalesef devam etmekte. Bunun sosyal, kültürel sebepleri elbette var ancak herkesin anlayabileceği şekilde basitleştirecek olursak bizi kabul etmiyor, etmek istemiyorlar. Bu bir gerçek. Ne yaparsak yapalım değişmeyecek bir gerçek." değerlendirmesini yaptı.

Geleceğe ilişkin en büyük temennisinin Solingen'lerin, Hanau'ların sona ermesi ve ayrımcılığa karşı caydırıcı bir hukuki sistemi ile siyasilerin bu konuya kulak vermesi olduğunu vurgulayan Zingal, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Birçok camimize Almanya'da tehdit mektupları ulaştı. Cuma namazlarını kılamadı yakın zamanda buradaki Müslümanlar. Bomba araması oldu köpeklerle haftalarca. Ancak bu maalesef Almanya'nın medyasında yer almadı. Bırakın medyayı siyasette hiç gündem olmadı. 80 milyonluk bir ülkenin 5 milyonluk bir tebaasının din ve inanç özgürlüğüne yönelik bir ihlalden bahsediyoruz burada. Yasalarla alakalı gerçekten caydırıcı mı, caydırıcı değil mi noktasında da ciddi manada ele almamız, siyasilerin bu konuda ne kadar duyarlı olduğunu irdelememiz lazım."

4'ü Türk 9 kişinin hayatını kaybettiği Hanau katliamı sırasında kendisinin de o bölgede bulunduğunu ve saldırı sonrasında mağdurlarla ve ailelerle dayanışma faaliyetleri yürüttüklerini ifade eden Zingal, unutamadığı bir olaydan bahsederek konuşmasını su şöyle tamamladı:

"Olayın yaşandığı bölgede bir mağdurun babasının gözyaşlarını hatırlıyorum. Olduğu yere çöküp düşünceli bir şekilde hıçkırarak ağlıyordu, bunu asla unutamayacağım. Sonradan öğrendik ki bu kişi birkaç sene sonra kanserden ötürü vefat etti. O gözyaşları o işte artık boş bir bakışa sahipti. Bütün hayatı bitmişti adamın. Öyle bir bakış ben hayatımda görmedim ve o gerçekten beynime kazındı. Hiçbir ideoloji, hiçbir inanç o gözyaşlarından önemli olamaz. Yeni Hanau'ların yaşanmaması, yeni gözyaşlarının akmaması için artık yeterli önlemlerin alınması herkes için gerekli."