Yazar Cihan Aktaş, Mustafa Kutlu'nun metinlerinden yola çıkarak hikayeciliğini anlattı

Yazar Cihan Aktaş, Mustafa Kutlu'nun hikaye yazımına dair, "Hep bir minyatür nakşeder gibi kaleme aldığı öykülerinin biçimsellikle sınırlı kalmaması yönünden bir kaygı taşımıştır." dedi.

"Kar Gibi Patiskalar", "Şehrazat Balkonda", "Duvarsız Odalar" ve "Unutulmayan"ın arasında olduğu birçok kitaba imza atan yazar ve hikayeci Cihan Aktaş, Anadolu Ajansının (AA) "Yedi İklim Dört Köşede Türkçenin Serüveni" başlıklı dosya haberleri kapsamında, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Mustafa Kutlu'nun edebiyat anlayışına dair değerlendirmede bulundu.

Kutlu'nun yazın hayatının başından itibaren öykü yerine hikaye yazdığını belirten Aktaş, yazarın gelenekle bağ kurma çabası içinde olduğunu söyledi.

Aktaş, Kutlu'nun hikayeciliğinin postmodern edebiyata yakın olmakla birlikte, bunun usta yazarın söz konusu edebiyata dahil olma çabası içinde olduğu anlamına gelmediği değerlendirmesini yaptı.

Mustafa Kutlu'nun eserlerinde yalın bir anlatımın olduğuna işaret eden Aktaş, "O kırsalı anlatsa bile şehrin uzamından yazdığını hissettirir. Şehir insanını anlatıyor olsa da taşra orada bir şekilde mevcudiyet kazanır. Sait Faik Abasıyanık'la bağı dille sınırlı değildir. O, sıklıkla şehri adım adım dolaşarak öykülerini kurar. Böyle bir bağı bize Füruzan'ın metinleri de hissettirir. Kutlu öyküleri, bir taraftan bireyin dünyasına derinden inerken aynı zamanda toplumsal meseleleri de yansıtır." diye konuştu.

"Kutlu'nun sıla konusundaki bakışı son derece gerçekçidir"

Cihan Aktaş, Kutlu'nun metinlerinde taşranın önemli bir yeri olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:

"Taşraya romantik bir gözle bakılmasa da burada taşra insanına ve hayatına dönük bir sevgiden söz etmek gerekir. Ancak aynı sevginin daha güçlüsü şehir hayatında, ayakta kalma çabası içindeki kahramanlara da yönelmektedir. Kutlu, erkek egemen bir dille yazmaz. 'Yoksulluk İçimizde', 'Chef', 'Kapıları Açmak' ve 'Nur' gibi kitaplarının gösterdiği üzere o, kadın kahramanlarına haysiyetli bir mücadeleyi yakıştırır. Yoksulluk İçimizde'nin ana kahramanı Süheyla, mütedeyyin okurun alışık olduğu şekilde bir erkek vasıtasıyla hidayete eren bir kadın değildir. Hikayenin akışında Süheyla, gönül verdiği iş arkadaşı Engin konusunda hayal kırıklığı yaşasa da kendini aşağılanmış hissedip hayata küsmez, farklı bir bakışla adeta yeniden doğar. Muhafazakar ve mütedeyyin kesimlerde belki de ilk kez temayüz eden bu kahraman yer yer Fatma Aliye ve Halide Edip'in dirençli kadın kahramanlarını hatırlatır."

Kutlu'nun eserlerinde dikkatinin hasbi, yalın, vefalı ve mücadeleci insanların dünyasına yöneldiğine dikkati çeken Aktaş, "Kutlu'nun bakışı sıla konusunda son derece gerçekçidir. İnsanlar gurbet yoluna düşmeseler keşke ama işte sanki artık her yer gurbettir. 'Bu Böyledir'de, kendi şehrindeki lunapark gezintisi sırasında çıkış yolunu bulamayan genç adamı hatırlayın. Burada mesele beton kule dikme değil de mamur etme zihniyetidir. Kutlu metinleri, 'bir hayat tarzı nasıl korunabilir, Müslümanca bir mekan veya ortam nasıl hazırlanabilir, insanımız hangi ölçüde yaşadığı mekanların sorumluluğunu taşıyor, hamasetle yurt sevgisi arasındaki ayrım nerelerde kendini gösteriyor?' sorularının peşindedir." dedi.

Aktaş, Mustafa Kutlu'nun gelecek endişesi taşıyan ve halinden memnun olmayanlara, "Yoksulluk İçimizde!" diye seslendiğini söyleyerek, şunları kaydetti:

"Kutlu metinleri kapitalizm, neoliberalizm ve metropol eleştirisi içerir ve bu duruma tahammül edemeyene de sefer önerdiğini 1980'lerde okumuştuk. Ancak aynı metinlerde samimi bir çaba ve dayanışmanın, bazen merhamet bazen şefkatle beton yığınlarında çiçek açtırdığını da görebiliriz. Mustafa Kutlu hikayelerinde ve gazete yazılarında, nasıl bir dünyada yaşadığımızın bilincine dayalı bir hayatın peşinde olmanın bir fantezi değil, zorunluluk olduğunu da okuruz. Son yıllarda genç öykücülerin metinlerinde toprak, helal kazanç konusunda sert bir duvara çarpan kahraman için bir kaçış adresi olarak beliriyor. Kutlu'nun tasvirlerinde türlü endüstri sistemlerinin kirlettiği bir toprak, o kadar da çare sunan bir adres olmayacaktır. Yıllarca hikayelerinde fark edilen, toprakla ilişkimizi nasıl sürdürdüğümüze dair kaygıyı, son yıllarda arka arkaya yazdığı kitaplarda açtığını görmekteyiz. Gerçekten de tıpkı şehirdeki gibi yaşayacaksa, şehrin sırtına kambur olan tüketimi köye taşıyacaksa, niye toprağı özlesin veya geri dönüşün özlemini duysun ki insan…"

"Kutlu'nun hikaye ve diğer yazılarında tasavvufun önemli bir yeri vardır"

Kutlu'nun hikaye ve diğer yazılarında tasavvufun kendine önemli bir yer bulduğunu da aktaran Aktaş, bununla birlikte bu hikayelerdeki kahramanların çoğunlukla bir arayış halinde konumlandığını belirtti.

Kutlu'nun metinlerinin trajik olanla girdiği ilişkinin mahiyetine dikkati çeken Cihan Aktaş, şunları söyledi:

"Kul, yeryüzü macerasında zaman zaman bir tamamlanmışlık hatta yenilgi hissine kapılsa da arayışı hiç bitmez. Ne de olsa insan yapıp ettiğini, kendi eliyle bozmaya açıktır. 'Bu Böyledir', bir bakıma oyun ve eğlence dünyasındaki çıkışsızlığı yansıtır. Fakat Kutlu'nun bu çıkışsızlığa çözümü, benliğin aynı zamanda içsel bir teslimiyet anlamına da gelen bir sıçrama çabasında kendini gösterir. Burada sanırım trajik olan konusundaki yaklaşımı üzerine bu hikayelerinde durmak gerekir. Kutlu metinleri, Müslüman'ın hayatında trajediye yer bulunmadığı, trajik olarak belirenin iman zayıflığının oluşturduğu çatlaklardan bünyeye veya kalbe sızan kuruntular olduğunu ima eder. Onun tasavvuf söz konusu olduğunda zikredilmesi gereken metni, 'Sır' kitabı olmalı. Tasavvufa büyük kıymet veren Kutlu kahramanları, konu tarikatlar olduğunda, bağlanılmaya değer kişiye denk düşmemenin tasasını çeker. Bazen basit hesapların kuşatması yüzünden saf kalpli hakikat yolcusu kendini tanıyamaz hale gelebilir. Bu hikayede olayların akışı bize şekilciliğin ve yüzeysel alımlamanın asaleti zedelediğini, içtenlik kaybına yol açtığını düşündürür."

Aktaş, Kutlu'nun Türk hikayesi içinde Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık ve Füruzan gibi öykücülerle benzer bir burçta yer aldığına işaret ederek, "Kutlu, metinleriyle bir bağ kurduğum diğer yazarlarla birlikte, sokağın seslerine ve anlatmaya tereddütlü mahcup insanın sözüne değer verir. İnsanın kendini tazeleme gücü, emeğin oluşturduğu karakter sağlamlığı ve hayatın mucizeleri… Bahsettiğim yazarlara Kutlu'nun bir hayli yer verdiği Abbas Kiyarüstemi'yi de katmak isterim. Kutlu ve Kiyarüstemi arasındaki ortaklıkları, 'Yalnız Ağacın Söylemedikleri' başlıklı bir yazıda konu etmiştim. O yazıda, bu iki değerli irfan ehlinin sadece üslupta sadelik ve duruluk arayışlarıyla değil, etraflarına yaydığı bereket açısından da benzer temalarla yol aldıklarını dile getirmiştim. İki sanat ve edebiyat ustası da minimalizmin imkanlarını zorluyor, hayatın bağışlarını şükranla karşılıyor, sıradan görünendeki yüceliğe ışık tutuyorlar. Sözü uzatmadan, süslemelere girmeden tasvir ediyorlar." değerlendirmesini yaptı.

Usta yazarın hikayelerinin temel izleklerinden birisinin dünya sisteminin ekonomiden siyasete kadar dayattıkları normlar olduğunu ifade eden Aktaş, Kutlu'nun metinlerinde, bu sistemin alternatifleri üzerine düşündüğünü dile getirdi.

Aktaş, neoliberalizmin belirgin şekilde 1980'lerde dünyaya "Alternatifi yoktur!" şiarıyla sunulduğuna dikkati çekerek, "Onların şiarları da tüketim, güvenlik ve yenilikti. 1967'de Guy Debord, hatırlarsanız yaşanacakları işaret eden olguyu 'Gösteri Toplumu' başlıklı kitabında tasvir etmişti. Debord'a göre gösteri, bizzat kendisi için gelişen iktisattan başka bir şey değildir. Gösteri salt biçimdir, imajdır, insani olan diyaloga karşıdır. Bir şeyi paylaşma değil, dayatma çabası içindedir. Bize ait düşler yoktur, hazır düş paketleri vardır. Bu bağlamda demokrasi, seyirci insanın haklarını tanıyarak ılımlı hale gelen, kendisini gizleyen bir baskılamaya dayalı piyasa özgürlüğü ideolojisidir. Sistemin dışındakiler nasıl çalıştırılır, fakirler nasıl tüketici kılınır? Bütün dünyanın içine çekildiği bir denizden çıkılır mı, mümkün mü bu? Kutlu kitaplarında da benzeri soruların cevabı, 'Hududullah' temelinde minimal bir hayattır." ifadelerini kullandı.

"Metropole de sadece bir gözlem ya da deney alanı olarak bakmaz"

Kutlu'nun metinlerinde, güçlüden değil zayıftan yana tavır aldığının altını çizen Aktaş, şunları kaydetti:

"Bu kitaplar hikaye veya deneme, okurunu, zayıf düşmüşlerin haysiyetini korumanın yolları üzerine düşünmeye sevk eder. Toprağa dönüşe dair ifadeleri, anarşist yazar John Zerzan'ın 'Gelecekteki İlkel'indeki tespitleriyle benzerlik gösterir. Yeryüzünü kaplayan plastik tehdidinin sadece görünürde olmadığını Kutlu, 'Yokuşa Akan Sular'da ele almıştı. Şüphesiz gösterişçi tüketimden uzak tutan bir sadelik zayıf düşmüşlerin haysiyetini korumanın en etkili yollarından biridir. Neoliberaller, fakirleri çalıştırmanın yollarını, onları tüketici kılmanın gereğinden ayrı düşünmemişlerdir. Kutlu'nun teklif ettiği kanaat ekonomisi programı, hanelerde olduğu kadar kişisel vitrinlerde de gözetildiği takdirde, kalıcı ve geçici, değerli ve yüzeysel olan üzerine üşengeçlikleri kıran etkin bir bakış açısı yaygınlaşabilir. Kanaatkarlık haddizatında bir direniştir. Gerçi başka da bir çaremiz yoktur. Yalancı bolluk sonsuzca sürmüyor..."

Cihan Aktaş, usta yazarın "medeniyetçi" bir yazar olmadığını belirterek, "Bir medeniyet mirasına yönelik tahribatı sadece dil ve edebiyat alanında değil, şehircilik alanında da onun gündeminde hep yer tutmuştur. Kutlu'nun kimi kahramanları nihai çözümü tabiata (veya sılaya) dönüşte bulsa da o, şehir insanıdır. Şehir gezileriyle akla kısmen Charles Baudelaire'in 'flanör'ünü getirir. Kısmen diyorum çünkü, o şehri dolaşırken bir flanör misali tarafsız değildir. Metropole de sadece bir gözlem ya da deney alanı olarak bakmaz. O, burada geçmişe karışan veya hala ayakta kalmaya çalışan mekanların yanı sıra dar gelirlilerin, işsizlerin, güçten düşmüşlerin şehrin hercümerci içinde ayakta kalma mücadelesinin şahitliğine koyulmuştur." şeklinde konuştu.

"Kaleme aldığı öykülerinin biçimsellikle sınırlı kalmaması yönünden bir kaygı taşımıştır"

Mustafa Kutlu'nun öyküleriyle okur ve yazarlara sunduğu açının, yazarın hayata biçtiği anlamın da bir yansıması olduğunu aktaran Aktaş, "Hayat, bu açıdan benim okuduğum kadarıyla her zaman metnin ilerisindedir. Hayat 'işte bizim bulduğumuz gibi' muhteşem, merhametli ve aynı zamanda elde olmayacak ölçüde de acımasız, öyleyse biz ondan daha fazla ne öğrenebilir ve onu sürdürme yönünde insanlığa nasıl uygun yollar açabilir veya katkı sunabiliriz? Bu, Kutlu'nun iyimserliğinin bir açıklamasıdır, dünyaya atılmadık, indirildik. Aliya İzzetbegoviç'in altını çizdiği gibi, 'dünya ret yoluyla kazanılmaz, gerçek dünyanın kabulü, onu değiştirmenin veya kazanmanın ön şartıdır.'" dedi.

Cihan Aktaş, Kutlu'nun bir yazar olarak taşıdığı çok yönlülük ve inceliğe de dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ömer Seyfettin, hasılası 'yaldızlı mukavva heykeller'den ibaret olmayan bir dilin peşindeydi. Kutlu da hep bir minyatür nakşeder gibi kaleme aldığı öykülerinin biçimsellikle sınırlı kalmaması yönünden bir kaygı taşımıştır. Resmin yanı sıra fotoğraf ve sinemayla ilgilenmiştir. Kadın öykücülere 'Dergah' dergisi sayfalarında daha önce hiçbir dergide rastlanmadığı ölçüde yer açmıştır. Anadolu'dan yazan yazar ve şairleri, desteğiyle dergi uzamına dahil etmiş, onlara mektuplar yazmış, kimisini kalkıp şehrinde ziyarete gitmiştir. Yanına gelen genç şair ve yazarlara neler yazdıklarını sormadan önce, nerede eğitim gördüklerini, bir işleri olup olmadığını sormuştur. Edebiyata dahil olma konusundaki titizliğinden taviz vermediği içindir ki, Dergah dergisinde bir metnin yayınlanması bir yazar açısından edebi kamuda kabul gördüğü anlamını taşımıştır."