İstanbul
Yeryüzündeki jeotermal ve nükleer enerji hariç tüm enerjilerin kaynağı güneştir. Kömür, petrol ve doğal gaz milyonlarca yıl önce yeryüzüne düşen güneş ışınlarının bitkiler tarafından emilip depolanan halidir. Ancak güneş ışığının emilmesi için atmosferdeki karbondiokside ihtiyaç vardır. Bu yakıtları yaktığımız zaman da milyonlarca yıl boyunca emilen karbondioksit hemen atmosfere yayılır. Bu, atmosferin ısı dengesini bozduğu için iklim değişikliği dediğimiz önemli soruna yol açar. Peki bu soruna neden olmadan enerji üretmemiz mümkün mü?
- Türkiye enerjisini nasıl üretiyor?
Atmosfere karbondioksit salıp iklimi değiştirmeden enerji üretmemiz mümkün. Rüzgar, güneş, jeotermal ve nükleer bunun çeşitli yöntemleri. Bu enerji kaynaklarından rüzgar ve güneş doğa koşullarına doğrudan, nükleer ise dolaylı olarak bağlı. Yani, nükleer ve termik santraller hava çok sıcak olduğu zaman üretimde zorlanır. Rüzgar esmediği zaman elektrik üretmeniz mümkün olmuyor. Geceleri ise güneş ışığından faydalanamadığımız için elektrik üretemiyoruz. Bu engelin üstesinden gelmenin de ucuz bir yöntemi yok. Rüzgarın esip elektrik enerjisinin üretildiği bölgelerle elektrik enerjisine ihtiyaç duyulan bölgeler arasındaki mesafe de karşımızdaki önemli sorunlardan bir tanesi. Bir de elbette rüzgar enerjisi üretecek santraller oldukça pahalı. Bu nedenle de her isteyen evinin bahçesine bir rüzgar santrali konduramıyor. Ayrıca termik santrallerde yakıt olduğu müddetçe elektrik üretmek mümkün, fakat rüzgar için aynı şey geçerli değil.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 2023 verilerine göre, ülkemizin fosil yakıtlara dayalı 47,4 gigavat kurulu gücü mevcut. Buna karşılık rüzgar enerjisi 11,8 gigavat, güneş enerjisi ise 11,3 gigavat kurulu güce sahip. Rüzgar enerjisinin kurulu gücü fosil yakıtların dörtte birinden az. 2023'te termik santrallerden elde ettiğimiz elektrik enerjisi 190,6 teravatsaat, rüzgar santrallerinden elde edilen elektrik enerjisi ise 34,4 teravat oldu. Aradaki fark 5 kattan fazladır.
- Termik santraller karlı değil
Ülkemizde termik santrallerde kullanılan yakıtların sadece yüzde 21’i yerli kaynaklardan sağlanıyor, geri kalanı ise ithal ediliyor. Bu yakıtlar, ekonomimize en yüksek maliyetlerden birini getiriyor. Bu durumda ithal yakıtla çalışan termik santraller yerine rüzgar enerjisine yatırım yapmak hem çevresel hem de ekonomik açıdan ülkemizin yararına olacaktır. Enerji üretim politikamız da bu yönde ilerliyor. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarına yaptığımız yatırımın daha da hızlandırılması gerekiyor.
Rüzgar ve güneş santralleri orta ve uzun vadede termik santrallerin yerini almak zorunda. Bunun iki önemli sebebi vardır. Öncelikle, termik santrallerin yakıtı pahalı ve bu yakıtın önemli bir kısmını ithal ediyoruz. Ancak daha da önemlisi, bu yakıt sürdürülebilir bir yakıt değil. Yeryüzünde kolay erişilebilir fosil yakıtların önemli bir kısmını tükettik, geri kalanını hem çıkartması daha zor olduğundan hem de az bulunduğundan maliyeti dayanılmaz olacaktır. Bunun ötesinde, fosil yakıtların oluşturduğu çevresel kirliliği, sağlık sorunlarını ve iklim değişikliğini de unutmamamız gerekir. Dolayısıyla biz istesek de istemesek de çok geçmeden enerjiyi yenilenebilir kaynaklardan sağlamaya başlamak zorundayız. Bu alanda geç kalındığında bunun bedeli oldukça yüksek olacaktır.
- Türkiye sürdürebilirlik için adım atmalı
Ancak rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının süreklilik sorununa bir çözüm bulmamız gerekir. Uzun vadede bu sorunun çözümü sadece ülkesel değil neredeyse küresel bağlamda bir bütünleşik sistem üzerinden geçer. Ancak günümüz şartlarında bu tür çalışmalar henüz planlama aşamasındadır.
Dolayısıyla en azından orta vadede kendi çözümlerimizi üretmek zorundayız. Yenilenebilir enerjinin süreklilik sorununa getirilebilecek en kolay çözüm elektrik arzını, yani kurulu gücü fazlasıyla artırmaktan geçiyor. Ülkemizin her tarafına kurulacak rüzgar santralleri bu sorunun en basit çözümüdür. Ülkemizin her yanında geceleri aynı anda rüzgar esmeyi bırakmayacağından bir bölgede üretilecek elektrik enerjisi dağıtım sistemi aracılığıyla tüm ülkeye yeterli olacaktır. Ancak bu basit çözümle ilgili en önemli problem, yatırım maliyeti. Gerekli olan kurulu gücün iki katını kurduğunuzda süreklilik problemine bir çözüm üretirsiniz, ancak bunun maliyeti de oldukça yüksektir. Günümüzde bu tarz yatırımları özel sektör yaptığından bu maliyetin taşınabilmesi gerçekçi değil.
İkinci çözüm enerjiyi depolamaktır. Yani rüzgar fazla estiği zaman üretilen enerjinin bir kısmını depolayarak rüzgarın azaldığı zamanlarda sistemi desteklemek mümkündür. Türkiye şu anda çalışmalarını bu yönde yürütüyor. Ancak depolama da oldukça maliyetli bir çözümdür. Bugün için depolama dediğimizde aklımıza yüksek kapasiteli piller geliyor. Hidrojen ya da hidrolik gibi daha kolay depolama çözümleri geliştikçe depolama bir alternatif olarak gelişecektir.
Son bir çözüm de ülkemizde anlık olarak enerji planlaması yapmaktır. Yalnız burada da ihtiyacın oldukça üzerinde bir üretim kapasitesi gerekiyor. Rüzgar ve güneş olduğu müddetçe diğer kaynakları kapatıp, rüzgar ve güneş olmadığı zaman o kaynakları devreye sokmak aslında en akılcı çözüm. Ancak bu çözümün uygulanması için de büyük hidroelektrik ve nükleer santrallere ihtiyaç duyulur. Bu çözüm akılcı olsa da bugünkü ekonomik şartlar altında uygulanması oldukça zor.
Günden güne artan rüzgar enerjisi potansiyelimiz gelecekte güneş enerjisiyle birlikte ülkemizin tüm ihtiyacını karşılama imkanına sahiptir. Ancak bu yöndeki planlamanın şimdiden hazırlanıp uygulamaya konulması bizi gelecekteki enerji krizlerinden de koruyacaktır.