Sermaye hareketlerinin dünyanın her köşesinde etkili olmaya başlamasıyla beraber, yaşamımıza şekil veren 'küreselleşme' olgusunun bileşenlerinden biri olan 'teknolojik dönüşüm' özellikle iletişim alanında devrimsel değişimlerin önünü açtı. 2000'li yılların başından itibaren internetin bireysel alana taşınması ve multimedya araçlarında yaşanan gelişmeler sosyal medyayı da hayatımıza taşıdı.
Sosyal medya, bireylerin sadece eğlenceli videolar izlediği ve renkli fotoğraflar paylaştığı bir alan olmakla kalmadı. Dijital ağlar, ana akım medya unsurları olarak sayılabilecek 'gazete, radyo, televizyon ve dergi' gibi unsurların yerini aldı ve toplumları dönüştürdü. İnsanoğlunun hayatını derin şekilde etkileyen bu ağlar, bazen devrimsel nitelikte sayılabilecek hareketlerin önünü açtı. Aynı zamanda hiçbir üst kurul tarafından kontrol edilemeyen sosyal medya platformları ortaya çıkarttığı çarpıtmalar nedeniyle bazen bireyler ve devletler için tehlike unsuru olarak sahada karşımıza çıktı.
Peki bu platformlar hızla hayatımızın merkezine yerleşirken, neden tehlikeli bir boyut kazandı? Bu sorunun cevabı şüphesiz kontrol edilemez bir biçimde gündemlerimizi işgal eden ve yaşamlarımızı bilgi erozyonuna uğratan 'yalan haberler/içerikler.' Çünkü sosyal medya kullanıcılarının, bilgi ve içerikleri saniyeler içinde süratle görme arzusu önlerine düşen verilerin doğru veya yanlış olması yönündeki 'sorgulayıcı refleksi' zayıflattı. Bu durum dünyanın her yerinde bireylerin yalan içerikleri sorgulamadan veya eleştirmeden kolayca benimsemesine ve kendi profilinde dolaşıma sokmasına yol açtı. Anadolu Ajansı Teyit Hattı, bu kaygıların gölgesinde yalan haberlerin hem sosyal hem de psikolojik etkilerini Klinik Psikolog Rabia Yavuz'a danıştı.
-Yalan haberi neden kolayca benimsiyoruz?
Yavuz, bireylerin karşılaştıkları içeriklere sorgulayıcı şekilde yaklaşarak teyit alma ihtiyacı hissetmeleri gerektiğini ancak bu tutumu takınmanın herkes için kolay olmadığının altını çizdi. Sosyal medya kullanıcılarının veya medya okur yazarlarının karşılaştığı dezenformasyon için, "Hangi içeriklerin yalan olduğunu bilmiyoruz. Haberlerin üzerinde sahte yazmıyor, çok inandırıcı başlıklar kullanabiliyorlar, meşhur kişilerden alıntı yapabiliyorlar ve detaylı hikayelere yer veriyorlar. Bu unsurlar çok kolay şekilde bizim de gördüğümüz haberlere inanmamıza sebep oluyor." yorumunu yapan Yavuz, manipülatif içerikleri gerçeklerden ayırt etmenin zor olduğuna işaret etti.
-Yalana inanma eğilimimizin psikolojik sebepleri neler?
Her insanın karşılaşabileceği tehdit algısına karşı kendisini alarma geçiren uyarıcı bir fizyolojik sisteme sahip olduğunu ifade eden Yavuz, bu noktadan yola çıkarak dezenformasyonun ortaya çıkarttığı 'bilişsel etkileşim zincirine' dikkat çekti. "Eğer bizi korkutan, tehdit unsuru içeren bir haberle karşılaştıysak zihnimizde de bir etkileşim zinciri başlıyor." ifadelerini kullanan Yavuz, bireyin temel yaşam dinamiklerini oluşturan ve tehlikelere karşı sezgisel davranışlarımızı harekete geçiren alt beyinin faaliyetlerini anlattı.
"Alt beyin (bilinçaltı fonksiyonlarını kontrol eder), genellikle duygularımızın merkezini hedef alan bu yanıltıcı haberlerle karşılaştığında, bireye 'eleştirel gözle bakma, şüphe taşıma ve içeriğin doğru olup olmadığını muhakeme etme' fırsatı vermiyor. Sistem çok hızlı bir şekilde çalışarak, kendini korumak için önlem alıyor. Herhangi bir tehlikeyle karşılaştığında, bu bilginin doğru olup olmaması birey için ciddi bir risk taşıyabileceğinden, insan manipülasyonu kabul etmeye daha yatkın hale gelebiliyor. Bu endişe hali bizlerin hem beyin hem de sinir sistemini ciddi şekilde etkileyen bir süreç olarak karşımıza çıkıyor." ifadelerini kullandı.
-Aşinalık etkisi yalana karşı direncimizi azaltıyor mu?
Risk ve tehdit unsurları barındıran haberlerle sürekli karşılaşan alt beynin bir süre sonra yorgun düşeceğini belirten Yavuz, bu durumda bireylerin karşılaştığı içeriklere 'ayıklayıcı ya da sorgulayıcı' biçimde yaklaşmakta güçlük çekeceğini belirtti. Özellikle dijital ağlarda sürekli hareket eden bir kullanıcının, herhangi bir konudaki yalan içerikle defalarca yüz yüze geleceğine ve bunun bir 'aşinalık etkisi' yaratacağına işaret etti. Yavuz, kişinin haberlere şüphe ile yaklaşma becerisinin yeterli olmamasının ve medya okuryazarlığının zayıf olmasının bir sonucu olarak yalan bilgiyi gerçek olarak kabul edebileceğini belirtti.
-Hangi unsurlar yalan haberi daha etkili kılar?
Yavuz, yalan haberlerde genellikle toplumu ayrıştırıcı unsurlara yer verilmesine ve sosyolojide 'grup dışı' olarak tanımlanan, kişinin kendisini özdeşleştirdiği toplumsal gruplardan ayrı kalan bireylerin hedef olarak gösterilmesine dikkat çekti. Grup dışı bireyleri (mülteciler, yabancılar, etnik gruplar...) de hedef gösteren bu manipülatif içeriklerin, bireyler tarafından sorgulanmadan kabul edilme ihtimallerinin daha fazla olduğunu söyledi. Bunun sebebini "Çünkü insanlar, grup içi dedikleri insanlarla, grup dışındaki insanlar olarak bir ayrım yapıyorlar zihinlerinde. Grup dışı insanlar söz konusu olduğunda, ahlaki becerilerimizi bile yeterince iyi kullanamadığımızı söylüyor son çalışmalar." ifadeleriyle açıkladı.
-Yalan habere karşı nasıl direnç gösterebiliriz?
Yavuz, dijital ağlarda ve haber sitelerinde dolaşırken farkında olmadan onlarca yalan haberle karşılaşan bireylere sorgulayıcı bir tutum takınmalarını tavsiye etti.
Özellikle bir içerikle karşılaştıklarında, ne hissettiklerini sağlıklı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini vurguladı. Bu durumu "Gerginlik, stres, öfke' duygusu tetikleniyorsa o haberde aslında sahte bilgiler olması ihtimali daha yüksektir. Böyle zamanlarda kendimizi yoklamak, içimizdeki teyit sistemini harekete geçirmek iyi bir yol olabilir. Çünkü hepimiz entelektüel kibirden bir parça muzdaribiz. Toplum olarak sanki çok bilmemeyi sevmiyoruz, bilmiyorum deme cesaretini çok sık göstermiyoruz." şeklinde değerlendiren Yavuz, 'grup içi aidiyet' duygusunun gerçeği perdeleyebileceğini ifade etti.
Her bireyin dijital ağlarda hareket ederken, içinde bulunduğu entelektüel kibirden sıyrılarak, tevazu ile hareket etmesi gerektiğini söyledi. Sosyal medya kullanıcıları ve dijital okuryazarlara, karşılaştıkları haber ve diğer içeriklere "Evet doğrusunu bilmiyor olabilirim, ben bunu biraz daha araştırmalıyım." düşüncesiyle yaklaşmaları tavsiyesinde bulundu.