Arjantin'deki Buenos Aires Üniversitesi Profesörü Carlos Maria della Paolera'nın 1949'da öncülük ettiği girişimle şehirleşme sorunlarına dikkati çekmek amacıyla her yıl 8 Kasım, Dünya Şehircilik Günü olarak kutlanıyor.
İngiltere merkezli ekonomik danışmanlık firması Oxford Economics tarafından hazırlanan 2024 Küresel Şehirler Endeksi'nde dünyanın farklı ülkelerinden 1000 şehir ekonomi, insan sermayesi, yaşam kalitesi, çevre ve yönetim kategorileri altında incelenerek puanlandı. Her kategori kapsamında alt göstergelere göre analiz edilen şehirler en iyi özelliklerine göre sıralandı.
Çevre kategorisinde, şehirlerin çevresel sürdürülebilirliğe bağlılığı ve iklim değişikliğinin oluşturduğu risklere karşı duyarlılığı dikkate alındı. Şehirler, bu kategoride hava kalitesi, sıcaklık anomalileri, emisyon yoğunluğu, doğal afetler ve yağış anomalileri şeklinde 5 gösterge altında değerlendirildi.
Bu göstergelere göre Fiji'nin başkenti Suva dünyadaki en iyi hava kalitesine sahip olmasının da verdiği avantajla 100 puanla ilk sırada yer aldı. Brezilya'nın Fortaleza şehri 98,8 puanla ikinci, Porto Riko'nun başkenti San Juan 98 puanla üçüncü, Brezilya'nın Natal şehri 97,9 puanla dördüncü oldu. Listenin beşinci sırasında 97,6 puanla Yeni Zelanda'nın başkenti Wellington yer alırken bu kenti, 96,5 puanla Maldivlerin başkenti Male, 94,9 puanla Bahamalar'ın başkenti Nassau, 94,3 puanla Mauritius'un başkenti Port Louis, 94,1 puanla Yeni Zelanda'nın Christchurch şehri ve 93,9 puanla yine bu ülkenin Auckland şehri takip etti.
Şehirlerin iklime dirençli ve sürdürülebilir inşası için atılacak adımlara ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hayriye Tunçay, kentlerdeki iklim değişikliği etkilerinin ani ve beklenmedik şekilde ortaya çıkan sıcak hava dalgası, sel ve fırtına gibi aşırı hava olaylarıyla kendisini gösterdiğini söyledi.
Aşırı hava olaylarının şehirlerin altyapısını tehdit ederken can ve mal kaybına da neden olduğunu ifade eden Tunçay, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sıcaklık artışı dediğimizde buna kentsel ısı adası etkisi diyoruz ve aslında iklimden de bağımsız olarak kentleri aşırı derecede asfalta ve diğer yapay yüzeylere boğduğumuzda o yüzeylerin güneş ışığıyla beraber ısınmasıyla daha da artan bir fenomen haline dönüşüyor. Şehrin merkezi her zaman kırsal alanlara göre yeşilin daha az olması gibi nedenlerle 5-6 derece daha sıcak. Bir başka etki su kaynaklarının azalması. Ülkemiz aslında su fakiri bir ülke. İnsanların günlük tüketim miktarı var ve bunları yaz kış karşılamak zorundayız. Yaz dönemi, su ihtiyacımızın arttığı ancak suyun en az olduğu dönem. Bu durum barajlarımızdaki su rezervlerimize çok yüklenmemiz anlamına geliyor ki bu da şehirleri gittikçe çıkmaza sokan bir durum. Kilometrelerce uzaklardan başka ekosistemlerden su getirmek zorunda kalıyoruz ve oradaki dengeyi de bozmuş oluyoruz."
"Türkiye biyoçeşitlilik anlamında dünyanın en zengin ülkelerinden biri"
Sıcaklık artışıyla belirli alerjenlerin sayısında artış yaşandığını ve bu durumun da solunum yolu veya kalp hastalığı gibi sağlık sorunu olan insanları tehdit ettiğini belirten Tunçay, şöyle devam etti:
"Türkiye'de şehirler bazında yeterli yeşil alanlara sahip değiliz. Şehir planlamasında kentimizi soğutacak, suyumuzu sel olmaktan engelleyerek bize yardımcı olacak, gıda sağlayacak yeşil sistemlere yeterince yer vermiyoruz. Planlanmış ve gerçekleştirilmiş olanların da yapılaşmasına sebep oluyoruz. Yeşil alanlar, bundan kaynaklı iklim değişikliğinin etkileriyle baş başa kalıyor. Bunların yönetimi gittikçe zorlaşıyorken tüm bunları ayakta tutabilmek için suya ihtiyaç var ama suyumuz yok. Türkiye dünyanın biyoçeşitlilik anlamında en zengin ülkelerinden biri ve bu konuda çok şanslı olmamıza rağmen sıcak periyotların çok uzun olması, yağmur ve sıcaklık derecelerinde ve oranlarındaki değişimler bitkileri direkt etkiliyor. Yani insan sağlığı kadar bitki sağlığı açısından da son derece büyük bir tehdit oluşturuyor."
Tunçay, mevcut ormanların, tarım alanlarının korunması ve bu alanların yapılaşmaya açılmaması, şehirleri geçirimsiz hale getiren asfalt ve beton gibi materyallerin yerine geçirimli yüzeyler tercih edilerek hem suyun yönetildiği hem de karbon tutabilen alanlara öncelik verilmesi gerektiğini anlattı.
Sel felaketlerini önlemek için dere yataklarındaki yapılaşmadan vazgeçilmesi gerektiğinin altını çizen Tunçay, "Dere yataklarımızı yeniden kazanmamız, onları betondan kurtarmamız, yapacağımız şeylerden biri olmalı ki böylece yeşil oranımızı da artırmış olacağız. Yeşilin artması nedeniyle sıcaklık anlamındaki ortamı daha rahat düzenlemiş olacağız, karbonu daha çok tutmuş olacağız, selleri de önlemiş olacağız. Yapı ölçeğinde de mümkün olduğu kadar yeşil çatılar tercih etmek, yapı çevresinde yeşil miktarına izin verebilmek gerekiyor." şeklinde konuştu.
Şehirlerin, atmosfer ve yer arasında önemli bir katman olduğunu vurgulayan Tunçay, bazı durumlarda kentlerin, sokakların, binaların imar planındaki konumundan dolayı rüzgar akışını bile kesebildiğini bildirdi.
"Bütün düzlükler binalarla dolmuş"
Şehirlerin, sıcaklık, yağış ve rüzgar gibi iklim modelleri dikkate alınarak organize edilmesi gerektiğini dile getiren Tunçay, şunları aktardı:
"Örneğin, Karadeniz'de bir kent yaptığınızı düşünün. Oradaki yağış miktarı fazlayken iklimin değişmesiyle beraber bu durum düzensizleşecek. Bu, yağmuru ilk etapta absorbe edecek, hızını yavaşlatacak. Düzenleyecek yeşil alanları bırakmadan kenti organize ettiğinizde sel kaçınılmaz hale geliyor. Yağışın az olduğu İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu gibi bölgelerimizde de kuraklık var ama yağmur geldiğinde artık çok daha beklenmedik oranlarda gelişiyor. Bunları yapmadığımızda iklime kırılgan şehircilik takip etmiş oluyoruz. Jeomorfolojik olarak yamaçlarımız, düzlüklerimiz var. Ama bakıyoruz bütün düzlükler binalarla dolmuş. Yamaçlara öyle bir konumlanıyoruz ki eğimlerini hiçbir şekilde göz önünde bulundurmuyoruz. Bunlar hem suyun hızını artırıyor hem de iklim değişikliğiyle beraber sıcak havalarda evine, işine ulaşmak için insanların fiziksel olarak ciddi kondisyon harcamasına neden oluyor.
İklime dirençli şehirler denildiğinde sadece yeşil alan algısına sahip olunmaması, yaşam biçimi, ekonomik aktiviteler, vatandaşların ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların adil şekilde dağılıp dağılmadığına da dikkat edilmesi lazım. Şehirlerin dirençli hale getirilebilmesi için özellikle kırılgan gruplar başta olmak üzere toplumdaki sosyoekonomik yapının güçlendirilmesi gerekiyor."