İngiliz bilim insanı Norman Myers'ın 1988'de ortaya attığı "sıcak noktalar" (hotspots) kavramı, yeryüzündeki biyolojik zenginlik açısından benzersiz, önemli ve değerli bölgelerin öncelikli korunmasını amaçlıyor.
Bir bölgenin biyoçeşitlilik sıcak noktası kabul edilebilmesi için 2 kriteri karşılaması gerekiyor. Bunlar, endemik olarak en az 1500 damarlı bitki türüne yani dünya toplamının yüzde 0,5'inden fazlasına sahip olması ve birincil bitki örtüsünün en az yüzde 70'ini kaybetmiş olması.
Dünyada bu kapsama giren 36 bölge dünya yüzeyinin yalnızca yüzde 2,4'ünü kaplıyor.
Bununla birlikte bu alanlar, dünyadaki bitki, kuş, memeli, sürüngen ve amfibi türlerinin yaklaşık yüzde 60'ını barındırıyor.
Türkiye bu 36 bölgeden Kafkasya, İran-Anadolu ve Akdeniz sıcak noktalarının kesiştiği konumda yer alıyor. Biyoçeşitlilik sıcak noktaları, doğal habitatların büyük bir kısmını kaybetmiş olsalar da hala önemli düzeyde biyolojik çeşitliliği koruyor.
Tehditler ve koruma gerekliliği
Bu sıcak noktalar ormansızlaşma, habitat kaybı ve insan yerleşimleri nedeniyle büyük tehdit altında. Haiti ve Jamaika gibi Karayip Adaları'ndaki endemik bitki ve omurgalı popülasyonları ciddi baskılarla karşı karşıya kalıyor. Benzer şekilde Tropik And Dağları, Filipinler, Mezoamerika ve Sundaland gibi bölgeler de yüksek oranda bitki ve omurgalı türlerini kaybetme riski altında.
Bu alanların korunması, dünya genelindeki biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahip.