Başörtülü oldukları için eğitim hakları engellendi
28 Şubat mağduru Songür, ''Sınıfımda sadece sınav kağıdı bekliyorum. Fakat ortada bir yönetmelik olduğu söylendi. Buna binaen hoca 'Ya başınızı açın ya sınıftan çıkın' teklifinde bulundu. İkisini de yapmadığım için hoca çıkıp polis çağırdı." dedi.
Istanbul
İSTANBUL - Zeynep Rakipoğlu/Kenan Irtak
28 Şubat sürecinde, başörtülü oldukları için üniversite eğitimlerini yarıda bırakmak ya da okulu tamamlamak için peruk ve şapka takmak zorunda kalan kadınlar, aradan geçen 21 yıla rağmen yaşadıklarını unutamıyor.
Mezun olmasına 2 hafta kala İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu'nda başörtüsünü açmadığı için sınava girmesi engellenen ve gözaltına alınarak "eğitim öğretimi engellemek" suçundan yargılanan Önce İnsan Uluslararası Kadın ve Çocuklarla Dayanışma Derneği (Önce İnsan Derneği) Başkanı Nuray Canan Songür, 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını AA muhabirine anlattı.
28 Şubat'tan önce başörtülü olarak okumanın kendilerine tanınmış gibi bir ayrıcalık gibi gösterildiğini aktaran Songür, ''Üniversiteye kaydımızı yaptırırken 'Eğer başörtümüz okulda sorun teşkil ederse bunu açabiliriz. Okulun bu çerçevede yapacağı düzenlemelere itaat edeceğiz.' yazılı bir taahhütname imzalamak zorunda kaldık. O dönemde Türkiye'de başörtülü olarak öğrenci olmak ikinci sınıf insan muamelesine razı oluşu da beraberinde getirdi. 28 Şubat öncesinde de başörtüsü yasakları dönem dönem olmuştu. Turgut Özal dönemiyle beraber bir rahatlama söz konusuydu. Biz biliyorduk ki her an böyle bir sıkıntıyla tekrar yüz yüze gelebiliriz.'' diye konuştu.
Başörtüsü yasağıyla birlikte Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) yurdunda kalan arkadaşlarının kendilerinden farklı düşündüklerinin ortaya çıktığına işaret eden Songür, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Başörtüsü yasaklandığında biz kollektif bir tepki ortaya koymaya çalıştık. Herkes oturma eylemi gibi barışçı eylemlerle demokratik haklarını kullanıp bu yasağın insan haklarına, mevcut anayasal haklara aykırı olduğunu bir şekilde kamuoyuna duyurmaya çalışıyordu. Ama o arkadaşlar bu eylemlerin kendilerine Fetullah Gülen tarafından yasaklandığını, devletin koyduğu bu yasağa uymaları gerektiğini söylüyorlardı. Orada bir ikiye ayrılma söz konusu oldu. Oturma eylemlerine katılmak yerine onlar sürekli alternatifler geliştirdiler. Önce peruk, peruk olmayınca başörtüsünün açılmasını, ondan sonra da başörtüsü açmayan kızların evlerden atılması ya da 'Başörtülerini açmayarak eğitimlerini sekteye uğratıyorlar' gibi bir sürü söylemlerle direnişi kırma noktasında Kemalist kesimle aynı görevi üstlenmiş oldular. Bunu da çok iyi ifa ettiler.''
Songür, 28 Şubat'ın en önemli ayağı olan medyada "İrtica uyanıyor, şeriat geliyor" gibi söylemlerle başörtülü öğrencilerin Türkiye'ye düşman gibi gösterilmeye çalışıldığını vurgulayarak, sınıfların basılarak başörtülü öğrencilerin gözaltına alınması ve coplarla dövülmesi görüntülerinin medyada sürekli gösterilmesinin ailelerin çocuklarına okulu bırakması ya da başörtüsünü açması yönünde baskı yapmasına neden olduğunun altını çizdi.
''Eğitimi engellemek suçlamasıyla hakkımda dava açıldı''
Hayatında o yaşına kadar hiçbir zaman polisle muhatap olmadığını ifade eden Songür, gözaltına alınma sürecine ilişkin şunları kaydetti:
''Sınıfımda sadece sınav kağıdı bekliyorum. Fakat ortada bir yönetmelik olduğu söylendi. Buna binaen hoca 'Ya başınızı açın ya sınıftan çıkın' teklifinde bulundu. İkisini de yapmadığım için hoca çıkıp polis çağırdı. Ben polislerin içeriye daldığını gördüğümde zaten bilincimi kaybetmiştim. Cama yöneldim, camdan atlamayı düşündüm. Cama yöneldiğimde aşağıda iki otobüs dolusu polisin olduğunu gördüm. Daha sonra beni zorlayarak polis minibüsüne bindirdiler. Beni Terörle Mücadele Şubesi'ne götürdüler. Bir katile muamele eder gibi ite kaka, kaba kuvvet kullandılar. Sınıfta taşkınlık yaptığıma dair bir kağıt imzalatıldı. 8 saat kötü kokulu ve çok küçük bir hücreye kapatıldım. Hiçbir şekilde benimle iletişim kurulmadı. Sonra emniyet müdürünün yanına çıkartıldım. Bağırdı, çağırdı, benden kağıdı imzalamamı istedi ve imzalamazsam geceyi orada geçireceğimi söyledi. 'Ben sınıfta taşkınlık yaptım. Arkadaşlarımın eğitimini engelledim.' yazılı kağıdı imzalamak zorunda kaldım. Eğitimi engellenen bendim ama eğitim öğretimi engellemek suçlamasıyla hakkımda dava açıldı ve yargılandım.''
Gözaltına alındığında sorgulanırken 'hangi örgüte hizmet ettiği, niçin başörtüsünde ısrar ettiği, ailesinde kimin örtülü olup olmadığı' gibi sorularla karşılaştığını ve bir çok örgüt ismi sayılıp bunlardan birisini seçmek zorunda bırakıldığını belirten Songür, hiçbirinin adını dahi bilmediğini, o dönemin hukukun, kanunun ve kuralın hiçe sayıldığı bir dönem olduğunun altını çizdi.
Nuray Canan Songür, hakkında 6 aydan 2 yıla kadar eğitim öğretimi engellemek suçlamasıyla dava açıldığını ve her hafta hakim karşısına çıkmak zorunda olduğunu aktararak, ''Bütün davalarımı ana medya takip ediyordu. Burada halka 'Eğer ısrar ederseniz neticesi bu olur' mesajı verilmek isteniyordu. Hem direniş kırılıyordu hem de haklarımızdan vazgeçmemiz bekleniyordu.'' dedi.
''Başörtüsünü açanlara burs ve Cerrahpaşa'da iş garantisi verildi''
Fadime Şahin gibi bir prototip ortaya sürülerek başörtülü kızların imajının zedelenmeye çalışıldığını ve böylesi bir kaotik ortamda haklarını savunmalarının güçleştiğini belirten Songür, ''2 yıl yargılandıktan sonra 6 ay hapis cezasına çarptırıldım. Dünya tarihinden ilk defa bir öğrenci sadece başörtülü olduğu için sınıfından göz altına alınıp 6 ay hapis cezası aldı. O kadar karışık bir ortam içerisinde kaldık ki gerçekten çok zor şeylerdi. Annem, babam mahkemelerime gelemiyorlardı. Toplumsal baskı yüzünden görünmek istemiyorlardı.'' ifadelerini kullandı.
Bu dönemde ilahiyatçıların ve akademisyenlerin başörtüsünün her açıdan sakıncalı olduğuna dair konuşmalar yaptığını ve ilahiyatçılar Kur'an-ı Kerim'de başörtüsüyle ilgili bir ayet olmadığına dair fetvalarda bulunduklarını hatırlatan Songür, Fetullah Gülen cemaatinde, eğitim için başörtüsünden vazgeçilebileceğine dair fetvalar verildiğini söyledi.
Songür, ikna odalarında başörtülü öğrencilerin başlarını açmaları için zorlandığına ve kabul etmeleri için bazı tekliflerde bulunulduğuna değinerek, şöyle devam etti:
''Okulda, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin yönetim kurulunda olan hocalarımız vardı. Onlarla beraber bölüm başkanımız bizi (başörtülü öğrencileri) odasına davet etti. Başörtümüzü açmamız gerektiğini, böyle bir yönetmelik geldiği ve direnmenin bir manası olmadığı söylendi. İki seçeneğimizin vardı ya okulumuzdan olacaktık ya da başörtümüzü açacaktık. Eğer başörtümüzü açarsak ve okulda herhangi bir sorun çıkartmazsak karşılığında Atatürkçü Düşünce Derneği'nden burs ve Cerrahpaşa'da kadrolu olarak işe başlatılma garantisi verilmişti. Gerçekten de başörtüsünü açan arkadaşlarımız Cerrahpaşa'da kadrolu olarak işe başlatıldı ve devam ettiler. İkna odaları denilen şey buydu.''
''Eğitim hakkımızdan ziyade yaşam hakkımıza kastettiler''
Bu dönemde binlerce insan ve ailelerinin hayatlarının etkilendiğini ve bunların bir çoğunun medyaya yansımadığını ifade eden Songür, ''Sadece eğitim hakkımızı elimizden almadılar. Burada eğitim hakkından ziyade bizim yaşam hakkımıza kastettiler. Bize karşı kaba kuvvet, psikolojik ve fizyolojik şiddet uygulandı. Sırf başörtümüzü açmıyoruz ve eğitim hakkımızı talep ediyoruz diye. Biz 100, 200 yıl öncesinden bahsetmiyoruz. Canlı tanıklar olarak bizler buradayız. Bizler bunları yaşadık, bedelini ödedik. Bize bu zulmü reva gören insanların hak ettikleri cezalara çarptırılmalarını diliyoruz. Mesela Nur Serter gibi o dönemin bu yasakçı zihniyetini savunan, arkasında duran, çeşitli iftiralarla bunun propagandasını yapan kim varsa o insanlar hala ayakta ve cezalandırılmalarını istiyorum. Ben 7 yıl ülkemden ayrı yaşamak zorunda kaldım. Tercihen çıkmadığım için gerçekten çok üzülüyordum. Bir ezan sesi duyduğumda, orada Türkiye'ye dair bir şeyler izlediğimde ve Türkiye'ye geldiğimde ne kadar acı çektiğimi ben biliyorum.'' şeklinde konuştu.
"İkiz çocuklarımdan birini kaybettim"
Başörtüsü yasağının olduğu dönemde tepkilerini ortaya koymak için bir takım demokratik protestolar gerçekleştirdiklerini anlatan Songür, cuntacıların bundan çok rahatsız olduklarını ve bunları engellemek için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
Hamile kaldıktan sonra eylemlere katılmadığını ve geri planda durduğunu dile getiren Songür, şunları anlattı:
''Kontrol için hastaneye gittiğim bir gün hastanenin yolu üzerinde Vezneciler'de büyük bir eylem vardı. Bir anda eylemcilerle beraber sivil polis koluma girdi ve beni koşturmaya başladı. Ona hamile olduğumu söylesem de hiç dinlemiyordu. Beni de 17 kişiyle birlikte bir minibüse doldurdular. Daha sonra karakola götürüp bizi büyük bir salona doldurdular. Kadın polisler gözaltına alınan erkek öğrencileri coplarla dövmeye başladılar. Hatta o gün PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edildiği gündü. Polisler 'Siz bunu mu protesto ediyorsunuz' diye suçlamalarda bulundular ve büyük bir arbede yaşandı. Kargaşa arasında nasıl oldu bilmiyorum bayılmışım. Gözümü açtığımda hastanedeydim. Haseki'ye kaldırılmışım. Çok hırpalandım, bu yüzden ikiz çocuklarımdan birini kaybettim.''
Songür, Sultanahmet'te 16 kişinin yargılanmasının olduğu gün polislerin hastaneden çıkmasının riskli olmasına rağmen kollarından serumları söktürüp hakim karşısına çıkarıldığını belirtti.
Songür, 28 Şubat döneminde yapılan hukuksuz yargılamalar neticesinde hala hapiste olan suçsuz insanların olduğunu belirterek, onlar için tekrar bir yargılanma, haklarının iadesi, yaşadıkları ve mağduriyetlerin telafisi için bir çalışma beklediğini sözlerine ekledi.
"O iğrenç peruğu takmak zorunda kaldım"
28 Şubat darbesinin başörtülü mağdurlarından olan Fatma Aydın Ataş da okulunu bitirmek için peruk takmak zorunda kalanlardan.
Ataş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni 2001 yılında kazandığını, okula kayıt yaptırdığı dönemde üniversitelerde başörtü yasağının tüm hızıyla devam ettiğini anlattı.
Kayıt yaptırdıktan sonra eğitim göreceği fakülteye gittiğini söyleyen Ataş, "Hademeler benim okula başörtüsü ile yanaştığımı görünce, 'sen öğrenci misin?' diye sordular. Ben de evet kaydımı yaptırdım bu yıl öğrenci olacağım dedim. Bana 'senin gibi başörtülüler şapka takarak gelebiliyorlar' demişlerdi. O zaman sevinmiştim, çünkü başımı açmayacaktım. Şapka ile her türlü başımı örtebilirdim. Öyle başladım okula. Çok mutluydum, Allah'ın bir lütfu gibiydi şapkayı takıp okula gitmek. Çünkü başımı açmayacaktım." diye konuştu.
"Saçınızı örttüğünüz her şey yasak"
Bu şekilde 2 yıl okula devam ettikten sonra yeni bir yasakla karşılaştıklarını anlatan Ataş, "Bir gün okula geldik, okulun kapısına 'ideolojik peruk ve şapka takmak yasaktır.' diye okul idaresinin yazdığı bir yazı vardı. Onu görünce şok olmuştuk. İdeolojik şapka ve peruk nasıl olur bilmiyorum. Bunu akademisyenler açıklamalılar. Şunu demek istiyorlardı, saçınızı örttüğünüz her şey yasak. Bir yaprakla da başınızı örtseniz, herhalde buna da ideolojik yaprak diyeceklerdi." ifadelerini kullandı.
Ataş, şapka yasağının ardından bir dönem boyunca sınavlara girdiğini ancak asistanlar tarafından sınavlardan çıkartıldığını ve bu nedenle o dönem hep sınavlardan sıfır aldığını söyledi.
Vizelerin ilk gününde arkadaşlarla aldıkları karar üzerine şapkasını çıkarmadığı için asistanlar tarafından sınavdan çıkartıldığını belirten Ataş, şöyle konuştu:
"Beni çıkarırlarsa boynumu bükük çıkmayacağım, çünkü ben boynumu bükecek bir şey yapmıyorum, ben haklıyım' dedim. 'Sizi de sınavdan çıkarırlarsa başınız dik çıkın, boynu bükük çıkmayın' dedim. Sınava girdim, 'asistanlar şapkanı çıkar' dedi. Çıkarmıyorum dedim. 'O zaman dışarı çık' dediler. Başı dik bir şekilde çıktım, asistanlar şaşırmışlardı. Bir gün başıma şapka taktırdığıma dair tutanak tutturmayı hedefledim. Çünkü yaptıkları hukuka uygun bir şey değildi. Asistanlar şapkayı çıkarmam konusunda beni uyardı. Ben de 'çıkarmayacağım, suç işliyorsam hakkımda tutanak tutmanızı istiyorum.' dedim. O arada sorular okundu soruları yazdım ve cevaplamaya başladım. Ben çıkmayınca asistanlar Fakülte Sekreteri Hüsnur Doymuş'u çağırdılar. Hüsnur hanım 10 dakika sonra hışımla içeri girdi. Sınav kağıdını önümden çekip aldı ve bana 'sen laftan anlamıyor musun?' dedi. Sağıma solumu baktım, sınıfta kalmam için bir neden kalmamıştı. Ben de onun ardından çıkıp gittim. O gün sağcı, solcu arkadaşlar yanıma gelmişlerdi. 'Sana bu şekilde davranmaya hakları yok' demişlerdi. Bir kız arkadaş 'yarın ben de başımı örtüp geleceğim' demişti ve gerçekten öbür gün başını dolama şeklinde örtüp gelmişti, bütün saçını kapatarak. Onu okula almışlardı. Konu onların başını örtmesi değildi bizim başımızı açmamızdı."
Ataş, zorla çıkartıldığı sınavının iptal edilmediğini, cevapladığı kadarına 35 puan verildiği kaydetti.
Yasakçıların, kendilerine hiçbir şekilde yasaklamalara dair tutanak vermediğine dikkati çeken Ataş, "Hem yasak hem de tutanak tutmadılar. Elimiz de hukuku bir belge olsun istemiyorlar. Bugünleri düşünerek. Kesinlikle tutanak tutmayın diye bir telkinde bulunulmuştu." dedi.
"Peruğu atmadım"
Okulunu bitirmek için peruk takmak mecburiyetinde kaldığına vurgu yapan Ataş, "O iğrenç peruğu takmak zorunda kaldım. Peruğu, hiç taramadan kafama taktım. Sadece sınavlara girerek okulumu bitirdim. Peruk duruyor, saklıyorum. Saç tokalarının takıldığı yapay saçlardan dahi nefret ediyorum. Bana o peruğu hatırlatıyor. Peruğu atmadım. Peruğu, o günleri unutmamak ve o iğrenç peruğu takmak zorunda kaldığımı çocuklarıma göstermek için atmadım." şeklinde konuştu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.