Analiz

İsrail hükümeti 'lobi desteği'ni kaybediyor

İsrail yönetimi ile Yahudi diasporasının en önemli örgütü olan AIPAC arasında yaşanabilecek bir ayrılığın ekonomik, siyasi ve toplumsal bir maliyeti olacaktır.

20.03.2018 - Güncelleme : 29.03.2018
İsrail hükümeti 'lobi desteği'ni kaybediyor

İSTANBUL - Haydar Oruç

4-6 Mart günleri arasında ABD’deki en etkili Yahudi kuruluşu olan Amerika-İsrail Kamu İşleri Komitesi’nin (AIPAC) 2018 yılı konferansı icra edildi. Yaklaşık 18 bin kişinin dinleyici olarak katıldığı konferansa Amerikan ve İsrail siyasetinden çok sayıda önemli isim de iştirak etti. Amerikan yönetiminin Başkan Yardımcısı Mike Pence, BM Daimi Temsilcisi Niki Haley, Tel Aviv Büyükelçisi David Friedman tarafından temsil edildiği konferansa, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’den de pek çok senatör katılarak, Amerikan’nın İsrail’e desteğinin süreceğini bildiren konuşmalar yaptı. İsrail tarafından ise Başbakan Benjamin Netanyahu, İsrail’in Washington Büyükelçisi Ron Dermer ile muhalefeti temsilen İşçi Partisi lideri Avi Gabbar ve İşçi Partisi’nin eski lideri Isaac Herzog konferansa katıldı.

Konferansın bu yılki ana teması, İran nükleer anlaşmasının bölge ve dünya için potansiyel tehlike olduğu ve iptal edilemese bile en azından yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine dair mesajlardan oluşuyordu. Bu mesajlar AIPAC’in anlaşmanın imzalandığı 2015 yılından beri sürdürdüğü tutumla uyumluydu. Bu yılki konferansı öncekilerden farklı kılan ise Trump’ın yönetime gelmesiyle ABD’de değişen siyasi konjonktürde AIPAC’in İsrail-Filistin sorununun halli için “iki devletli çözümü” destekleyen yegâne kuruluş olarak kalması ve bu nedenle pek çok İsrailli siyasetçi tarafından boykot edilmesiydi. Hatta bu gerekçeyle bazı İsrailli sağcı milletvekillerinin AIPAC’in mevcut pozisyonunu eleştirdiklerine ve iki devletli çözüm söyleminden vazgeçmesini talep ettiklerine dair haberler konferanstan önce basına yansımıştı. Benzer bir tutum da Batı Şeria’daki yerleşim bölgelerinin ve hükümetin yerleşimcilere yönelik politikalarının savunucularından olan Samara Bölge Konseyi başkanı Yassi Dagan’dan geldi. Bu bölgelerde siyasetçilerden bile daha etkili olduğu bilinen Dagan, AIPAC yönetimine bir mektup yazarak uygulanan barış yanlısı politikalardan duyduğu rahatsızlığı bildirmişti.

Daha da tuhaf olanı ise iktidardaki Likud Partisi ile koalisyonun diğer ortaklarından bazı önemli siyasetçilerin, aynı tarihlerde ABD’de olmalarına rağmen, AIPAC konferansı yerine, üç blok ötede (yerleşimlerin teşvik edilmesini destekleyen ve bu konudaki en önemli çatı kuruluş olan) Yesha Konseyi ile Stratejik İşler Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği alternatif bir etkinliğe katılmayı tercih etmiş olmalarıydı. Likud’un önemli isimlerinden Enerji Bakanı Yuval Steinitz, milletvekilleri Tzachi Hanegbi ve Sharren Haskel, Yahudi Evi Partisi lideri ve Eğitim Bakanı Naftali Bennett, yine aynı partiden Adalet Bakanı Ayelet Shaked, İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Dani Dayan ve muhalefetteki Meretz Partisi’nden Esawi Freij bu toplantıya katılarak, AIPAC’deki konseptten tamamen farklı bir tonda konuşmalar yaptılar. Bu etkinlikte verilen mesaj ise İsrail’in geleceği için, mevcut yerleşim yerlerinin muhafaza edilmesinin ve yeni yerleşim yerlerinin açılmasının hayati olduğuydu. Dolayısıyla, muhtemel bir İsrail-Filistin barışının önündeki en önemli engellerden biri olan yerleşim yerleri konusunda taviz verilmemesi talep ediliyordu.

Mekan olarak tarihi Sixth&I sinagogunun seçildiği toplantıda konuşan bakanlar Steinitz, Bennett ve Shaked, bölgede kendi sınırları ve bağımsız bir yönetimi olacak bir Filistin devleti kurulmasının İsrail çıkarları ile örtüşmediğini ve böyle bir şeyi talep etmenin İsrail’i boykot eden BDS hareketini desteklemekten farksız olacağını söyledi. Yerleşimler konusunun İsrail için hayati bir mesele olduğunun altını çizen bakanlar, Trump’ı hem Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etme kararı hem de yerleşimlerin barışın önünde engel olmadığına dair açıklamaları nedeniyle övdüler. Artık bu karardan geriye dönüş olamayacağı için, Filistinlilerin bu durumu kabul etmeleri gerektiğini söyleyen konuşmacılar, sahadaki gerçekleri kabul etmenin tarafları çözüme yaklaştıracağını ileri sürdü. Konuşmalardaki Trump övgüsü, artık İsrail yönetiminin iki devletli çözüm, uzlaşı ve barış gibi, kendilerince hazmedilemeyen söylemlere sahip çıkan AIPAC yerine, daha zorlayıcı ve İsrail hükümetinin jargonunu kullanan Trump yönetimine yaslanmayı tercih ettiklerini gösteriyor.

Obama döneminde yerleşimlerin durdurulmasına, hatta kaldırılmasına yönelik ABD tarafından yapılan baskıya nazaran Trump yönetiminin bu konuyu muhtemel bir barışa engel olarak görmemesi sayesinde, son bir yıl içinde alınan yeni yerleşim yeri kararlarını da başarı olarak tanımlayan bakanlar, daha fazla yerleşim yeri açılabilmesi için, gerekirse Batı Şeria’nın İsrail sınırlarına dahil edilmesini de ifade etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 23 Aralık 2016 tarihinde aldığı, yerleşimlerin derhal durdurulmasını ve önceki yerleşimlerin kaldırılmasını talep eden 2334 sayılı karar hükmünü korurken, İsrailli politikacıların söylemleri artık uluslararası hukuktan ziyade Trump’tan güç devşirildiğini gösteriyor.

Katılımcı profillerinin İsrail’in ve Yahudilerin çıkarlarını önceleyen kişilerden müteşekkil olması nedeniyle homojen bir yapıya sahip olan bu iki ayrı organizasyon, gündeme getirilen hususlar ve tercih edilen sorun çözme teknikleri itibariyle birbirinden ayrılıyor. Zira AIPAC direktörü Howard Kohr, kendilerine yönelik bütün eleştirilere rağmen iki devletli çözümü “en kuvvetli şekilde” desteklediklerini ifade ederken, Yesha Konseyi’nin temsilcisi Oded Revivi ise AIPAC’e saygı duyduklarını, ancak gelinen noktada AIPAC’ten temel konularda ayrı düştüklerini söyledi. Benzer bir şekilde, AIPAC konferansında bazı eski AIPAC yöneticileri olası bir barış anlaşması durumunda Batı Şeria’daki bazı yerleşimlerin kaldırılması gerekeceğini söylerken, Yesha Konseyi’nin toplantısında yerleşimlerin devamına yönelik çok net bir tavır takınıldı.

Gelinen noktada AIPAC’in savunduğu görüşlerin kendilerini temsil etmediğinin, İsrail toplumunda ve siyasetinde bir karşılığı olmadığının dile getirildiği konuşmalarda vurgulanan en önemli konu ise artık AIPAC konferanslarına alternatifler üretmenin zamanın geldiğinin dillendirilmesi oldu. Oysa AIPAC’in, İsrail’in ve genel olarak tüm Yahudilerin Amerika’daki ve tüm dünyadaki çıkarlarının korunmasında en önemli örgüt olduğu biliniyor. Tabii ki Amerika’daki tek Yahudi kuruluşu AIPAC değil. Yahudilere yönelik haksız ithamlarla mücadele eden Karalamayla Mücadele Birliği (ADL) ve Amerikan Yahudi Konseyi (AJC) de etkili Yahudi kuruluşları arasında sayılabilir. Ancak Amerikan siyasetinde ve toplumunda mevcut İsrail yanlısı algının üretilmesinde, AIPAC’in şimdiye kadar sürdürdüğü çalışmaların büyük etkisi bulunuyor. Son konferansa katılan, her iki partiye mensup Amerikan senatörleri, temsilciler meclisi üyeleri ve diğer üst düzey bürokratlar da bunu ispat ediyor.

İsrail yönetimi ile AIPAC arasında yaşanan bu fikri ayrılığının fiziki bir ayrılığa dönüşüp dönüşmeyeceği, cevabı en çok merak edilen soru oldu. İsrail yönetimi ve yerleşim bölgelerindeki sivil toplum kuruluşlarının liderlerinin AIPAC’i doğrudan suçlamak yerine, durduğu yerin yanlış olduğuna dair eleştirilerde bulundukları görülüyor. AIPAC yönetimi ise duruşunu net bir şekilde ortaya koyarak, Trump’ın ve mevcut İsrail yönetiminin İsrail-Filistin barışındaki tutumunu desteklemediğini beyan ediyor. Her ne kadar iki tarafın ortak paydası İsrail ve Yahudilerin menfaatleri olsa da, en azından metot konusunda anlaşamadıkları ortada. Bu farklılaşmanın ABD-İsrail ilişkilerine olumsuz bir yansımasının olması beklenmemekle birlikte, Netanyahu hükümetinin veya mevcut İsrail zihniyetinin, Trump sonrası ABD’de kimden destek alacağı tartışılıyor. Keza hakkındaki bazı soruşturmalar nedeniyle Trump’ın akıbeti belli değilken, İsrail yönetiminin bu tercihinin ne kadar yerinde olduğu da tarışmalı görünüyor.

Benzer bir şekilde, hakkında pek çok yolsuzluk soruşturması devam eden ve polis tarafından aleyhinde somut delillere ulaşıldığı açıklanan Netanyahu’nun geleceği de belirsizliğini koruyor. Hal böyleyken, İsrail’in ABD’deki çıkarlarının zedelenmesine mal olacak ve bu maliyetin tüm İsrailliler tarafından ödeneceği böylesi bir tercih değişikliğinin İsrail toplumunda nasıl karşılık bulacağı da belirsiz. AIPAC’in dile getirdiği “iki devletli bir çözüm sonrası güvenlik ve barış içinde iki komşu gibi yaşamak mümkündür” söylemi, kimsenin sırtını çevirebileceği bir argüman değil. Yıllardır süregelen çatışma ortamı ve güvensizlik duygusunun ötesinde, son bir yıl içinde hayata geçirilen Trump-Netanyahu politikaları nedeniyle yaşanan olumsuz gelişmeler, AIPAC’in önerilerinin desteklenmesi gerektiğinin delili.

Sonuç olarak, İsrail yönetimi ile Yahudi diasporasının en önemli örgütü olan AIPAC arasında yaşanabilecek bir ayrılığın ekonomik, siyasi ve toplumsal bir maliyeti olacaktır. Netanyahu hükümeti, tercihi nedeniyle yaşanabilecek herhangi bir olumsuzluğun siyasi maliyetini 2019 seçimlerindeki yenilgisiyle ödeyebilir; ama İsrail toplumunun ödeyeceği maliyet çok daha büyük olacaktır. Zira AIPAC gibi bir destekçiden mahrum olarak mevcut çatışmacı politikalarda ısrar edilmesi, İsrail’in uluslararası toplumda yalnız kalmasına ve buna mukabil göreceği ekonomik tahribatın faturasının son kertede halk tarafından ödenmesine ve toplumsal huzursuzluğa yol açacaktır.

[Haydar Oruç, 2014 yılından beri araştırmacı olarak Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nün (ORMER) İsrail masasında, siyaset ve toplum ilişkileri ve sivil toplum örgütlerinin politika yapım sürecindeki rolleri üzerinde çalışmaktadır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın