Suriye hava sahasının kontrolü: Mayın tarlasında uçmak
Suriye’de savaşın ve savaş sonrasında kurulacak olan siyasi düzenin çok tartışılmayan unsurlarından biri de hava sahası kontrolü.Suriye hava sahası, önümüzdeki on yılların statükosunu oluşturacak şekilde yeniden biçimlendiriliyor.
İSTANBUL - Can Kasapoğlu
Hemen yanı başımızda bir zaman makinesi olduğunu farzedelim ve bu zaman makinesi ile çok eskilere değil, sekiz sene öncesine, 2010 yılına seyahat ettiğimizi varsayalım. 2010 yılında, dünyanın herhangi bir düşünce kuruluşunda ya da istihbarat servisinde çalışan, portföyünde hava ve füze savunmasına ilişkin dosyalar olan bir analisti düşünelim. Normal koşullarda, bahse konu hayali karakterin, NATO’nun 2010 Lizbon Zirvesi sonrasındaki füze savunma duruşunu, 2008 yılında, Gürcistan müdahalesi sırasında Rus hava gücünün performansını ya da İran’ın orta menzilli balistik füze denemelerini değerlendirmesi beklenebilir.
Dünyanın en tehlikeli hava sahası
Ancak biz, söz konusu analistin, daha 2010 yılının başlarında, şöyle bir tahmin yaptığını hayal edelim: “Önümüzdeki iki yıldan başlayarak, Suriye hava savunma sistemleri uluslararası hava sahasında keşif görevindeki bir Türk savaş uçağını düşürecek, aynı yıl Baas rejimine bağlı kuvvetler Halep’e yönelik yoğun bir balistik füze kullanımına başlayacak; NATO, Ankara’nın talebi üzerine Türkiye’de üç şehirde füze savunma sistemleri konuşlandıracak; yine 2012 yılında, Suriye Arap Hava Kuvvetleri’ne ait bir Mig-23 muhaliflerce düşürülecek, bir yıl sonra Suriye Arap Hava Kuvvetleri ülke topraklarında sistematik bir kimyasal harp faaliyetine başlayacak; 2013 yılı içinde, rejimin bazı hava üsleri çeşitli devlet-dışı silahlı gruplarca kontrol altına alınmış ya da kuşatılmış olacak; Suriye’de rejim güçlerinin envanterinde bulunmadığı açık-kaynaklarca bilinen silahlar da dahil olmak üzere, personel tarafından kullanılan hava savunma sistemleri (MANPADS) kullanılarak birçok helikopter düşürülmüş olacak; 2014 yılına gelindiğinde İsrail’e ait bir Patriot hava ve füze savunma sistemi bir Suriye Su-24’ünü Golan Tepeleri üzerinde düşürecek; aynı yıl, Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16, Rakka üzerinde düşecek ya da düşürülecek, pilotu teröristlerce ele geçirilip trajik bir şekilde hayatını kaybedecek; bir yıl sonra, 2015’te, bu kez Rusya Federasyonu’na ait aynı tipte bir uçak NATO üyesi bir ülke olan Türkiye tarafından hava sahasını ihlal ederken düşürülecek; Ruslar, Suriye’ye S-400’ler konuşlandırmaya başlayacak; aynı yıl, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri, ABD’ye ait bir MQ-1 Predator insansız hava aracını Lazkiye üzerinde düşürecek; 2016 yılında Ruslar, tek uçak gemileri olan Amiral Kuznetsov’u Doğu Akdeniz’e gönderecek; 2017 yılında ABD Donanma Havacılığına bağlı uçaklar bir Suriye Su-22’si düşürecekler, ayrıca ABD Donanması, Suriye’nin önemli hava üslerinden Şayrat’a yönelik Tomahawk seyir füzeleri ile bir taarruz düzenleyecek. Aynı yıl, İran kendi topraklarından Suriye’nin doğusundaki terörist hedeflere bir balistik füze taarruzu düzenleyecek. Dahası, 2018 yılında, bir hafta içinde, Türk Kara Havacılığı’na ait bir T-129 taarruz helikopteri, bir Rus Su-25’i, İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16I ve İran Devrim Muhafızlarına ait bir insansız hava aracı, Suriye’deki çatışma ortamında düşecek ya da düşürülecek.
Acaba, 2010 yılında, hemen birkaç yıllık bir dönemi tahmin eden bu hayali analist ve yazdığı rapor hakkında ne düşünürdünüz? Zira, sekiz yıl içinde, yukarıda örnek olarak verilen olaylardan çok daha fazlası gerçekleşti.
Hava sahası kontrolü haritayı da belirleyecek
Suriye’de savaşın ve savaş sonrasında kurulacak olan siyasi düzenin çok tartışılmayan unsurlarından biri de hava sahası kontrolü. Açıkçası, uluslararası toplum Suriye ‘topraklarında’ neler olduğu ile ilgilenirken, Suriye ‘semalarında’ önemli bir jeostratejik mücadele yaşanıyor. Konunun mahiyetini anlatmak için birkaç örnek verelim:
Aralık 2017’de, ABD Hava Kuvvetleri’nin en kıymetli platformlarından biri olan ve stealth yeteneği de bulunan bir F-22, Suriye hava sahasında, Rusya’ya ait, yakın hava desteği görevlerinde kullanılan iki Su-25 tipi savaş uçağına önleme yaptı. Bunun üzerine, gelişmiş Rus avcı uçağı olan bir Su-35, duruma müdahale etti ve tehlikeli bir gerilim yaşandı. Konuyu daha da ilginç kılan, Rusya Federasyonu ve ABD makamlarının, tıpkı milli hava sahalarına ilişkin bir anlaşmazlık yaşayan iki ülke gibi, -çatışmasızlık mutabakatı gereği- karşı tarafı, sorumluluğunda bulunan hava sahasını ihlal etmekle suçlayan farklı diplomatik retorikler kullanması idi.
Benzer şekilde, geçtiğimiz haftalarda ABD, Suriye’nin doğusunda bulunan Deyr ez-Zor’da Baas rejimine bağlı kuvvetleri bombaladı. İddialara göre, hayatını kaybedenler arasında Rus özel askeri şirketleri bünyesinde faaliyet gösteren çok sayıda personel de bulunmakta idi.
Son olarak, 2017 yılında, yine Deyr ez-Zor üzerinde, Baas rejimine ait bir Su-22, ABD desteğindeki -nüvesini YPG’nin oluşturduğu -Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı unsurları bombaladığı gerekçesiyle düşürüldü.
Yukarıda betimlenen tablo, basit bir anlaşmazlıklar dizisinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Suriye hava sahası, önümüzdeki on yılların statükosunu oluşturacak şekilde yeniden biçimlendiriliyor. Tüm bu transformasyon esnasında, Rusya’nın Suriye’ye konuşlandırdığı stratejik silah sistemleri ise oyun-değiştirici nitelikte.
Rus ‘A2/AD’ Kapasitesi
Rusya’ya ait bir Su-24’ün, Türkiye hava sahasını ihlal ettikten sonra düşürülmesi, Moskova’nın Suriye’ye, yüksek irtifa hava ve füze savunma sistemlerini (örn. S-400, S-300V4) konuşlandırmasını beraberinde getirmişti. Bu stratejik silah sistemleri, orta ve alçak irtifalarda etkili SA-17 ve Pantsir S-1 gibi diğer karadan-havaya füzeler (SAM) ile çok katmanlı bir mimari oluşturacak şekilde tamamlandı. Ayrıca, Krasukha-4 elektronik harp sistemleri, hava üstünlüğünü tahkim etmek üzere Su-35 avcı uçakları, SS-26 İskender kısa menzilli balistik füzeleri gibi birçok sofistike unsur da Suriye’ye gönderilmişti.
Dönemin NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı General Philip Breedlove, Suriye’deki Rus askeri varlığını açıkça Doğu Akdeniz’de bir A2/AD (anti-access / area denial -bir bölgeyi düşman unsurlarına kapatma ya da o bölgede düşman unsurlarının hareketlerini kısıtlama) merkezi olarak tasvir etmişti.
Bu yeteneklere, Rus hava savunma sistemleri ile enteroperabilite gösterebilen Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetlerini eklemekte de yarar var. Zira, Şayrat Üssü’ne yönelik ABD taarruzundan sonra Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı, açıkça, Suriye’nin askeri yeteneklerinin geliştirileceğini vurgulamıştı. Kimi uzmanlar, İsrail uçağının düşürülmesinin de, Suriye’nin, Rusya tarafından desteklenen imkan ve kabiliyetlerinden kaynaklandığını öne sürüyorlar.
Suriye hava sahasının öncelikle Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetlerinin bölgedeki A2/AD unsurları sayesinde, ikincil olarak da Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri’nin tahkim edilmiş yetenekleri nedeniyle giderek daha tehlikeli bir hal almasının jeopolitik sonuçları olacaktır.
Begin Doktrini risk altında mı?
Bu sonuçlardan en çarpıcısı, İsrail Hava Kuvvetleri’nin Suriye’ye olan müdahalelerinde daha zor bir güvenlik ortamı ile karşı karşıya kalması. İsrail’in 2007 yılında, Deyr ez-Zor’da inşa edilen el-Kibar nükleer tesisine yönelik hava harekatı, esasen, eski Başbakanlardan Menahem Begin’in adıyla anılan Begin Doktrini’nin Suriye’de kısmen de olsa askıya alınması anlamına gelecek. Bilindiği gibi Begin Doktrini, İsrail Devleti’nin bölgedeki rakiplerinin kitle imha silahları elde etme çabalarına, askeri güç kullanımı da dahil olmak üzere, doğrudan müdahaleyi öngörmekte. 1981 yılında Irak’ta bulunan Osirak Reaktörü’ne yönelik hava harekatı, 2007 yılında Suriye’de bulunan el-Kibar nükleer tesisine yönelik müdahale ve hatta İran’ın nükleer programını akamete uğratmak için gerçekleştirilen siber saldırılar hep söz konusu doktrin çerçevesinde icra edilmişti. Dahası İsrail, Suriye’de savaşın başından itibaren Lübnan Hizbullahı’na yönelik silah sevkıyatlarına, Baas rejiminin kimyasal harp kapasitesi başta olmak üzere stratejik silah sistemlerine ve son olarak da, İran’ın Suriye’de kalıcı olma çabalarına yönelik önleyici askeri müdahalelerde bulunmuştu.
Suriye hava sahasının İsrail Hava Kuvvetleri açısından giderek daha tehlikeli hale gelmesi, elbette İsrail’in müdahalelerini tamamen durdurması anlamına gelmiyor. Zira, karadan-karaya güdümlü silah sistemleriye de bir müdahale kapasitesi var. Ancak, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri’nin gösterdiği ivme ve son yaşanan F-16I hadisesi, gerçekten sarsıcı oldu. Bundan sonra, İsrail Hava Kuvvetleri’nin operasyonel seyrini izlemekte yarar var.
Yarından sonrası
Elbette, bu makalenin girişinde verilen örnek gibi geleceği görmek veya zamanda yolculuk, mevcut teknolojiler ve bilgi birikimi ile mümkün değil. Ancak, Suriye hava sahasında ciddi fay hatlarının olduğunu söyleyebiliriz. Bu fay hatları, Rusya ile ABD arasındaki mücadele nedeniyle, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri’nin, Türkiye’ye karşı girişmeye cesaret edebileceği bir macera ile ya da İsrail’in, İran’ın Suriye’de inşa ettiği üsleri topyekun hedef alma girişimi ile tetiklenebilir.
Son notu da, özel olarak Türkiye’ye ayıralım.
Türk Hava Kuvvetleri, Zeytin Dalı Harekatı’nın başındaki yüksek operasyonel tempo ile Fırat Kalkanı’ndan alınan derslerin etkin biçimde özümsendiğini ortaya koydu. Öte yandan, hava gücünün kullanımının arkasında Ankara’nın Moskova ile yürüttüğü üst düzey temaslar ile elde edilen diplomasi başarısı var. İlginçtir ki, Zeytin Dalı Harekatı Fırat Nehri’nin doğusunda yürütülüyor olsa idi, bu kez aynı diplomatik zemini ABD ile oluşturmak gerekecekti. Suriye hava sahasının gerçekliği artık budur. Bir de elbette alçak irtifada dikkat çekilmesi gereken MANPADS tehdidi var, ancak o, ayrı bir çalışmanın konusu.
Suriye’nin kuzeyinde PKK terör örgütünün ve uzantılarının varlığı, Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik en ciddi tehdit niteliğinde. Bu tehdidi bertaraf etmek için de Zeytin Dalı icra ediliyor. Bu makalenin yayıma hazırlandığı sıralarda, Baas rejimi -ve iddialara göre İran- destekli militanlar ise PKK/YPG terörist unsurlarının konuşlandığı Afrin kent merkezine girmeye çalışıyordu. Türk basını, kara çatışmaları ile değişen haritalara ve Afrin’e girmeye çalışan rejime bağlı milis kuvvetlerine odaklansa dahi, Türkiye’nin savunması açısından çok kıymetli olan Zeytin Dalı Harekatı’nım güvenliği için şu soruların çalışılmasında büyük yarar var: İsrail’e ait F-16’yı düşüren Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri, bunu Rusya ile bir koordinasyon halinde mi gerçekleştirdi? (açıkçası aksini düşünmek pek mümkün değil.) Daha da önemlisi, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri üzerindeki Rusya-İran dengesinin etkileri nasıl?
Bu soruların yanıtları, yakın dönemde Türkiye’nin Suriye stratejisinde de önemli yer tutacaktır.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi'nde (EDAM) savunma analistidir]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.