Analiz

Ürdün ekonomik kriz ve dış yardım kıskacında

Dış yardım almadan neredeyse altı ay içinde iflas edebilecek bir ülke olan Ürdün, bölgesel ve küresel krizlerde büyük güçlerin aksine bir politika izleyebilecek güce sahip değil.

13.06.2018 - Güncelleme : 14.06.2018
Ürdün ekonomik kriz ve dış yardım kıskacında

İSTANBUL - Furkan Halit Yolcu

Aralık 2017’de alınan Kudüs kararı ile birlikte Ürdün dış siyaseti başta İsrail olmak üzere bölge ülkeleri ile gergin bir zemine oturdu. Buna ilave olarak Körfez'deki Katar krizi de oldukça hassas bir dengede yürütülen Ürdün dış politikasını, Suudi Arabistan ve yakın müttefikleri açısından "sorunlu" hale getirdi.

Ürdün, temel anlamda sıcak para ihtiyacının büyük bir bölümünü dış yardımlardan (düşük faizli kredi ve hibeler) gideren bir ülke olduğundan, bölgesel ve küresel krizlerde büyük güçlerin aksine politika izleme kapasitesi yüksek olan bir devlet değil. Yani devlet bütçesinin önemli ölçüde dış yardımlara bağlı olduğu Ürdün’ün finansörleri ile yaşayacağı en ufak sorunlar bile ülke ekonomisini büyük bir buhrana sokma potansiyeline sahip. Bu durum da Ürdün gibi doğal kaynaklardan yoksun ve endüstriyel bir ekonomiye sahip olmayan ülkelerin dış politikasında büyük savrulmalara ve dışa bağımlılığa sebep oluyor.

Ürdün’e yönelik dış yardımlar incelendiğinde 2017 itibarıyla senelik temin edilen dış yardımın hibe, düşük faizli kredilerle birlikte 3.5 milyar dolar seviyesini aştığı görülüyor. 33 milyar dolar GSYH’si olan bir devlet için alınan dış yardımların toplam değeri yüzde 10’dan fazla bir paya tekabül ediyor. Salt bu istatistikle bile Ürdün ekonomisinin dış yardım almadan neredeyse 6 ay içinde iflas edeceği varsayımı çıkarılabilir. Ürdün Planlama ve İşbirliği Bakanlığı, 2017 yılı Dış Yardım Raporu verilerine göre günümüz itibarıyla Ürdün’e yapılan yardımların yüzde 55’i doğrudan devlet bütçesini desteklemek adına yapılan yardımlardan oluşuyor. Bütçe desteğinden sonra en büyük paylara sahip alanlar ise yüzde 10’luk oranlarla su-kanalizasyon ve altyapı hizmetleri. Ürdün’de halihazırda su-kanalizasyon yatırımları daha çok Avrupalı ülkeler tarafından uygulanırken, özellikle karayollarının inşası ve bakımı gibi hizmetleri ise başta Suudi hükümeti olmak üzere Körfez ülkeleri üstlenmiş durumda.

Bu durum Ürdün hükümetinin sadece bütçe desteği almadığını ve normalde kamu harcamalarından sayılan bu tarz hizmetleri de başka devletlerden finanse ettiğinin göstergesi. Kalkınma projelerinin neredeyse tamamının dışarıdan finanse edildiği böyle bir ekonomik yapıda, Ürdün için dış yardımların kesilmesi hem ekonomik kriz hem de halka sağlanan birçok hizmetin durması anlamına geliyor. Son 5 senelik vadede aldığı dış yardım 12 milyar doların üzerinde olan Ürdün, bu süreçte giderek en basit hükümet harcamalarında bile dışa bağımlı hale geldi. IMF’den alınan düşük faizli kalkınma kredilerinden kaynaklanan reformlar ise dış yardım konusunda en çok sorun çıkaran durumlardan birisi haline geldi. Geçtiğimiz günlerde akaryakıta yüzde 5.5 ve elektriğe yüzde 19 oranında yapılacağı açıklanan zamlar ve tüm bu ekonomik süreçler başbakanlık önünde bir hafta devam eden büyük protestoları getirdi.

Ekonomisinde dış yardımların bu kadar belirleyici olması nedeniyle Ürdün dış siyaseti, özellikle Arap Baharı süreci, Katar krizi ve Filistin meselesine dair kritik gelişmelerde yardım alınan ülkelerle eşgüdüm zorunluluğu doğuruyor. Filistin meselesinde Kudüs kararı ile ABD’den ayrı bir çizgide duran Ürdün, Katar krizine de el-Cezire’nin Ürdün ofisini kapatarak ve Katar ile diplomatik ilişki düzeyini düşürerek reaksiyon gösterdi. Ancak hükümetin, bu önlemlere ek olarak herhangi bir yaptırım uygulamayacağını söylemesi Körfez’de rahatsızlık oluşturdu. Öyle ki bazı iddialara göre çoğunluğu KİK çatısında kurulan Arap Kalkınma Fonu ve Suudi Kalkınma Fonu tarafından sağlanan yarım milyar dolarlık dış yardımın ödemeleri durduruldu.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Ürdün’e karşı tavır almasının diğer bir sebebi ise Amman'ın Müslüman Kardeşlere ve Hamas’a aynı sertliği göstermemesi. Ürdün hükümeti ülke nüfusunun yarısını oluşturan Filistinlilerden kaynaklanacak bir ayaklanmaya karşı oldukça tedirgin. Hükümetin bu konuda eli kolu bağlanmış bir durumda. Bir yandan dış yardımlar giderek bu kritik konularda ortaya konulan tavra bağlı hale gelirken, Ürdün’deki Filistinliler ise hükümetin yeterli düzeyde İsrail karşıtı olmadığına inanıyor. Böyle bir kıskacın içerisinde kalan Ürdün hükümeti ise hem dış yardımları çeşitlendirmeye çalışırken hem de muhtemel bir halk hareketine destek verebileceğini düşündüğü hanedan üyelerini hükümetten ve yönetimden tasfiye etmeye çalışıyor. Geçen hafta boyunca devam eden binlerce kişinin katıldığı gösteriler, Kral II. Abdullah'ın zamların tamamının askıya alındığını açıklamasıyla sonuçlandı.

Monarşinin bütün olaylar içerisinde en çok odaklandığı şey tam da monarşiye yönelecek bir tepkiyi önlemek ve rejim güvenliğini sağlamak. 2011 yılından bu yana altı kez başbakan değişikliğine gidilmesi de halk hareketlerinin evrilebileceği istikametlere dair duyulan tedirginliğinin tezahürü.

Peki Ürdün Ortadoğu’nun güncel güç dengesine kendini nereye konumlandırmalı? Ürdün için rasyonel olan dış politika ve ittifak oluşumları hangileri?

Bu hafta içerisinde Mekke'de yapılan zirvede Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri 5 senelik bir program dahilinde Ürdün'e 2.5 milyar dolarlık acil yardımda bulunma kararı aldı. Böylece boğulmak üzere olan Ürdün ekonomisine ilk yardım yine Körfez bölgesinden geldi. 2010 yılından bu yana yoğun bir yakınlaşma çabası içerisinde olan Türkiye-Ürdün dış siyasetine bir kez daha Körfez bölgesinden şekillendirici müdahale gelmiş oldu. Yüksek Stratejik İş Birliği’nden bu yana Türkiye, Ürdün’ü Ortadoğu’ya açılan bir kapı olarak konumlandırırken, Ürdün de Türkiye’yi Ortadoğu’da İsrail ve Suudi Arabistan’ı dengeleyen bir unsur olarak kullanmaya çalışıyor. Elbette bu karşılıklı fayda ilişkisi Kudüs kararı ile birlikte belki de en yüksek düzeyine ulaşmıştı. Ancak son ekonomik kriz ve Körfez'den gelen acil yardımın, Ürdün'ü dış politika siyasetini gözden geçirmeye zorlayabileceği öngörülebilir. Öte yandan Ürdün’e yardımını arttıran ülkeler de Körfez devletlerinden ibaret değil. Bu sene içerisinde ABD 660 milyon dolar olan ekonomik yardımı 1 milyar dolar seviyesine çıkartırken, Ürdün’e Avrupa Birliği ve Asya ülkelerinden de gelen yardımlar her geçen sene artıyor.

Bahsi geçen koşulların ortaya çıkardığı bu tabloda, Ürdün dış siyasetinin uzun bir süre dış yardımlarla şekillenmesi muhtemel görünmektedir. Bu bakımdan Ürdün için rasyonel olan, bağımsız bir dış politika için endüstrisini güçlendirmek ve dış yardımlara olan bağımlılığı azaltmak olacaktır. Aksi halde ne toplumsal tepkilerden kaynaklanan tedirginlikten ne de askeri darbe korkusundan uzak kalınabilir. Türkiye içinse Ürdün siyasetine daha çok etki etmenin ve Ürdün’le ortak bir Filistin siyaseti geliştirmenin en temel bileşeni ekonomik destektir. Bu anlamda iki devletin karşılıklı anlaşmalar ile oluşturacağı bir ekonomik ittifak Ürdün’ün Körfez etkisinden kurtarılması adına atılacak adımlardan en önemlisi ve ilki olabilir. Sonuç olarak, Ortadoğu güvenliği hala birçok ülke için ekonomik istikrarın ötesine geçebilmiş değil. Çok küçük türbülanslarla bile egemenliğini yitirecek ülkelerle dolu bu bölgede ekonomi, güvenlik anlamındaki önceliğini daha uzun dönemler koruyacak gibi görünüyor.

[Çalışma alanı "Ortadoğu'da Silahlanma" olan Furkan Halit Yolcu, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde (ORMER) Araştırmacı olarak görev yapmaktadır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın