Analiz

Varna Zirvesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde yeni rasyonel söylem

Varna'da gerçekleştirilen Türkiye-AB Zirvesi, ilişkilerin yeniden gözden geçirildiği ve bunun sonucunda da ilişkilerdeki problemli konuların tercihen uzlaşılan ortak alanların arkasına itildiği bir zirve izlenimi veriyor.

28.03.2018 - Güncelleme : 29.03.2018
Varna Zirvesi ve Türkiye-AB İlişkilerinde yeni rasyonel söylem

İSTANBUL - Doç.Dr. Emel Parlar Dal

26 Mart 2018 günü Bulgaristan’ın Varna şehrinde düzenlenen AB-Türkiye Zirvesi, Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden gözden geçirildiği ve bunun sonucunda da ilişkilerdeki problemli konuların, tercihen uzlaşılan ortak alanların arkasına itildiği bir zirve izlenimi veriyor.

Birlik içerisinde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un, Varna’daki zirve öncesinde, Türkiye ile müzakerelerin kesilmesi gerektiğine dair açıklamalarında görüldüğü gibi, Türkiye’nin adaylık statüsünün sürdürülmesiyle ilgili bir takım çatlak sesler çıksa da önümüzdeki dönemde, AB'nin Türkiye’nin adaylık statüsüyle ilgili geri adım atmasını öngörmek zor.

Zira, AB için Türkiye ile ilgili ani bir çıkış yaparak ilişkilerdeki kazanımları harcamak, şu an için pek de kârlı gözükmüyor ve görünen o ki, gerek AB kurumları gerekse birliğe üye devletlerin birçoğu, bu riski şu an için almaya hazır değil. İlişkileri, kendileri ve Türkiye için acil çözüm gerektiren pratik meseleler üzerinden yürütmek ve bardağın dolu tarafına bakmak istiyorlar.

AB Komisyonu Başkanı Juncker’in “Türkiye ile müzakerelerin devamının garantörüyüm” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, acil çözüm bulması gereken konulara dikkat çeken ve AB’ye tam üyelik gibi esasen ilişkileri tıkayan ve kısır döngü içine sokan ontolojik meseleleri ise şu aşamada merkeze koymayan rasyonel bir söylem söz konusu.

Türkiye-AB ilişkilerinin dönüşümü

Yukarıda bahsedilen bu rasyonel söylemin, hem AB hem de Türkiye için iki tane fonksiyonel sonucu söz konusu: İlki, AB içerisindeki Türkiye karşıtı sesleri, bir ölçüde dizginleyerek günü kurtarmaya yarıyor. AB, Türkiye'nin üyelik meselesini zamana yayarak, uzun vadede üyelik dışında alternatiflerin de içinde olduğu başka bir düzleme kaydırmak istiyor. İkinci olarak ise bu söylem, Türkiye’nin sorunsallaştırılmasını ve yeniden popülist çevreler tarafından AB’nin bir iç meselesi haline dönüştürülmesini engelliyor.

Pratik ve çözüm isteyen konulara odaklı pragmatik yaklaşım, Türkiye meselesinin “normalleştirilmesine” yarıyor. “Anti” söylem bir adım öteye götürmeyen ve kendini tekrar eden ama popülist çevreler için “kullanışlı” bir malzemeyi teşkil ediyor. Türkiye için ise ilk olarak ilişkilerde somut çözümler bulunması beklenen sığınmacılara yapılacak mali yardım, vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin yenilenmesi gibi başlıklarda atılacak adımlar, son yıllarda Türkiye-AB ilişkilerinde adeta bir arpa boyu yol alamama ve tıkanma durumunu hem psikolojik olarak hem de pratikte aşmaya yarayacak. İkinci olarak ise bu söylem, Türkiye’deki Avrupa karşıtlığını frenleme işlevi görerek, normalleşme üzerinden üyelik noktasında sıkışan öze dair meseleleri geri plana itecek.

Buradan hareketle, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfadan ziyade yeni bir söylemden bahsetmek daha isabetli görünüyor. Öyle ki bu söylem her iki taraf için de kısa vadede ilişkilerdeki kriz durumunu aşmayı hedefleyen faydacı ve kullanışlı bir söylem olma özelliği taşıyor. AB yoğun gündeminde, kendi kamuoyuna Türkiye’yi birliğin öncelikli bir meselesi olmaktan çıkarmada kararlı olduğunun sinyalini veriyor ve bunu yaparken de aday ülke statüsünün sürdürülebilirliği sayesinde, Türkiye’yi aynı zamanda kendi ekseninde tutmayı başarıyor. Öte yandan, bu söylemin Türkiye-AB ilişkilerindeki esas sorunları ve özellikle de Kıbrıs meselesi ve bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili ayrışmaları ortadan kaldırmadığını ve gelecekte bu iki mesele üzerinden ilişkilerin çatallanma ihtimalinin olduğunun altını çizmek de fayda var.

Görüş ayrılıkları ve bundan sonraki süreç

Varna liderler zirvesinde öne çıkan diğer bir nokta ise AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker’ın konuşmasının en başında da altını çizdiği gibi, Türkiye’nin AB’nin hali hazırda önemli bir stratejik partneri olduğu ve her iki aktörü birleştiren birçok ortak stratejik çıkarın mevcut olduğudur. Juncker konuşmasında, AB’nin uzun yıllar boyunca Türkiye ile kendilerini birleştiren ortak noktaları öne çıkarmakta başarısız olduğunu ifade etmiş ve özellikle de güvenlik, enerji, düzensiz güç ve küresel terörizm gibi konularda, AB ve Türkiye’nin ortaklığının önemli olduğunu vurgulamıştır. Juncker, darbe girişimi sonrasında alınan tedbirlerle, Türkiye’nin kurumlarının yeteri kadar güçlenerek olağanüstü hale ihtiyaç kalmadığını da belirtmiştir. Bireysel haklarla ilgili olarak ise Juncker gazetecilerin tutuklanması meselesiyle ilgili olarak Türkiye’den bu konuya yeniden göz atmasını arzu ettiklerinin altını çizmiştir.

AB Konseyi Başkanı Donald Tusk da konuşmasında demokrasi, Kıbrıs ve Suriye meselelerine vurgu yapmış ve Türkiye’nin demokrasinin standartlarını artırması konusunda tavsiyede bulunmuştur. Öte yandan, Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak da Tusk konuşmasında doğal kaynaklarını çıkarma ve kullanma hakkını kullanması konusunda AB’nin Kıbrıs’ın arkasında durduğunu hatırlatmıştır. Afrin hareketiyle ilgili olarak da Donald Tusk yaptığı açıklamada Türkiye’ye sivillerin korunması ve insani yardımların aktarılması konularında AB’nin duyduğu endişelerini dile getirmiştir.

Türkiye ve AB arasında kısa vadede çözülmesi pek mümkün olmayan bu ihtilaflı konular ve özellikle de demokrasi ve bireysel haklarla ilgili anlayış farklılıkları, ilişkilerin bundan sonraki dönemde de sürekli dalgalanmalara gebe olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan iki aktörün uzlaşabildikleri konularda ilişkilerin sürdürülebilir olduğunu gerek AB çevrelerine gerekse de Türkiye’ye göstermesi açısından Varna liderler toplantısı önemli. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ilişkilerin özde değil sözde bir tam üyelik perspektifiyle sürdürülmesinin bir süre sonra, Türkiye’nin AB adaylığı statüsünün form değiştirerek ortaklık statüsüne dönüşmesi riskinin mevcut olmasıdır. İlişkiler adaylık ötesinde düşünüldüğünde ise küresel ve bölgesel kriz çözümü, güvenlik, karşı terörizm, düzensiz göçün önlenmesi, kalkınma, enerji güvenliği ve çevre gibi birçok küresel meseleyi ilgilendiren konularda, ortaklığın gelişmesi ise kaçınılmaz. AB ve Türkiye’nin Akdeniz’den, Balkanlara, Ortadoğu’dan Kafkasya’ya önemli bir coğrafyayı kapsayan geniş bir komşuluk alanını paylaştığı dikkate alındığında iki aktörün birbirinin vazgeçilmez partneri olduğu ise yadsınamaz.

[Doç. Dr. Emel Parlar Dal Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın