Yeni bir jeopolitik mücadele alanı olarak 5G teknolojisi
Küresel dengeler açısından belki de nükleer teknolojilerden daha fazla önem taşıyan 5G teknolojisi, günlük hayatımıza girmesine daha birkaç sene olmasına rağmen şimdiden ABD ile Çin arasındaki küresel rekabetin merkezine oturmuş durumda.
İSTANBUL - Dr. Altay Atlı
5G iletişim teknolojisi, günlük hayatımıza girmesine daha en azından birkaç sene olmasına rağmen, şimdiden küresel düzenin büyük gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile yükselen gücü Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki rekabetin merkezine oturmuş durumda.
ABD yönetimi, Çin’in telekomünikasyon firmalarına yaptırımlar getiriyor ve ABD’li firmaların kritik iletişim ağlarında Çin malı ekipman kullanmalarını tamamen yasaklamaya hazırlanıyor. Konuyu ciddi bir ulusal güvenlik meselesi olarak gören Washington, müttefiklerinden de aynı tutumu bekliyor. Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda, dünyanın en büyük telekomünikasyon ekipmanı üreticisi olan Çin firması Huawei’nin 5G ağları ile ilgili ihalelere girmesini yasakladı; halihazırda 3G ve 4G ağlarında Huawei ile çalışmakta olan İngiltere ise 5G konusunda bu firmayı tercih etmeyeceğini bildirdi. Diğer yandan Huawei’nin mali işler müdürü Mıng Vancou'nun ABD’nin talebi üzerine İran’a karşı yaptırımların şirket tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Kanada’da göz altına alınması, sonrasında da ABD Adalet Bakanlığı'nın Huawei’nin banka dolandırıcılığı yaptığı ve Amerikan şirketlerine ait ticari sırları çaldığına dair iddianameler hazırlaması konuyu çok farklı boyutlara getirdi. Çin ise ABD yönetiminin devletin gücünü kullanarak Çinli firmalara zarar vermeye çalıştığını ileri sürüyor. Konu, iki güç arasında devam eden jeopolitik mücadelenin en son ve halen en şiddetli çatışmalarının yaşandığı cephesi haline gelmiş durumda.
ABD’nin endişeleri aslında yersiz değil. Teknolojik alanda üstünlüğe sahip olmak, diğer ülkelerin sahip olmadığı bir teknolojiyi ilk geliştiren taraf olmak, her zaman için uluslararası rekabette ön plana çıkmayı, küresel düzendeki güç dağılımında avantajlı bir konuma geçmeyi sağlayan faktörlerin başında gelmiştir. Tarih derslerinde savaşları, komutanları, anlaşmaları vs. okuruz, ama aslında tüm bunların ardında teknoloji alanındaki bir mücadele vardır. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında nükleer teknolojiler konusundaki yarışta ipi ABD değil de Almanya göğüslemiş olsa, atom bombalarının Japonya’ya değil de ABD ya da müttefiklerine atıldığı, savaşı Almanya’nın kazandığı bir savaştan sonra, tarih nasıl şekillenirdi, bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?
5G, küresel dengeleri değiştirecek
5G teknolojisi uluslararası ilişkiler ve küresel dengeler açısından belki de nükleer teknolojilerden daha fazla önem taşıyor. 2G, 3G ve 4G teknolojileri büyük ölçüde sesli görüşme ve veri transferi üzerine kurulmuş, teknoloji ilerledikçe hız artmış ve bizler de cep telefonundan konuşup kısa mesaj atarken, rahatça görüntülü görüşme yapar, video seyreder bir hale gelmiştik.
2’den 4’e doğru kademeli bir geçiş vardı; 5G ise çok daha büyük bir sıçrama, devrim niteliğinde bir gelişim olacak. Bu yeni teknoloji ile sadece veri aktarımında hız artmayacak, bununla birlikte yüksek kapasiteli, gecikme süresi kısa hatta sıfıra yakın, düşük maliyetli bir iletişim altyapısı oluşacak. Bu da tabii ki istediğimiz videoyu ya da uygulamayı hiç beklemeden indirmenin çok ötesinde imkanlar getirecek. Eşyaların interneti ve yapay zeka bu altyapı üzerinde hayat bulacak; sürücüsüz arabalar, akıllı şehirler, uzaktan yapılan ameliyatlar, robotların çalıştığı tam anlamıyla otomasyona geçmiş fabrikalar 5G ile mümkün olacak. Bununla birlikte tabii ki, 5G’nin sivil hayatta olduğu kadar askeri alanda da kullanımı olacak. Diğer yandan ekonomiler, sanayi, üretim, hepsi “akıllı” sistemlere geçtikçe bir yandan verimlilikleri artacak, ancak diğer yandan tehditlere de daha açık hale gelecekler. Örneğin birbiri ile 5G üzerinden bağlantılı olarak çalışan bir tedarik zincirindeki fabrikalar daha yüksek verim sağlayabilecek, maliyetleri düşürecekler, ama aynı zamanda siber saldırılara da daha fazla maruz kalabilecekler. Bu saldırılara karşı koyabilmek de yine belirli bir teknolojik kapasiteyi gerektirecek. İşte bu nedenlerdendir ki, 5G teknolojisinde üstünlüğe sahip olmak, küresel güç dengelerini yakından ilgilendiriyor ve ABD açısından da ortada hoşnut olunabilecek bir durum yok, çünkü Çin, 5G alanında tüm rakiplerine göre şu anda bir adım önde.
Çin, 2000’lerin başına kadar teknolojiyi dışarıdan alan, başkasının teknolojisi ile fason üretim yapan ve en fazla bu teknolojiyi kopyalayan bir ülkeydi. Ancak Çin değişiyor. Düşük maliyet avantajını yitirmiş olan Çin, artık küresel ekonomideki rekabet gücünü başka kaynaklardan elde etmek zorunda ve bunu da ancak kendi teknolojisini üreterek ve bu sayede katma değerini artırarak sağlayabilir. 2006 yılından beri “Stratejik Yükselen Endüstriler Girişimi”, “Internet+” ve “Made in China 2025” gibi ulusal programlar üzerinden bu hedefe yönelik adımlar atan Çin, aynı zamanda teknoloji alanına ciddi miktarda kaynak ayırıyor. 2016 rakamlarına göre Çin, yıllık 450 milyar doları bulan Ar-Ge bütçesiyle ABD’den sonra bu alanda en fazla yatırım yapan ülke konumundaydı. Çin, sahip olduğu devasa imalat kapasitesini yüksek teknoloji ile birleştirdiğinde hem ekonomisini sürdürülebilir bir büyüme sathına oturtabilecek hem de hedeflediği gibi yüzyılın ortasına kadar büyük bir küresel güç olabilecek.
Teknolojide karşılıklı bağımlılık
ABD, Çin’in gelişmiş teknolojilerdeki atılımını kendisine karşı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Ancak bugüne kadar ABD’nin Çin’in yapmış olduğu teknolojik atılımlardan fayda sağlamış olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Her şeyden ABD ile Çin arasında yüksek teknolojili ürünler alanında ciddi bir ticaret var. ABD’li teknoloji üreticileri Çin’e yüksek miktarda satış yaptıkları gibi, teknolojiyi girdi olarak kullanan Amerikalı firmalar da ihtiyaçlarını Çin’den karşılıyorlar. ABD Nüfus Sayım İdaresi’nin verilerine göre 2017 yılında ABD’den Çin’e 35,7 milyar dolarlık yüksek teknolojili ürün ihracatı yapılmış ve bunun da yaklaşık yarısını havacılık alanındaki ürünler oluşturmuş. ABD’nin Çin’den ithal ettiği teknolojik ürünlerin aynı dönemdeki toplam değeri ise tam tamına 171 milyar dolar. Bu rakamın 155 milyar dolarını iletişim ve telekomünikasyon ekipmanları oluşturuyor. Söz konusu veriler Trump yönetiminin bu konuda neden bu kadar sıkıntılı olduğunu açık bir şekilde gösterse de ortadaki gerçek şu ki, ABD ile Çin arasında çok ciddi bir teknoloji alışverişi var. Diğer yandan ABD ile Çin arasında ortak teknoloji geliştirme konusunda da kayda değer çalışmalar var. ABD Nüfus Sayım idaresinin açıkladığı 2016 yılına ait verilere göre Amerikalı ve Çinli akademisyenler tarafından birlikte yazılarak hakemli dergilerde yayınlanan bilim ve mühendislik makalelerinin sayısı 43 bin 968. Bir kıyaslama yapılacak olursa Amerikalı ve İngilizlerin ortak makale sayısı 25 bin 858, Amerikalıların ve Kanadalıların 19 bin 704, Amerikalıların ve Türklerin ise 8 bin 455. Bu arada, Microsoft’un ABD dışındaki en büyük araştırma laboratuvarı Pekin’de yer alır ve 21 yıldır Çinli mühendisleri istihdam ederek faaliyetlerini sürdürürken, Huawei’nin de Çin dışındaki en büyük inovasyon merkezlerinden biri 18 yıldır ABD’nin Silikon Vadisi’nde bulunuyor.
Günümüzün dünyası ülkeler arasındaki karşılıklı ekonomik bağımlılık üzerinden şekilleniyor ve böyle bir yapı içerisinde nasıl ticaret savaşları her iki tarafa da zarar veriyorsa, teknoloji savaşları da küresel ekonomiye zarar verme potansiyelini barındırıyor. ABD ve müttefikleri, 5G yarışında Çin’i dışarıda tutmaya devam ederlerse konu çift kutuplu bir “teknolojik soğuk savaşa” dönüşecek: bir tarafta 5G’de halihazırda öncü durumda olan ve ticari uygulamasına 2020’de başlayacak olan Çin ve bu teknolojiye daha rahat, daha çabuk ve daha ucuza erişmek istediği için Çin’in yanında yer alacak olan ülkeler, diğer tarafta ise şu aşamada halen Çin yapımı ekipman olmadan nasıl bir 5G ağı kuracağını ortaya koyamamış olan ve ticari uygulamaya 2025’ten önce başlaması mümkün görülmeyen ABD ve müttefikleri.
Bu şüphesiz ki üçüncü ülkeleri de zorlayacak bir durum. Avrupa Birliği her ne kadar Çinli firmaları 5G’ye dahil etmeyeceğine işaret etse de son altı yıl içerisinde toplam piyasa değerleri yarı yarıya azalmış olan Avrupa’nın telekomünikasyon şirketleri, 5G’ye daha düşük maliyetle ve daha hızlı geçmeye ihtiyaç duyuyorlar. Huawei’nin Türkiye, ABD, İngiltere ve bazı Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere 21 ülkede Ar-Ge merkezi var ve bu merkezler yerel üretime ve bilgi birikimine katkıda bulunuyor. Birçok ülke için 5G’de gelinen nokta, ABD ile Çin arasında bir tercih yapılması anlamına gelecek ki, bu da kimse tarafından istenen bir durum değil. Bununla birlikte bu durum karşısında bazı üçüncü ülke firmaları kendi aralarında iş birliğine gitmeye başladılar. 5G baz istasyonları kurulmasında iş birliği yapan Koreli Samsung ile Japon NEC ve 5G hizmetleri alanında ortaklık kuran İsveçli Ericsson ile Japon Fujitsu bu durumun göze çarpan örnekleri.
5G teknolojisi küresel ekonomi açısından bir çığır açma iddiasını taşısa da şu anda ABD ile Çin arasındaki jeopolitik mücadelenin yeni bir alanı haline gelmiş durumda. Kapsayıcı iş birliği yerine dışlayıcı rekabete gidilmesi, 5G teknolojilerinin gelişimine, dünya çapında yayılmasına ve belki de hepsinden önemlisi bu altyapı üzerinden geliştirilecek ve günlük hayatımızı doğrudan etkileyecek uygulama, yazılım ve cihazların geliştirilmesine sekte vuracak.
[Doktorasını Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamlayan Altay Atlı, Koç Üniversitesi öğretim görevlisidir]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.