ABD'de akademik özgürlüğün yok oluşu
Project Esther yüzünden kaynakların Filistin yanlısı aktivizmi bastırmaya yönlendirilmesi, hem Yahudi topluluklarını daha savunmasız hale getiriyor hem de sivil özgürlükleri ve akademik özgürlüğü herkes için azaltıyor

İstanbul
Jewish Voice for Peace'in Akademik Konseyi Üyesi ve Wake Forest Üniversitesi'nde Yahudi Tarihi Bölüm Başkanı Barry Trachtenberg, ABD'de öğrencilere yönelik Filistin baskısını AA Analiz için kaleme aldı.
***
Mahmoud Khalil, Yunseo Chung ve Rümeysa Öztürk, şu anda ABD kampüslerinde siyasal ifade özgürlüklerini kullandıkları için sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan uluslararası öğrencilerden sadece birkaçı. Bu öğrencilerin sınır dışı edilme girişimleri münferit olaylar değil, Trump yönetimi tarafından başlatılan sistematik baskının ilk somut örnekleri. Son haftalarda yüzlerce öğrencinin vizesi, herhangi bir yargı süreci işletilmeden, sadece "Filistin yanlısı siyasi destek" gerekçesiyle iptal edildi. Kampüslerdeki ifade özgürlüğüne yönelik bu benzeri görülmemiş saldırı, Amerikan yükseköğreniminde muhalefetin bastırılmasında korkutucu bir dönüm noktasına işaret ediyor.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Bu eylemlerin arkasında, 7 Ekim 2024'te Heritage Foundation tarafından yayımlanan "Project Esther" adlı girişim yer alıyor. Faşist yöntemlerden esinlenen bu plan, İsrail'in politik pozisyonlarını eleştiren her sorgulamayı "yıkıcı ve tehditkar" olarak tanımlıyor. Bu sorgulamalar artık sadece fikir ayrılığı değil, devlete yönelik saldırı ve acil müdahale gerektiren bir ulusal güvenlik tehdidi olarak sunuluyor. Yeni yayımlanan "Project Esther'ı Reddetmek" raporuna göre, öğrencilere yönelik bu saldırıların arkasında, kıyamet teolojisi temelli, kendini "Hristiyan Milliyetçisi" olarak tanımlayan bir grubun oluşturduğu aşırı sağcı ittifak bulunuyor. Pekala, bu kadar şiddetli bir şekilde neden yükseköğretimi hedef alıyorlar? Cevabı hem basit hem derinlikli: Bireylerden değil, adaletsizliği ortaya çıkaran, eleştirel düşünmeyi teşvik eden ve sistematik gücü sorgulama potansiyeli taşıyan kolektif bir güç olmamızdan korkuyorlar. Zira üniversiteler, sistematik ırkçılığın, sınıfçılığın, emperyalizmin ve iktidarlarını dayandırdıkları diğer baskı biçimlerinin adlandırılabildiği, incelenebildiği ve sorgulanabildiği sayılı kurumsal alanlardan biri olmaya devam ediyor.
"Hamas Destek Ağı" miti
Project Esther'ın en endişe verici yönü, Amerikan kurumlarında faaliyet gösterdiği öne sürülen sözde bir "Hamas Destek Ağı"nın varlığından yola çıkması. Bu uydurma yapı, neredeyse tüm Filistin yanlısı organizasyonları, öğrenci topluluklarını, akademik programları ve bireysel aktivistleri kapsadığı öne sürülen bir ağ olarak sunuluyor. Bu anlatı, tarih boyunca Yahudileri hedef alan antisemitik komplo teorilerini andırıyor. Neredeyse yüzyıl önce yayımlanan "Siyon Liderlerinin Protokolleri"ndeki söylem yapısını birebir kopyalayan bu kurgu, bu kez Filistin'le dayanışma içindeki (birçoğu Yahudi) aktivistleri hedef alıyor.
Uluslararası öğrenciler, herhangi bir suç işlemedikleri halde yalnızca siyasi ifadeleri nedeniyle sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Project Esther, öncelikle en kırılgan yasal statüye sahip kişileri hedef alarak, Amerikan halkının nereye kadar sessiz kalacağını test ediyor. Böylece vatandaş aktivistler, öğretim üyeleri ve akademik programları da kapsayabilecek daha geniş çaplı baskıların önünü açıyor. Antisemitizmle mücadele iddiasıyla yola çıkan Project Esther, aslında ABD'deki Yahudi karşıtı şiddetin gerçek kaynaklarından dikkati başka yöne çekiyor. Oysa gerçekte beyazların üstünlüğünü savunan ve Hristiyan Milliyetçisi hareketler (Heritage Foundation'ın da beslendiği ideolojik zemin) Yahudi toplulukları için en büyük tehdidi oluşturuyor.
Akademik değerlerin hiçe sayılması
Üniversite yönetimlerinin bu tür baskılara açık hale gelmesinin bir nedeni de yükseköğretimin serbest piyasalaşmasıdır. Üniversiteler, eğitim ve toplumsal misyonları yerine gelir üretimi, marka yönetimi ve bağışçı ilişkilerini önceleyen kurumlara dönüştü. Bu da üniversiteleri eleştirel düşünceyi teşvik etmek ve akademik özgürlüğü korumak gibi ahlaki sorumluluklarından uzaklaştırıyor. Öte yandan Filistinli seslerin sistematik olarak bastırılması, Yahudilerin istisnai insanlar olduğuna (Jewish exceptionalism) dair yerleşmiş bir anlatının yansımasıdır. Bu anlatı, birçok insan için Yahudi tarihindeki mağduriyetle günümüz İsrail devletinin şiddetini bir arada düşünmeyi neredeyse imkansız kılıyor ve İsrail politikalarına yönelik meşru eleştiriler otomatik olarak antisemitizm olarak etiketleniyor. Bu nedenle Yahudi bir devletin sistematik şiddet uygulayabileceği fikri dahi düşünülmez hale geliyor.
Project Esther'ın uygulanması, üniversiteleri birer öğrenme alanı olmaktan çıkarıp ideolojik denetim araçlarına dönüştürüyor. Bu faşizan mantık, muhalefeti ulusal güvenliğe tehdit olarak tanımlıyor ve muhalefete yönelik baskıyı meşrulaştırıyor. Belirli siyasal ifadeleri kriminalize eden, muhalif akademisyenleri tasfiye eden, gözetim ve korku atmosferi yaratan bu politika, demokratik bir toplumda yükseköğrenimin temel misyonuna açıkça aykırı. Ayrıca, İsrail'e yönelik eleştiriyi antisemitizm olarak yaftalayan anlayış, gerçek antisemitizmle mücadele çabalarını da baltalayarak Yahudilere zarar veriyor. Project Esther yüzünden kaynakların Filistin yanlısı aktivizmi bastırmaya yönlendirilmesi, hem Yahudi topluluklarını daha savunmasız hale getiriyor hem de sivil özgürlükleri ve akademik özgürlüğü herkes için azaltıyor. Bu yaklaşıma karşı dururken, üniversitelerin her türlü akademik araştırma ve siyasi ifadeye alan açma sorumluluğunu ısrarla savunmalıyız. Bu, Filistin tarihini, deneyimlerini ve bakış açılarını sınıflarımızda, araştırma gündemlerimizde ve kampüs tartışmalarımızda konu edinmeyle olur.
Columbia ve Pomona gibi bazı kurumlar siyasi baskılara boyun eğmiş olsa da Wesleyan, Tufts ve Brown gibi üniversiteler farklı yol izleyerek akademik özgürlüğü baskıya teslim etmeden savunmanın mümkün olduğunu bizlere gösterdi. Bu kurumlar, üniversitelerin kendi temel eğitim misyonlarını terk etmeden bu tür saldırılara nasıl karşılık verebileceklerine dair alternatif modeller sunuyor. Kampüslerdeki Filistinli sesler için verilen mücadele, nihayetinde üniversitenin ruhu için de verilen bir mücadeledir. Mücadele, kimin konuşma hakkı olduğuna, kimin acısının dikkate değer sayıldığına, kimin tarihinin öğretilmeye değer olduğuna ve eleştirel düşünceye hangi sınırların getirileceğine dair çok temel soruları gündeme getiriyor.
Bize saldırıyorlar çünkü bizden korkuyorlar. Dile getirdiğimiz gerçekler, sessiz kalmamızı isteyen güçlü çıkarları tehdit ediyor. En savunmasız olanları korumak, sistematik biçimde susturulanlara dayanak olmak ve adaletsizliğe karşı konuşma riskini göze almak zorundayız. Kurumların iflas ettiği böyle zamanlarda, akademik özgürlüğü ve insan onurunu bu benzeri görülmemiş saldırıya karşı savunmak her birimizin görevidir.
[Barry Trachtenberg, Jewish Voice for Peace'in Akademik Konseyi'nde, Wake Forest Üniversitesi Yahudi Tarihi Bölümü'nde Başkan olarak görev yapmaktadır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.