ANALİZ - Karadeniz’in güvenliği Türk Deniz Kuvvetleri’ne emanet: MCM Black Sea girişimi
Bugün itibarıyla faaliyete geçecek Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu, kıyıdaş ülkelerin ötesinde bölgesel ve uluslararası güvenlik mimarisi ve icrası açısından son derece kıymetli bir çabanın ürünüdür.
İstanbul
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren, bugün itibarıyla Türkiye, Bulgaristan ve Romanya'nın birliğiyle faaliyete geçecek Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu'nun (MCM BlackSea) önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türk Deniz Kuvvetleri için bu yılki 1 Temmuz’un anlam ve önemi büyük, zira Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın olduğu gün Bulgaristan ve Romanya ile imza altına alınan Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu Mutabakat Muhtırası (MCM Black Sea) yürürlüğe giriyor. 1926 Temmuz’unda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) kabul ettiği Kabotaj Kanunu ile Türkiye, denizlerdeki egemenlik hakkını tüm dünyaya ilan ederken, bu tarih “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı. Böylece yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile diğer deniz yetki alanlarındaki egemenliğini koruma ve kollamayı asli vazife addettiğini ve bu haklarından hiçbir zaman ve koşulda vazgeçmeyeceğini deklare etti.
"Savaş bittikten sonra” ve haliyle “savaşın nasıl bittiğine” göre, Türkiye’nin yeni bir inisiyatife öncülük edip, bu 3'lü mekanizmaya Gürcistan ve Ukrayna’yı dahil etmesi mümkündür.
Bu minvalde, 1936'da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’ye İstanbul ve Çanakkale Boğazlar rejimi üzerinde kontrol yetkisi vererek barış, kriz ve muhasamat dönemlerinde savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı tanımıştır. Zira bahse konu sözleşme sayesinde Ankara Hükümeti, Türk Boğazlarında stratejik bir avantaj elde etti; diğer devletlerin olası müdahale ve hak ihlallerine karşı bir taraftan uluslararası hukuku arkasına alırken, diğer taraftan uluslararası hukuktan kaynaklı haklarının ihlaline asla müsamaha göstermemek suretiyle uygulayacağı tedbirlere yasal meşruiyet kazandırdı.
Kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında 100 gemiyle İstanbul Boğazı’ndan Tören Geçişi yapan ve tüm dünyaya önemli bir deniz gücü olduğunu duyuran Türk Deniz Kuvvetleri’nin stratejik önceliklerinden birisi Karadeniz’dir. Ne var ki Karadeniz ve çevresi başta olmak üzere tüm dünya, 2022 Şubat’ında Rusya-Ukrayna savaşının cereyan etmesiyle kritik bir güvenlik meselesiyle karşı karşıya kaldı. Öncelikle dünya ticaretinin yüzde 90’ının deniz yoluyla gerçekleştiğinin; keza denizlerin, “mavi ekonomi” başlığı altında balıkçılıktan deniz üstü rüzgar enerjisi üretimine, petrol ve doğal gaz aramadan taşımacılığa, çevre ve gıda güvenliğinden turizme değin birçok açıdan hayati bir rol oynadığının altı çizilmelidir.
Karadeniz'de serseri mayın tehlikesine karşı Türkiye, Bulgaristan ve Romanya birliği
Ancak Rusya-Ukrayna savaşı arifesinde taraflarca Odesa açıklarına dökülen deniz mayınları; deniz ticareti, taşımacılığı, ulaşımı, enerji faaliyetleri, çevre ve gıda güvenliği açısından ciddi bir tehdit yaratmaya başladı. Olumsuz hava şartlarından etkilenerek zincirinden kopan ve sürüklenen mayınlar, deniz ticaretiyle hidrokarbon araştırması ve sondajı yapan gemiler için büyük risk alanı oluşturdu. Bunlardan bazıları limanlara doğru sürüklenerek tehdit teşkil ederken diğer bir kısmı da tahıl taşıyan Panama bayraklı Yunan yük gemisi Vyssos gibi gemilere isabet ederek deniz ticareti ve ulaşımını sekteye uğrattı.
Giderek artan “sürüklenen mayın” namıdiğer “serseri mayın” tehlikesine karşı harekete geçen Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin kendisine verdiği yetkiyle yeni bir inisiyatife öncülük etti. Bu bağlamda Türkiye, NATO’nun 2023 Temmuz’unda Vilnius Zirvesi’nde alınan karar uyarınca kıyıdaş ülkelere verilen sorumluluğu referans almak suretiyle Karadeniz’e kıyıdaş olan Bulgaristan ve Romanya ile bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi.
Bu kapsamda Milli Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nca icra edilen yoğun diplomasi trafiğinin ardından, 11 Ocak 2024 tarihinde "Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu Mutabakat Muhtırası (MCM Black Sea)" imzalandı. Müteakiben Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın koordinesinde Bulgar ve Romen Deniz Kuvvetleri heyetleriyle yürütülen yoğun ve verimli çalışma programının neticesinde Karadeniz'de sürüklenen mayın tehlikesine karşı 3 ülkenin imkan ve kabiliyetlerini birleştirecek bir görev grubu teşkil edildi. 1 Temmuz 2024 günü itibarıyla faaliyete geçecek Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu, kıyıdaş ülkelerin ötesinde bölgesel ve uluslararası güvenlik mimarisi ve icrası açısından son derece kıymetli bir çabanın ürünüdür.
MCM Blacksea: Türkiye'nin denge politikasının bir tezahürü
Bunu teyit edecek 3 ana değerlendirme ifade edilebilir. Birincisi; MCM Black Sea, bölge dinamikleri açısından Türkiye’nin izlediği “denge politikası”nın somut bir tezahürüdür. Zira Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşının en başından itibaren, hatta 2008’deki Gürcistan askeri müdahalesi esnasında ve akabinde, her zaman Rusya’yı “dışlayıcı” değil, “yatıştırıcı” bir tavırla muhatap aldı. Bu anlamda Ankara’nın Moskova ile kurduğu diyalog “Bölgesel Sahiplik Prensibi” ve “Montrö İlkeleri” çerçevesinde Karadeniz’deki dengeyi ve bölgenin güvenliğini sağlamak üzere inşa edildi. Dolayısıyla MCM Black Sea, Türkiye’nin uzun zamandır benimsediği denge politikasının bir yansıması olup; Rusya-Ukrayna savaşını, Karadeniz özelinde ABD-Rusya rekabetine taşımaktan imtina eden bir yaklaşıma dayalıdır. Zira herkesin bildiği 2 gerçek vardır: ABD’nin yeni dünya düzenindeki çevreleme stratejisi Rusya, İran ve Çin’e yönelirken Rusya’nın irredantizm savıyla icra ettiği Gürcistan ve Kırım'ı işgali ve Ukrayna'ya açtığı savaş, en temelinde ABD hegemonyasına karşı ciddi bir meydan okumadır. Dolayısıyla Rusya’nın bu savaştaki nihai hedefi zaten Slav olan Ukrayna’yı kendisine katmaktan ziyade halihazırda peşi sıra fırlatılan Kalibr füzelerine ev sahipliği yapan Azak Denizi üzerinde hakimiyet kurarak Hazar’ı kaptırmamaktır. Bu nedenledir ki Türkiye bu anlaşmayı NATO ve hatta Birleşmiş Milletler'in (BM) şemsiyesine transfer etmeyi dahi uygun görmedi; bunun yerine kıyıdaş ülkelerle işbirliğine gitmeyi tercih ederek, ABD ve Rusya merkezli muhtelif aktörlerin teşebbüsünden kaynaklanabilecek risk ve tehlikeleri proaktif bir tutumla engellemeyi tercih etti. Elbet, “savaş bittikten sonra” ve haliyle “savaşın nasıl bittiğine” göre, Türkiye’nin yeni bir inisiyatife öncülük edip, bu 3'lü mekanizmaya Gürcistan ve Ukrayna’yı dahil etmesi mümkündür.
Türkiye'nin mayın harbi
İkincisi; MCM Black Sea, Türkiye’nin mayın harbinde kazandığı imkan ve kabiliyetlerin kümülatif bir yansımasıdır. Eskiden “mayın tarama” yapan Türkiye, artık NATO’nun kıdemli bir “mayın avcısına’” dönüştü. Bu bağlamda Türkiye’nin, gerek NATO Daimi Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu’na ait operatif misyonlarda aldığı aktif rol gerekse bir yıl İzmir bir yıl Çanakkale’de tertiplenen Nusret Tatbikatları sayesinde mayın harbine yönelik derin bir bilgi ve tecrübe birikimi kazandığı vurgulanmalıdır. Halihazırda 11 adet mayın avlama gemisi bulunan Türkiye’nin MCM Black Sea kapsamında öncülük üstlenerek Bulgaristan ve Romanya’ya yetenek kazandıracağını söylemek abartı değildir. Bu anlamda Türkiye'nin Bulgar ve Romen ortaklarına mayın tespiti, teşhisi ile hem gemilerde mevcut uzaktan kontrollü mayın imha cihazları hem de mayın harbi dalgıçları ile mayınların imha edilmesi konusundaki tecrübelerini aktaracağı aşikardır. Ancak Türkiye her ne kadar MCM Black Sea kapsamında doğrudan NATO ile müşterek bir işbirliğine gitmese de, bu inisiyatifin NATO Vilnius Zirvesi’nde alınan karar sonrası realize edildiği göz ardı edilmemelidir. MCM Black Sea misyonu her ne kadar Karadeniz’e kıyıdaş NATO üyesi devletler tarafından üstlense dahi ileride şartlar uygun olduğu takdirde 3 kıyıdaş ülkenin Deniz Kuvvetleri Komutanlarının oybirliğiyle karar alması durumunda NATO ülkeleri ve ABD'nin de mayın harbi dalgıçları ile misyona katılması mümkün olabilecektir. Ancak burada da savaşın devamı süresince Karadeniz'deki denge politikası gözetilerek kıyıdaş olmayan ülkelerin su üstü gemilerinin söz konusu faaliyete katılımı uygun görülmüyor.
MCM Black Sea'nin Türkiye'nin ulusal ve bölgesel çıkarları için önemi
Üçüncüsü; MCM Black Sea, Türkiye’nin ulusal ve bölgesel çıkarlarının korunması açısından da son derece mühim bir anlaşmadır. Zira Türkiye’nin artık bölgede geniş bir gaz rezervine sahip olduğu biliniyor. Mevcut durumda resmi bir açıklama henüz olmamakla birlikte; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2022 yılında Karadeniz’de keşfedilen gaz rezervinin, piyasa değeri 1 trilyon dolara tekabül eden 710 milyar metreküpe ulaştığını müjdeledi. Bu açıklama, Karadeniz’de arama yapan sondaj gemilerini tehlikeye atabilecek sürüklenen mayınların tespit ve imhasının ne kadar hayati önemde olduğunu kanıtlar mahiyettedir. Bu nedenledir ki Türkiye, Karadeniz’de Odesa açıklarına dökülen mayınlardan koparak sürüklenen mayınların deniz ticaretine ve hidrokarbon araştırması ve sondajı yapan gemilere yönelteceği risk ve tehlikeleri minimize etmek maksadıyla mayın avlama gemileri, su altı savunma görev timleri, mayın harbi dalgıçları ve bunlara destek sağlayan karakol botlarıyla deniz hava araçlarını sürekli hazır durumda bulunduruyor.
Öte yandan Türkiye’nin denizcilikteki başarılarının doğrudan savunma sanayiine etki ettiğinin altı çizilmelidir. Öyle ki, bugün Türk savunma sanayiinin elde ettiği gelirlerin büyük çoğunluğunun Deniz Kuvvetleri’ne ait olduğu unutulmamalıdır. Keza Türkiye’nin deniz harbinin bir gereği olarak İHA’lar kadar artık 4 farklı türde İnsansız Deniz Aracı (İDA/SİDA) yapımına da start verdiği ve bahse konu İDA’ların gelecekteki rollerinden birisinin de mayın karşı tedbiri olacağı özellikle belirtilmelidir.
Sonuç itibarıyla Karadeniz’de mevcut sürüklenen mayınlar şu anda en hassas güvenlik zafiyetlerinden birini teşkil ediyor. Bu sorunun çözümünde Ankara’nın en mantıklı tercihi, mayın temizliğinin Türkiye liderliğinde Karadeniz’in kıyıdaş ülkelerine emanet edilmesi olmuştur. Böylece Türkiye ulusal ve bölgesel güvenliğin idamesinde temkinli ve tedbirli bir tutum sergileyerek tarafları küstürmeden meselenin kısa sürede çözümüne odaklanmayı tercih etti. Keza Rusya-Ukrayna savaşı başladığı andan itibaren Türkiye tarafsız kalarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi kurallarına uymaya ve uygulamaya devam edeceği hususunda tüm devletlere net bir duruş sergileyerek en küçük bir prensip ihlaline mahal vermemiştir.
[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren savunma, güvenlik ve istihbarat alanında çalışmalarını sürdürmektedir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.