BAE'nin bölgesel düzen hülyasında Tunus çatlağı
Suudi Arabistan fonlu BAE merkezli bir yayın organı olan el-Arabiyya kanalı, Yasemin Devrimi ile sürgün hayatından dönen Gannuşi’nin şüpheli bir servete sahip olduğunu iddia etti.
İstanbul
Son dönemlerdeki bölgesel faaliyetlerine bakıldığında, Mevlüt Çavuşoğlu’nun ifade ettiği gibi, BAE’nin kaos ve istikrarsızlık üreten bir ülke olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yemen’de yer aldığı koalisyonun en önemli ortağı olan Suudi Arabistan’ın tam aksine, ülkenin toprak bütünlüğünü parçalayan güneydeki ayrılıkçılara arka çıkan, Suriye’de zalim Esed diktatörlüğüne finansal ve diplomatik anlamda destek veren BAE, Somali gibi Afrika ülkelerinde ise terör örgütlerine fon aktararak güvensiz bir ortam oluşturup bölgeyi kendisine bağımlı kılmaya çalışıyor. Ayrıca BAE ve Abu Dabi veliahdı Muhammed Bin Zayid Filistin’i İsrail’e Muhammed Dahlan eliyle satmaya kadar birçok kirli projenin de baş mimarı.
BAE sermayesiyle Muhammed Dahlan eliyle kurulan bu kanal, Tunus halkının hükümete güvenmediğine ve iddiaları araştırdığına dair bir algı oluşturmaya çalışıyor.
Bölgesel düzen inşası
BAE sadece bir kısmını zikrettiğimiz projelerinde temelde bir noktayı hedefliyor: Bu da ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerle koordineli ve birbirinden bağımsız ilişkiler geliştirerek “yeni bir bölgesel düzen inşa etme çabası” şeklinde özetlenebilir. Bu anlamda Libya’da Wagner şirketine bağlı paralı askerleri fonlayan ve darbeci Hafter’i destekleyen BAE’nin daha çok Ruslarla işbirliği yaptığı görülüyor. Suriye’de Esed rejimiyle işbirliği yapan Abu Dabi, Çin ile ekonomik, kültürel ve diplomatik anlamda yakınlaşarak da ABD’yi yumuşak şekilde dengelemeye çalışıyor. Oldukça sınırlı bir askeri kapasiteye sahip olan BAE, bölgesel düzen inşasında bölgesel müttefiklere ihtiyaç duyuyor. Buna rağmen BAE, kurmak istediği bölgesel düzende, Türkiye gibi bir bölgesel gücün meydan okumalarına yenik düşüyor. Bundan dolayı BAE bölgesel düzen kurma konusunda Türkiye’nin aktif olduğu noktaları önemsiyor. Abu Dabi’nin Libya’daki faaliyetleri ve bununla ilintili krizler bu minvalde de okunabilir. BAE’nin kurmak istediği düzende yer almak istemeyen aktörlerin Yemen, Libya gibi noktalardaki tarafsız politikaları veya Türkiye ile geliştirilen yakın ilişkiler Abu Dabi’nin mezkûr aktörlere saldırmasına neden oluyor. BAE’nin Fas ve Tunus’a yönelik saldırıları da bu açıdan değerlendirilmeli.
Gannuşi üzerinden oluşturulan krizde Suudi Arabistan-BAE eksenindeki elektronik “sinekler” üzerinden sosyal medyada, hükümetin halk oylamasıyla bir güvenoyuna tabi tutulması yönünde çağrı yapıldı.
İslami hareketlerle mücadele
BAE’nin bölgesel düzen kurma hedefinin bir alt unsuru da rejim güvenliğine tehdit oluşturan her türlü İslami hareketi yok etmek. Bu siyaset ülke içinde, Körfez ölçeğinde, Ortadoğu düzleminde ve uluslararası çapta sürdürülüyor. Ülke içerisinde Ahmet Mansur gibi eleştirel gazeteciler başta olmak üzere bütün reformculara karşı gayrihukuki yargılama süreçleri işletilirken, Körfez ölçeğinde ise Müslüman Kardeşler’in önemli isimlerine ev sahipliği yapan Katar’a yönelik ambargo uygulanıyor. Ayrıca BAE bölgesel ölçekte de Türkiye gibi ulusal çıkarları İhvan ile örtüşen aktörlere adı konulmamış bir savaş açmış durumda. Küresel ölçekte ABD başkanı Donald Trump gibi bir fırsat bulan BAE, bu üç ölçekte mücadele ettiği aktörlere karşı ABD’yi yanına almak adına lobicilik faaliyetleri yürütürken bir yandan da Çin ve Rusya gibi büyük güçlerle işbirliğini sürdürüyor.
Fas, Tunus ve Cezayir’in BAE’nin hedef tahtasına oturtulmasının temelde iki nedeninin olduğu söylenebilir. Birincisi, bu aktörlerin BAE liderliğinde kurulmak istenen bölgesel düzene hizmet etmemeleri.
BAE’nin bu agresif ve iddialı dış politikası her ne kadar kapasitesini aşıyor olsa da, politik hırslar Abu Dabi’deki siyasi elitin rasyonel düşünmesini engelliyor. Nitekim BAE koronavirüsün ülke ekonomisi üzerindeki etkilerine rağmen maliyetli sınır dışı faaliyetlere devam ediyor. Bu tarz siyasetin son örnekleri de Kuzey Afrika ülkeleri olduğu görülüyor. Fas hükümetini koronavirüsle mücadelesinde başarısız göstermeye çalışan BAE, son günlerde Tunus’u hedef alıyor. BAE’nin Tunus’u hedef alması ise Fas’a yönelik saldırılarla benzer kodları taşıyor. Nitekim BAE Fas’a sosyal medya trolleri üzerinden saldırmıştı ve bir benzerini Tunus’ta da yapmak istiyor.
Medyanın araçsallaştırılması ve darbe söylemleri
Suudi Arabistan fonlu BAE merkezli bir yayın organı olan el-Arabiyya kanalı, Yasemin Devrimi ile sürgün hayatından dönen Gannuşi’nin şüpheli bir servete sahip olduğunu iddia etti. BAE-Suudi Arabistan ekseninin bir uzantısı olan Mısır’daki El-Ğad (Yarın) televizyonu da meseleyi daha karmaşık hale getirmek istiyor. BAE sermayesiyle Muhammed Dahlan eliyle kurulan bu kanal, Tunus halkının hükümete güvenmediğine ve iddiaları araştırdığına dair bir algı oluşturmaya çalışıyor. Söz konusu iddialar, Tunus iç siyasetinde koronavirüse karşı alınan tedbirlerin yol açtığı ekonomik sonuçların konuşulduğu bir döneme denk getirildi. Bu anlamda BAE’nin, Tunus iç siyasetini içerideki bağlantılarıyla takip ettiği söylenebilir. Nitekim BAE 2013’te Nahda karşıtı protestoları, 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nahda’yı dengelemek için Nida Tunus Partisi’ni destekledi; 2014’teki seçimler sonucu oluşan Nahda-Nida koalisyonunun bozulması adına, Tunus cumhurbaşkanı Sibsi’yi yanına çekmeye çalıştı. Benzer şekilde 2018’deki hükümet karşıtı protestoları fonladı. Tunuslu kadınların BAE’ye girişini engelleyen skandal bir karar alarak yapay bir kriz oluşturdu. Ayrıca Lütfi Brahem gibi bakanları ve Tunus’un Kalbi Partisi lideri Nabil Kavli gibi birçok aktörü destekleyerek Tunus iç siyasetine yön vermek istedi. Fakat BAE her hamlesinde başarısız oldu.
Gannuşi üzerinden oluşturulan krizde ise Suudi Arabistan-BAE eksenindeki elektronik “sinekler” üzerinden sosyal medyada, hükümetin halk oylamasıyla bir güvenoyuna tabi tutulması yönünde çağrı yapıldı. Bunlara ek olarak el-Arabiyya, Sky News gibi statükocu aktörlerin medya organlarında sıklıkla Abir Musa gibi isimler Gannuşi’yi eleştirdi ve Aralık 2010 sonrası yaşananların bir devrim olmadığını söyledi. Böylelikle Tunus’un sıcak gündemi Libya’dan iç siyasete evrildi.
Libya düğümünde Tunus’un hedef haline getirilmesi
Fas, Tunus ve Cezayir’in BAE’nin hedef tahtasına oturtulmasının temelde iki nedeninin olduğu söylenebilir. Birincisi, bu aktörlerin BAE liderliğinde kurulmak istenen bölgesel düzene hizmet etmemeleri. Diğer bir deyişle mezkûr aktörlerin BAE ve Suudi Arabistan’ın liderliğini yaptığı statükocu bloka eklenmemiş olmaları ve görece bağımsız siyaset izliyor olmaları. Dolayısıyla BAE’nin asıl kaygısı Tunus’u ve Kuzey Afrika’daki Fas ve Cezayir gibi aktörleri, kurmaya çalıştığı yeni bölgesel düzenin birer piyonu haline getirmek. İkincisi, zikredilen Kuzey Afrika ülkelerinde azınlık ve/veya çoğunluk halinde İslami hareketlerin varlığını sürdürüyor olması. Bu anlamda BAE, “hegemonyası” altına girmeyen ve İslami hareketlere tolerans gösteren ülkeleri hedef almış durumda.
Fakat Gannuşi ve Tunus’un hedef haline getirilmesi aslında Libya’daki dengelerle alakalı. Diğer bir deyişle, BAE’nin Gannuşi üzerinden Tunus siyasetine yön verme çabası, İslami hareketler veya demokrasiyle mücadelesinden ziyade, Libya iç savaşı ve Türkiye’nin artan gücünü sınırlandırmakla ilgili. Kriz süreci boyunca BAE’nin bütün siyasi ayartmalarına rağmen tarafsız kalan Tunus, Abu Dabi’yi rahatsız ediyor. Her ne kadar Libya meşru hükümeti Türkiye, Tunus ve Cezayir ittifakının Trablus hükümetini desteklediğini iddia etse de, Tunus Türkiye’nin Serrac hükümetine göndereceği askeri destek için topraklarının kullanılmasına izin vermedi. Dolayısıyla Tunus çıkarları gereği ne BAE ne de Türkiye tarafında. Fakat BAE Tunus’un tarafsız olmasına da tahammül edemiyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Said’in Libya’daki meşru hükümetin temsilcilerinden Devlet Konseyi Başkanı Halid el-Mişri ile görüşmesi, Tunus Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi’nin Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’ı 18 Mayıs’ta ülkenin batısındaki stratejik Vatiyye askeri üssünün Hafter milislerinden kurtarılması nedeniyle tebrik etmesi ve Gannuşi’nin Libya ile yapılan güvenlik toplantısı sonrası Erdoğan ile görüşmesi BAE’yi harekete geçirdi. Dolayısıyla Tunus’un bir BAE hedefi haline gelmesi büyük oranda Doğu Akdeniz’deki değişen dengelerle alakalı. Türkiye’nin uluslararası kamuoyunca tanınan, Libya’nın tek meşru aktörü olan Serrac hükümetiyle yaptığı anlaşma ve Ankara’nın sağladığı silah ve askeri tedarikle darbeci Hafter’in gerilemesi Libya’daki dengeleri değiştirdi.
BAE ise uzun zamandır Rus paralı askerlerini fonlayarak ve askeri mühimmat uçakları göndererek Hafter’i destekliyor. Türkiye’nin Serrac hükümetiyle Aralık ayında imzaladığı mutabakattan sonraki askeri müdahalesi ve Serrac hükümetine yönelik askeri teçhizat ve eğitim desteği, Doğu Akdeniz’deki oyunları BAE aleyhine değiştirdi. BAE bu kaybı kapatmak adına Tunus’u Libya denklemine dahil ederek Hafter’i güçlendirmeye çabalıyor. Bunun için tıpkı İran-Suriye örneklerinde olduğu gibi, insani yardımı bir silah olarak kullanıyor. [1] Nitekim Al-Kuds al-Arabi’nin haberine göre, BAE koronavirüsle mücadelede Tunus’a yardım etmek istedi. Bin Zayid ile Kays Said arasında 14 Nisan’da yapılan telefon görüşmesi Tunus iç siyasetinde tartışmaları beraberinde getirdi. Yıllar sonra iki ülke arasında gerçekleşen bu teması birçok kişi Zayid’in yardım bahanesiyle Tunus’u Libya bataklığına çekmesi şeklinde yorumladı. Nitekim bin Zayid’in Tunus ile bu teması, Hafter’in Tunus-Libya sınır hattındaki bölgelerdeki kontrolünü kaybetmesinin ardından geldi. Bu anlamda, BAE destekli milislerin gerektiğinde Tunus sınırlarına girmesi istenebilir. Fakat Abu Dabi’nin asıl istediği, sahada kaybeden Hafter’e coğrafi olarak yakın olan Tunus’un askeri ve siyasi rol alması. Dolayısıyla BAE, Hafter’i ülkenin doğusunda, Tunus ise batısında kullanarak Trablus hükümetini zor duruma düşürmenin peşinde. Ayrıca BAE bu hamleleriyle Tunus’u Türkiye ile yakınlaşmaktan da uzak tutmak istiyor.
Sonuç olarak, BAE’nin Gannuşi üzerinden Tunus iç ve dış siyasetine yön verme çabası, Abu Dabi’nin tasavvur ettiği bölgesel düzen inşasıyla alakalı. Bu bölgesel düzen tasavvurunda İslami hareketlerin pasifleştirilmesi, ekonomik araçlarla ülkelerin iç ve dış siyasetlerini yönlendirilmesi ve Türkiye gibi aktörlerin sınırlandırması planlanıyor. BAE’nin Tunus dahil Kuzey Afrika ülkelerine yönelik saldırıları da bu tasavvura hizmet ediyor. Dolayısıyla BAE’nin Gannuşi’yi hedef alarak Tunus’un demokrasi serüvenine ket vurma çabası, Abu Dabi’deki siyasi elitin bölgedeki demokratik hareketlerle mücadelesinden bağımsız değil. Ayrıca Abu Dabi’nin Tunus’a yönelik saldırıları, Türkiye ile giriştiği adı konulmamış savaşın da bir parçası. Nitekim Abu Dabi Tunus’u Libya’daki faaliyetlerine destek vermemesinden ve Ankara ile işbirliği içinde olmasından ötürü cezalandırmaya çalışıyor ve finansal gücünü kullanarak son aylarda sıklıkla araçsallaştırdığı sosyal medyayı Tunus’a karşı bir silah olarak kullanıyor.
[Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Mehmet Rakipoğlu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.