BAE'nin Sokotra adasını işgal etmesi Yemen’in bölünmesini hızlandırıyor
Yemen’de Arap Koalisyonu’nun 5 yıl süren askeri müdahalesine rağmen Husilere karşı bir zafer elde edilmeyince, müttefiklerin hızlı bir şekilde “ikiye bölünmüş Yemen” projesine dönüş yaptıkları anlaşılıyor.
İstanbul
Yemen’deki iç savaş 6. yılına girerken ülke fiili olarak üçe bölünmüş durumda. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) destekli Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) özerkliği ve Sokotra adasının işgali, ülkenin bölünmesi sürecinde son aşamaya geçildiğini gösteriyor. Geçici başkent Aden başta olmak üzere Yemen’in birçok güney şehrini işgal eden GGK, son olarak Sokotra adasındaki Hadibu kentinin hükümet binalarını ele geçirdi. Dünyanın en güzel doğal harikalarından biri olan Sokotra adası Hint okyanusunun ortasında, Aden körfezinin girişini kontrol eden ve dolayısıyla Kızıldeniz jeopolitiğinde stratejik bir konuma sahip olan bir ada. Sokotra adasının uzun süredir BAE’nin hedefinde olduğu biliniyor. Ticaret ve enerji geçiş yollarını kontrol ve denetim imkânı sağlayan ada, tarih boyunca çeşitli bölgesel ve küresel güçlerin hedefinde olmuştu.
Bugün fiili olarak Yemen’in kuzeyi İran destekli Husilerin kontrolünde; güneyi ise BAE destekli Güney Geçiş Konseyi ile Riyad’daki meşru hükümete bağlı devlet ordusunun hâkim olduğu doğu ve kuzeydoğu bölgeleri arasında bölünmüş durumda.
Soğuk Savaş döneminde Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olan ada, Sovyetler Birliği’nin önemli bir üs olarak kullandığı ve ağır savaş araçlarını konuşlandırdığı bir yerdi. Sovyetlerin ardından jeopolitik bir boşluk oluşan adada 1999 yılında ABD sivil bir havalimanı ve askeri bir üs kurmak için eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’le anlaşsa da bu projeler gerçekleşmedi. Sovyetler Birliği’nin devamı olarak Rusya, 2009 yılında ticaret gemilerine yönelik korsan saldırıları gerekçe göstererek, adada askeri bir üs inşa etmek istediyse de ABD’nin baskıları sonucunda bunu gerçekleştiremedi.
Sokotra, Yemen’de iç savaş sürecinde muhalif siyasetçilerin tutuklanmaları ve gizli işkence hapishanelerine gönderilmelerinde etkin olmasıyla gündeme gelen BAE’nin ele geçirmek istediği önemli hedefler arasında yer alıyor. Bu kapsamda BAE hem koalisyon içindeki üyelerle sorunlar yaşadı hem de uluslararası meşruiyeti bulunan Abdurabbu Mansur Hadi hükümetiyle karşı karşıya geldi. Mayıs 2018’de adanın limanına ve havalimanına asker çıkaran BAE ile dönemin Yemen Başbakanı Ahmed bin Dağr arasında polemikler yaşanmış, Dağr BAE’ye bağlı askerî güçlerin bölgeden ayrılması gerektiğini ifade etmişti.
BAE’nin Sokotra adasını ele geçirmek istemesinin temel nedeni, adayı resmi ve hukuki olarak BAE’nin toprak parçası haline getirip ülkenin yeni bir Emirliği yapmak istemesidir. Abu Dabi yönetimi bu hedefle, Aden körfezi ve Bab’ul Mendep geçişini kontrol etmek için, Güney Yemen başta olmak üzere Eritre, Somali ve Cibuti’de askeri üsler kurdu. GGK’nin önderliğinde bölünmüş bir Yemen hayal eden BAE, ülkeyi ekonomik ve siyasi olarak istikrarsızlaştırma çabası içinde. Böylece, desteklediği ve büyük ölçüde kontrol altında tuttuğu GGK liderleri sayesinde, tıpkı Suudi Arabistan’ın Tiran ve Sanafir adalarını Mısır’dan aldığı gibi, BAE de Sokotra’yı de jure olarak (hükmen) Emirlikler’in bir parçası haline getirme niyetinde.
Bu hedefi gerçekleştirmek için BAE siyasi ve askeri somut girişimlerinin yanı sıra akademik, kültürel ve insani yardım alanında da icraatlar gerçekleştiriyor. BAE’li akademisyenler son dönemde Emirlikler ile ada sakinleri arasında tarihi ve kültürel akrabalık ilişkileri olduğunu gündeme getiriyorlar ve 60 bin nüfuslu ada halkını yanlarına çekmek için insani yardım faaliyetleri ve bazı alt yapı yatırımları gerçekleştiriyorlar. Bu çerçevede, adanın işgalinin hemen ardından, GGK güçleri Sokotra’nın kuzey sakinlerini yerlerinden ederek sınır dışı etti. Sokotra’da tehcir politikası takip eden BAE, 60 bin ada sakininin tamamının BAE vatandaşı olacağını iddia ediyor. Zira BAE’li yetkililer ve bazı tarihçiler, Acman Emirliği’nde yaşayan vatandaşlarının kökeninin Sokotra olduğunu ve BAE ile Sokotra arasında tarihi bir bağın bulunduğu iddia ediyor.
Sokotra’nın işgali bölünmenin somut halkasını oluşturuyor
Güneyde meşru Hadi hükümetinin zayıflaması ve Güney Geçiş Konseyi’nin uluslararası meşruiyet kazanma peşinde olması, birleşik Yemen projesinin sonuna doğru gelindiğinin somut göstergeleri. Ülkede oluşan güç boşluğunu ve fakirliği bir araç olarak kullanan BAE de Yemen’de Sokotra adası gibi stratejik yerleri işgal ediyor.
Bugün fiili olarak Yemen’in kuzeyi İran destekli Husilerin kontrolünde; güneyi ise BAE destekli GGK ile Riyad’daki meşru hükümete bağlı devlet ordusunun hâkim olduğu doğu ve kuzeydoğu bölgeleri arasında bölünmüş durumda. BAE’nin planları çerçevesinde GGK’nin yaptığı özerklik ilanından sonra bu bölünme daha da hızlandı. GGK ve bağlı Hizam-ı Emnî gibi silahlı milis gruplar Husilerle mücadele yerine, hükümetin savaştaki yükünü fırsat bilerek, son olarak Sokotra’yı da işgal etti.
Abu Dabi yönetimi kendi stratejik hedeflerini gerçekleştirirken, Yemen’de istikrarsızlık meydana getirerek, ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdi. Riyad Anlaşması’na rağmen sahada yaşanan gelişmeler, GGK’nin daha da güçlenebileceğini ve meşru hükümetin tamamen devre dışı kalabileceğini gösteriyor. Zira GGK’yi daha önce darbe ile suçlayan ve resmi bir temsilci olarak kabul etmeyen Suudi Arabistan’ın da BAE’nin tezlerine yaklaştığı görülüyor. Yemen hükümeti yetkilileri, Suudi Arabistan’ın konuşlandırdığı askerleri çekerek GGK’ye bağlı milislerin hükümet binalarını ele geçirmesine ve adanın işgaline bilerek zemin hazırladığını söylüyor. Böylece Suudi Arabistan meşru hükümeti yüzüstü bırakmış durumda.
Sahadaki gelişmeler BAE’nin Sokotra ve Aden sahiliyle yetinmeyeceğini gösteriyor. BAE son olarak Hadramevt vilayetinde de hükümete karşı protestoları finanse ederek halkı kışkırttı. Böylece Yemen’de hızlı bir şekilde yeni yapılanmaların sınırları çiziliyor.
Yemen’de Arap Koalisyonu’nun 5 yıl süren askeri müdahalesine rağmen Husilere karşı bir zafer elde edilmeyince, müttefiklerin hızlı bir şekilde “ikiye bölünmüş Yemen” projesine dönüş yaptıkları anlaşılıyor. Kuzeyde Husilerin kontrolünde bir devlet olacak; güneyde ise meşru Hadi hükümetinin ya da seçimlerle başa gelecek bir yönetimin değil, BAE’ye hem ekonomik hem de askeri olarak bağlı bir yönetimin tercih edileceği aşikâr. Zira böyle bir senaryoda hem Körfez’deki otoriter rejimlerin kontrolünde statüko korunacak hem de Güney Yemen’deki stratejik adaların, limanların ve üslerin uzun dönemli kiralanması veya Sokotra’da muhtemel olduğu gibi yutulması kolaylaşacaktır. BAE ve Suudi Arabistan tarafından Hadi hükümetinin veya farklı bir merkez hükümetinin tercih edilmemesinin en önemli sebebi, halka hesap verme sorumluluğundan uzak durma isteğidir. Yemen merkezi hükümeti içinde farklı toplumsal, kabilevi ve dini grubu barındırıyor ve homojen olmayan, hızlı ve tek taraflı kararlar çıkarmak mümkün değil. 2016’da Mısır’da darbe sürecinin gösterdiği gibi, güneyde otoriter, ancak iradesi zayıf ve dışa bağımlılığı yüksek bir rejimin kurulma sürecine girildiği muhakkak.
Riyad Anlaşmasıyla birlikte resmi bir sıfat kazanan GGK uluslararası meşruiyet kazandı. BAE’nin yanı sıra, Soğuk Savaş döneminde Güney Yemen’in müttefiki olan Sovyetlerin mirasçısı Rusya bugün GGK’nin en büyük destekçisi konumunda. GGK liderleri çeşitli Avrupa ülkelerinin elçileriyle ve Çin’le ilişkiler tesis ederek uluslararası tanınırlık ve meşruiyet inşa etmenin peşinde.
Sokotra adasının işgali, güneyde meşru Hadi hükümetinin zayıflaması ve GGK’nin uluslararası meşruiyet kazanma peşinde olması, birleşik Yemen projesinin sonuna doğru gelindiğinin somut göstergeleri. Tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, iki devletli bir Yemen’i tercih eden Rusya ve BAE’nin, Soğuk Savaş dönemi gerçeğine dayanan kuzey-güney ayırımı çerçevesinde bölgesel bir dizayn inşa etmek istedikleri kuvvetle muhtemel. Sokotra’nın işgaliyle de Yemen’in toprak bütünlüğü ve “tek Yemen” düşüncesinin artık sonuna gelindiği anlaşılıyor.
BAE tekeline aldığı Arapçılık davasına da ihanet ediyor
Sahadaki gelişmeler BAE’nin Sokotra ve Aden sahiliyle yetinmeyeceğini gösteriyor. BAE son olarak Hadramevt vilayetinde de hükümete karşı protestoları finanse ederek halkı kışkırttı. Böylece Yemen’de hızlı bir şekilde yeni yapılanmaların sınırları çiziliyor.
BAE’nin Sokotra adasına yaklaşımı, Yemen savaşında baştan beri gerçek niyetini ifşa ediyordu. Bölgede agresif ve işgale dayalı bir dış politika benimseyen BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid’in politikaları, Yemen’de meşru hükümete yardım etmekten ziyade kendi nüfuzunu genişletmeyi hedeflediğini gösteriyor. Kısa tarihinde hiçbir zaman tek başına denge değiştirici bir aktör olamayan BAE, yabancı paralı milislerden, Batılı güvenlik şirketlerinden ve vekil örgütlerden yararlanarak, ayrıca fakirlik ve ağır insani krizi fırsat bilerek, Orta Doğu’da müdahaleci bir perspektif benimsemiş durumunda. Mutlak monarşiyle yönetilen BAE’nin yöneticilerinin ne kendi ülkelerinde ne de bölgede özgür ve seçime dayalı bir siyasi oluşuma tahammülleri söz konusu. Suudi Arabistan, Mısır ve Bahreyn’le birlikte hareket eden BAE, yeri geldiğinde onları da tek başına bırakan bir yönetim anlayışına sahip. Nitekim Yemen’de Suudi Arabistan’la meşru hükümeti korumak için Arap Koalisyonu’nda yer almasına rağmen Hadi hükümetinden ziyade GGK’yi destekleyen BAE, Yemen’in bölünmesinde başı çekiyor.
BAE Arapçılık davasını tekeline alarak Arap ve İslam dünyasına ciddi zararlar veriyor. Şii yayılmacılığına karşı İran’la mücadele içinde olduğunu iddia etmesine rağmen, BAE İran’a sıcak para sağlayan ve ABD yaptırımlarını delen bir ülke. Abu Dabi tüm retoriğine rağmen, İran’ın bölgedeki en önemli müttefiki Beşşar Esed’le diplomatik ilişkiler kurarak Suriye’de büyükelçiliğini tekrar açan ilk Arap ülkesi oldu. Irak, Lübnan ve Kuzey Afrika’da özgürlük yanlısı parti ve gruplara karşı amansız bir mücadele içinde olan BAE, dolaylı olarak İran’ın bölgedeki konumunu güçlendirmesine yol açıyor.
Çeşitli uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan verilere göre BAE İsrail’le de yakın bir işbirliği içinde. Yani BAE Arapçılığın en önemli davası olan Filistin meselesinde İsrail’i otorite olarak tanıyan Arap ülkelerinin de başında geliyor. BAE’nin Washington’daki diplomatik temsilcileri de İsrail lobisiyle yakın işbirliği içinde. Nitekim BAE İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesine ses çıkarmamıştı. Abu Dabi’nin bu gibi adımları, Arap ülkelerinin birliğini ve istikrarını zedeliyor.
BAE Arap Baharı sürecinde, bölgede ortaya çıkan yeni dinamikler ve sarsılan bölgesel düzen karşısında, otoriter rejimleri ikame ederek, halkların iradesine karşı yeni bir statüko inşa etmenin peşinde oldu. Özgürlük ve demokrasiyi ulusal bir tehdit olarak algılayan BAE, askeri yayılmacılıkla bu hareketleri durdurmak istiyor. İzolasyonist bir politika benimseyen Trump’la birlikte ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı küçüldü, bölgeye ilgisi de azaldı. ABD kaynaklı bu boşlukta BAE Rusya ve Çin gibi küresel aktörleri de askeri ve siyasi olarak bölgeye çekerek yeni dengeler kurmaya çalışıyor. Orta Doğu’da kendi nüfusundan korktuğunu her durumda belli eden Bin Zayid, statükonun korunmasının ve otoriter monarşilerin ayakta kalabilmesinin yabancı askerlerin varlığı sayesinde mümkün olabileceğine inanıyor.
Sonuç olarak, Yemen’de iç savaş 6. yılına girerken ve meşru hükümetin varlığı her geçen gün zayıflarken tüm idari ve bürokratik kurumlar da yok olmak üzere. Yemen’de Arap Koalisyonu’nun askeri müdahalesi kayda değer bir başarı gösteremezken, bütün bu gelişmeler ülkenin toprak bütünlüğünün yok olmasına ve milli bilincin zayıflamasına yol açtı; paralı milisler güç kazandı. Ülkede oluşan güç boşluğunu ve fakirliği bir araç olarak kullanan BAE de Yemen’de stratejik yerleri işgal ediyor. İnsani bir felaketin içinde bulunan Yemen’in, nasıl bir neticeye varılırsa varılsın, otoriter liderlerin yönettiği bölünmüş bir ülke haline geleceğini ileri sürmek mümkün.
[Riad Domazeti İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nde (İNSAMER) Orta Doğu araştırmacısı olarak görev yapmaktadır]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.