İran’ın misillemesiyle Kasım Süleymani konusu kapanır mı?
Trump yönetiminin İran stratejisinin nihai hedefinin ne olduğu ve dahası böyle bir stratejinin var olup olmadığı önemli bir soru. Diğer bir önemli soru da İran’ın tırmanacak bir gerilimi ne kadar taşıyabileceği.
İstanbul
İran’ın Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin ABD suikastıyla öldürülmesinin sonuçlarının tartışıldığı bir ortamda İran, 8 Ocak Çarşamba gününün ilk saatlerinde beklenen misillemesini yaptı. ABD’nin Irak’taki Ayn el-Esed ve Erbil üslerine İran topraklarından yapılan çok sayıdaki roket atışı, İran basınındaki aksi iddialara rağmen ABD tarafında bir insan kaybına neden olmadı. Süleymani’nin intikamını gerektiği şekilde aldığını düşünen İran tarafının ise bu misillemeyle hararetin dindiği görülüyor. İran Dışişleri Bakanı Zarif twitter hesabından paylaştığı mesajda, ülkesinin BM antlaşmasının 51. maddesindeki nefsi müdafaa ilkesi uyarınca orantılı bir adım attığını savundu, işi savaşa götürme arayışında olmadıklarını belirtti ancak herhangi bir saldırı karşısında kendilerini koruyacaklarını kaydetti.
Süleymani suikastı ABD’nin İran’a karşı uyguladığı maksimum baskı politikasının ekonomi ve diplomasi düzeylerinde kalmayacağını gösteriyor.
ABD Başkanı Trump de yine sosyal medya hesabından saldırıların üslere yapılan atışlardan ibaret kaldığını ve şu an için “her şeyin yolunda” olduğunu belirtti. Saldırıyı düzenleyen İran Devrim Muhafızları Ordusu da pozisyonunu yayımladığı dört maddelik bildiriyle ortaya koydu. Yapılan açıklamada ABD’nin başka bir tahrik ya da taciz hareketi yapmasının yıkıcı bir misillemeyle karşılanacağı; İran’a karşı bir saldırıda üslerini ABD'ye açan ülkelerin hedef alınacağı; İsrail ile ABD’nin aynı görüldüğü; ve ABD halkına fazla zarar yaşamamak için Amerikan askerlerini bölgeden çektirmelerinin tavsiye edildiğine yer verildi.
Süleymani'nin ölümü, rejim taraftarı ve aleyhtarı şeklindeki iki kampın ortasında bulunan kesimlerden bir bölümünü muhafazakâr yöne sevk edeceği gibi muhafazakarların sesinin daha yüksek çıkmasına ve iç ihtilafların muvakkaten bir kenara bırakılmasına neden olacaktır.
Açıklamalar ve İran tarafındaki memnuniyet, tarafların öngörüldüğü üzere gerilimi sıcak bir çatışma boyutunda tırmandırma yoluna gitmeyeceğini gösteriyor. Bunda suikasttan itibaren teyakkuza geçen ABD’nin muhtemelen saldırıdan da haberdar olarak askerlerini korumaya almasının da etkisi var. Bu denklemi değiştirebilecek tek husus ABD’nin iddia edildiği boyutta bir zayiat vermesi olur ki eldeki veriler bunu doğrulamıyor. İran’ın saldırıyı nispeten erken yapması ve bu zamanlamayı Süleymani’nin cenazesinin toprağa verildiği saate denk getirerek meşrulaştırması önemli. Bu sayede İran daha fazla bekleyerek misillemede elin yükseltilmesinin önüne geçti. Ülkeden gelen görüntüler kamuoyunun da belirli ölçüde teskin edildiğini gözler önüne seriyor.
Birçok soru ise cevap beklemekte. Öncelikle, ABD’nin Süleymani’yi öldürme şeklini egemenlik ihlali olarak gören ve Sünni ve Kürt bazı vekillerin çekincelerine rağmen özellikle Şii milletvekillerinin öncülüğünde bu ülkeye askerlerini Irak’tan çekme çağrısı yapan Irak parlamentosunun İran’a vereceği tepki merak konusu. Diğer yandan, İran’ın dağınık vekil güçlerinin nasıl bir yol izleyeceği de yakından takip edilmeli. Son olarak nispeten yumuşaması beklenen atmosferde özellikle suikasttan hemen sonra Zarif’i Brüksel’e davet eden AB’nin ve daha da somut olarak nükleer anlaşmanın taraflarından olan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın nasıl bir yol izleyeceği de önemli olacak. Ancak konunun bir de daha geniş boyutu var.
İran için "Süleymani meselesi" kapanabilir mi?
Süleymani’nin bağlı olduğu Devrim Muhafızları Ordusunu (DMO) Nisan 2019’da terör örgütleri listesine alan ABD, bu hukuksuz saldırısını temellendirmek için Süleymani’nin geçmişte birçok ABD vatandaşının ölümünden sorumlu olduğunu ve daha fazlasını öldürmek için plan yaptığını iddia etti. Dahası ABD Başkanı Trump, saldırının ardından yaptığı açıklamada, Süleymani’yi “dünyadaki bir numaralı terörist” olarak tanımladı. İran cenahında ise Süleymani, ülkesinin ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinden itibaren Orta Doğu’daki varlığının meşruiyet zemini olarak vurguladığı “kutsal direnişin” mimar ve sembollerinin en önemlilerinden biriydi. Öyle ki Devrim Rehberi Hamaney onu bir defasında “yaşayan şehit” olarak nitelemişti. Irak ve İran’ın farklı kentlerinde Süleymani’nin ardından tertip edilen gösteriler ve 6-7 Ocak’taki cenaze merasimi de onun ülkesindeki önemini gözler önüne serdi. İşte İran’ın bu kritik ismi artık hayatta değil ve bu durumun dikkate değer sonuçlar doğuracağı açık.Yani İran açısından Süleymani konusunun kapanması biraz zaman alacak. Süleymani’nin İran’ın iç ve dış dengelerindeki rolü nedeniyle konuyu bu iki eksende ele almak gerekir.
İç dinamikler neye işaret ediyor?
Bundan yaklaşık üç sene önce, adı neredeyse İran İslam Cumhuriyeti ile özdeşleşmiş simalarından ülkenin eski cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ölmüştü. İran’ı takip edenler için Rafsancani’nin ölümünün ülkenin üst kademelerinde fazla “soğukkanlılıkla” karşılanmış olması dikkat çekiciydi. İran’ın “kara kutusu” olarak görülen Rafsancani, öldüğünde 82 yaşındaydı. Ölüm tarihi itibariyle uhdesinde bulunan çeşitli görevlerin yanı sıra ülkenin önemli kurumlarından “Düzenin Yararını Teşhis Konseyinin” de başkanı olan Rafsancani’nin cenaze töreninde kendisine mikrofon uzatılan Süleymani’nin onun hakkındaki değerlendirmesi hatırlanmayı hak eder türdendi: “Bence sayın Haşimi başta nasılsa sonda da öyleydi, başlangıçtaki hali neyse sondaki de oydu. Tabii onun bazı dönemlerde gösterdiği çeşitli taktikleri vardı. Ama tabi, o hem tahakküm karşıtı (istikbar-setiz) hem de Siyonizm karşıtıydı." Ne var ki muhafazakâr cenahta bazıları Rafsancani’nin son yıllarında onun gerçekte böyle olup olmadığından artık emin değildi.
Süleymani ise öldüğünde 62 yaşındaydı ve geçmişinde önemli bir askeri sergüzeşt, önünde ise muhtemelen parlak bir siyasi kariyer vardı. Şiirlerinde “güvenilir” anlamına gelen “Emin” mahlasını kullanan Hamaney, onu en güvenilir isimlerden biri olarak görüyordu ve ölümünün ardından ondan “direnişin beynelmilel siması” diye bahsetti. Süleymani, Hamaney ve çevresinde, “hatt-ı İmam” yani “Devrim Rehberi’nin çizgisinde” olmak ve “Hizbullahi” olmak yani “devrim ve din uğruna savaşmak” denince akla ilk gelen isimlerdendi. Ülkede, 2021'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakârların en güçlü adaylarından biri olacağı da söyleniyordu; faal siyasi arenaya girmeden etkinliğini artırarak sürdüreceği de. Kesin olan, Süleymani’nin, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin 2017 seçimlerindeki rakibi ve halihazırda ülkenin Yargı Başkanı olan İbrahim Reisi ve benzer isimlerle beraber 80 yaşındaki Hamaney’in kendisinden sonraki İran vizyonunun mihenk taşlarından biri olduğuydu. Ne var ki ülkede bunun iyi bir fikir olduğundan pek emin olmayanlar da vardı.
İran’da yaşlı ve kıdemli ilk nesil devrimciler öldükçe daha genç isimler ön plana çıkıyor ve bu gidişat, İran’ın önümüzdeki yıllarında daha da belirgin hale gelecek. Fakat tek değişen şey yönetici nesil değil. Yüzde ellisi devrimden sonra dünyaya gelen ülkenin nüfusu içinde, dışarıda kavgacı içeride ise baskıcı bir yönetim istemeyenlerin sayısı artıyor. Bütün İranlıların ortak kaygısı ise daha müreffeh bir yaşam. Ancak ülkenin mevcut gidişatı bu bağlamda pek iç açıcı değil. Süleymani, siyasi olarak aynı çizgide olmadığı bazı kesimler dahil ülkede saygı duyulan ve bilhassa DEAŞ karşıtı mücadeledeki rolü nedeniyle takdir edilen bir askerdi. Hatta İran’da son yıllarda hem muhafazakâr hem de reformist simaların adının karıştığı yolsuzluk haberlerinin ayyuka çıkması, Süleymani gibi sahada ülkesi için mücadele ettiğine ve bu işlere bulaşmadığına inanılan kişilere olan saygıyı artırdı. Onun ölümü, rejim taraftarı ve aleyhtarı şeklindeki iki kampın ortasında bulunan kesimlerden bir bölümünü muhafazakâr yöne sevk edeceği gibi muhafazakarların sesinin daha yüksek çıkmasına ve iç ihtilafların muvakkaten bir kenara bırakılmasına neden olacaktır. Ancak bu durum kalıcı olamaz. İran’ın iç dinamiklerinde bu tarz bir kenetlenmeyle kalıcı olarak çözülemeyecek kadar büyük yapısal sorunlar bulunuyor. Bu sorunların çözümü için İran’ın, Rafsancani’nin “bazı dönemlerde gösterdiği çeşitli taktiklere” daha fazla ihtiyaç duyacağı görülüyor. Bu, İran’ın özellikle dış politikası için de geçerli.
Dış politikada kırılma olur mu?
İran’da Devrim Muhafızları, sekiz yıllık İran-Irak Savaşı’nın 1988’de bitmesi ve Ali Hamaney’in, 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin ölümünün ardından Devrim Rehberi olmasıyla hızla güçlendi. Hamaney çevresindeki akran rakiplerine karşı daha genç ve kontrolüne açık olan Devrim Muhafızlarına dayanarak gücünü tahkim etti. Böylece Humeyni’nin savaş dönemi için sarf ettiği “Devrim Muhafızları olmasa ülke de olmazdı” ifadeleri yeni bir anlam kazandı. Orta Doğu’da 1991 Körfez Savaşı ile başlayıp günümüze kadar yaşanan gelişmeler, Devrim Muhafızlarının, İran’ın ulusal güvenlik konseptinin ve bölge politikasının şekillenmesindeki önemini sürekli artırdı. Süleymani bu süreçte öne çıkan isimlerdendi ve 1998 yılında Kudüs Gücü komutanı oldu. Sonraki yıllarda, özellikle ABD’nin 2003 Irak işgali sonrasında, Süleymani çok daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Süleymani, Suriye iç savaşı ve DEAŞ terörünün ortaya çıkmasıyla bölgesel ve küresel ölçekte daha da tanınır hale geldi. Bu dönemde İran’ın milli güvenlik stratejisinin balistik füzelerle beraber ikinci temel aracı olan vekil güçler öne çıktı.
Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen başta gelmek üzere bölgedeki birçok ülkeye yayılmış olan vekil güçleri, İran’ın gücünün olduğu kadar zaafının da kaynağı. Trump yönetiminin baskısı, İran’ın bu unsurları finanse etmesini zorlaştırdığı gibi Irak’ta görüldüğü üzere İran’ın bu yöndeki nüfuzu bölge kamuoylarında tepkiye de neden olabiliyor. Kasım Süleymani, yakın temasta bulunduğu bu vekil güçleri organize eden isimlerin başında geliyordu. Bu güçlerle yerine göre Siyonizm ve ABD karşıtlığı, yerine göre de DEAŞ ve diğer Vehhabi-Selefi terör örgütleriyle mücadele ortak zemininde hareket eden Süleymani’nin faaliyetleri, mezhepçiliği tetikleme ve siyasi süreçlere ket vurma gibi sakıncalı sonuçlar doğurmuştu. Ayrıca bütün bu karmaşık ağın merkezinde Süleymani’nin bulunması İran dış politikasının kurumsallaşmasını da engelliyordu. Onun sahip olduğu bazı bilgilere Hamaney ve en yakın dairesi dışında vakıf olan yoktu. Süleymani, İran’ın sahip olduğu bu ağı sıfırdan kurmuş değil ve bu ağ onun yokluğunda çökmeyecek. Fakat onun yerine gelen yardımcısı İsmail Kaani’nin bu boşluğu doldurması epey zor olacak. Bu da zaten ABD ve onun bölgesel güçlerinin baskısı altında olan söz konusu vekil güçlerde çözülmelere neden olabilir. Bu bağlamda Irak, Suriye ve Yemen öne çıkıyor. Irak’taki parçalanmışlık, yönetim zaafı ve hem ABD hem de İran’ın bu ülkedeki derin nüfuzu, Irak’ı bir gerilimin merkezine yerleştiriyor. Muhtemelen önümüzdeki haftalarda en sıcak gelişmeler de bu ülkede yaşanacak. Ancak, bugün Rusya Devlet Başkanı Putin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Libya’nın yanı sıra Suriye meselesini görüşmeye geldiği için dikkatler özellikle Suriye’de olacaktır.
Astana süreci sekteye uğrar mı?
İdlib’de son günlerde yaşananlar Astana sürecinin gidişatına yönelik kuşkular doğurdu. Putin ziyaretinin zamanlaması bu nedenle önemli. Her ne kadar olaydan önce planlanmış olsa da görüşmede Süleymani suikastının olası etkileri de gündeme gelecektir. Süleymani, Rus tarafının da yakından tanıdığı ve Eylül 2015’te Suriye krizine müdahil olurken, Temmuz 2015’te Moskova’da yapılan kritik görüşmeler dâhil, yakın temasta olduğu isimlerdendi. Öyle ki belki de Putin’in ardından Beşşar Esed üzerinde en etkili isimlerden biri Süleymani idi. Ancak İsrail’in Suriye’de Esed ve İran unsurlarına dönük mükerrer saldırılarına Rusya’nın güçlü bir tepki vermemesi Rusya-İran ilişkilerinde sorunlara neden olmuştu. Rusya’nın Suriye’de kalıcı bir çözüm için İran ve Türkiye’nin bu ülkeden çekilmesi gerektiği yönündeki yaklaşımı da bu rahatsızlığı pekiştirdi. Süleymani’nin ağındaki unsurların dağınık yapısı da Rusya’yı uzun süredir rahatsız etmekteydi. Bu unsurların DEAŞ terörüyle etkin mücadele ettiğinin savunulduğu ve bunun ABD dâhil Batılı çevrelerde geniş bir kabul gördüğü dönemlerde dahi Rusya bu unsurlara mesafeli duruyordu.
Dolayısıyla Rusya, suikastı eleştirse de Süleymani’nin denklem dışı kalmasından çok rahatsız olmayacaktır. Benzer bir durum suikastı en üst düzeyde cumhurbaşkanının dilinden eleştiren Türkiye için de geçerli. Yine de bu hesaplar bir sonraki aşamaya ait. Daha öncelikli aşama ise İran’ın yapacağı misillemenin olası sonuçlarıyla ilgili. İran’dan bir misilleme geleceğini bilen her iki ülke de taraflara daha gerilimi tırmandırama çağrısı yapacaktır.
Trump yönetiminin İran stratejisinin nihai hedefinin ne olduğu ve dahası böyle bir stratejinin var olup olmadığı önemli bir soru. Bu İran’ın öngörüde bulunmasını zorlaştırıyor. Zira daha önceki dönemlerden farklı olarak Süleymani suikastı, İran’ın anlaşma masasına oturmaması durumunda ABD’nin kendisine karşı uyguladığı maksimum baskı politikasının ekonomi ve diplomasi düzeylerinde kalmayacağını gösteriyor. Diğer yandan, İran’da gerilimin tırmanmasının rejimi büyük sıkıntıya sokacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Her ne kadar İran’dan suikastı takip eden her gün çeşitli misilleme tehditleri gelse de İran’ın iç dengeleri uzun vadeli bir gerilimi kaldıramaz. Misillemenin hemen ardından verilen mesajlar bunu doğruluyor. İranlıların savaş istemediklerini ve nükleer anlaşmadaki ek bazı yükümlülüklerinden geri adım atmalarına rağmen nükleer silah peşinde olmadıklarını belirtmeleri önemli. Bu tavrın fiiliyata yansıması için ise Trump yönetiminin de tutumunu esaslı şekilde revize etmesi gerekir. Tüm önemine rağmen bizatihi Süleymani’nin ölümü İran’ın iç ve dış dengelerinde yapısal bir değişikliğe neden olmayacaktır. İran’dan şu aşamada endişe verici boyutta bir misilleme gelmemiş olması iyi haber. Şu an için iki ülke arasındaki gerilimin bilindik kontrollü hatta yeniden oturduğu söylenebilir. Taraflardan birinden gelecek sorumsuz bir hamle bu treni raydan çıkarabilir. Bunu engellemek içinse sıranın diplomaside olduğu ortada.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Dr. Serhan Afacan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesidir]