İran-UAEA anlaşması ne anlama geliyor?
BMGK'nın İran'a silah ambargosunun uzatılmasına ilişkin ABD'nin talebini kabul etmemesi, uluslararası arenada İran'ın elini güçlendiren bir gelişme. Bu gelişmenin akabinde gelen İran-UAEA anlaşması, İran cephesini tahkim eden bir işlevi haiz.
İstanbul
Birleşmiş Milletler çatısı altında faaliyet gösteren Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi, 24 Ağustos’ta Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret öncesinde Twitter’dan yaptığı bir paylaşımla oldukça olumlu mesajlar veren Grossi’nin ziyaretinin amacı, kurum ile Tahran yönetimi arasında krize sebep olan iki eski nükleer tesisin denetlenmesi talebiydi. Grossi, Tahran’da İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi ve Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile görüşmeler gerçekleştirdi. Grossi’nin temasları hem İran hem de UAEA tarafından olumlu olarak nitelendi. İki taraf arasında anlaşmaya varıldığı açıklandı. İran ile UAEA arasında 25 Ağustos’ta varılan anlaşmaya göre Tahran yönetimi, ismi açıklanmayan fakat Kerec ve İsfahan yakınlarında olduğu belirtilen iki nükleer tesisin UAEA tarafından denetlenmesini kabul etti. Ali Ekber Salihi, UAEA’nın bu tesislerin dışında bir denetleme talebinin olmadığını bildirdi.
Nükleer anlaşma, Avrupa ülkeleri tarafından diplomatik bir başarı, İran’ı nükleer faaliyetleri konusunda frenleyebilmenin rasyonel bir yolu olarak görülüyor.
Denetlenmesi kabul edilen bu tesislerin, 2000’li yılların başlarında aktif olduğu ancak sonrasında faaliyetlerinin sonlandığı biliniyor. İran bugüne kadar nükleer faaliyetlerinin hiçbir şekilde askeri boyutunun olmadığını iddia etse de UAEA’nın bu konuda şüpheleri bulunuyor. 2018’in Mayıs ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Mossad operasyonuyla İran’ın “gizli nükleer arşivlerini” ele geçirdiklerini ve 2003 öncesinde İran’ın nükleer silah faaliyetlerinde bulunduğunun açığa çıktığını iddia etmişti. Netanyahu’nun açıklaması sonrası UAEA üzerindeki baskılar artmaya başlamıştı. İsrail daha sonra, Fransa, İngiltere ve Almanya’yı da İran’ın “gizli” nükleer faaliyetleri hakkında uyarmaya ve kendi pozisyonuna çekmeye çalışmaya başlamıştı.
Bu gelişmelerin ardından, 2019’un Ocak ayında UAEA, İran’daki üç eski nükleer tesis hakkında bilgi almak için talepte bulundu. Ancak İran tarafı bu talebe doyurucu bir karşılık vermedi. Bir sene sonra UAEA bu kez iki eski nükleer tesisten örnek toplamak için izin istedi fakat Tahran yönetiminden yine olumsuz cevap geldi. İran’ın 2015’te P5+1 ülkeleri ile imzaladığı nükleer anlaşma ve Nükleer Silahların Yayılımının Önlenmesi Anlaşması’nın Koruma Tedbirleri Anlaşması’na Ek Protokol’ü, UAEA’ya nükleer site olduğu bildirimi yapılmamış alanlarda da muhtemel bir nükleer materyal varlığına ilişkin denetleme yetkisi veriyor. Buna rağmen İran yönetimi, UAEA’nın “İsrail’in iddiaları” üzerine inceleme yapmak istediğini ve İsrail’in planlarına alet olduğunu ileri sürerek talepleri reddetti. Bu arada İran, nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini de kademeli olarak askıya almaya başladı. Bu doğrultuda 2019’un Haziran ayından itibaren uranyum zenginleştirme ve depolama limitlerini aşmaya başladı. ABD’nin anlaşmadan çekilmesi ve Avrupa ülkelerinden de beklediği desteği görememesi, Tahran’ın bu hamlesinin altında yatan sebeplerden sayılabilir. Bir anlamda İran, Avrupa ülkelerine “daha fazla inisiyatif alın ve daha cesur davranın” çağrısında bulunuyordu. Zira ABD’nin ikincil yaptırım (secondary sanctions) tehditleri, Avrupalı şirketlerin ve bankaların İran ile iş yapmamasının gerekçeleri arasında yer alıyor ve nükleer anlaşma hukuken geçerli olsa da bir türlü işletilemiyordu.
UAEA ile İran arasında işbirliğinin devam etmesi, ABD çekilme kararı almış olasa da, Avrupa'nın bu beklentilerine karşılık veren nükleer anlaşmanın ömrünü uzatmaya yarayacak.
İran ve UAEA’nın anlaşmaya ilişkin motivasyonları
Grossi’nin ziyareti, zamanlama açısından oldukça kritikti. Ziyaret öncesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) İran’a yönelik uygulanan uluslararası silah ambargosunun süresinin uzatılması talebi görüşülmüştü. ABD tarafından Konsey gündemine taşınan bu teklif, Rusya ve Çin’in vetosuyla reddedilmişti. Bunun ardından ABD Başkanı Trump, İran’ın kademeli olarak nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini askıya almasını anlaşmanın ihlali olarak değerlendirdiklerini ve yaptırımları geri getirme mekanizmasını (snapback sanctions) devreye sokacaklarını açıkladı. Bu mekanizma, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın bir parçası olarak değerlendiriliyor. Buna göre, İran anlaşmaya uymadığı takdirde yeniden yaptırımlara maruz bırakılabilir. Ancak BMGK, ABD nükleer anlaşmadan 2018’in Mayıs ayında ayrıldığı için yaptırımların yeniden devreye sokulması talebini hukuki anlamda geçersiz kabul etti. Yani Konsey, ABD’nin hem anlaşmanın dışında kalıp hem de anlaşma şartlarına dayanarak eylemde bulunamayacağına hükmetti. Yaşanan bu iki gelişme sonrası ABD’nin eli, uluslararası sahnede İran’a karşı oldukça zayıflamış oldu.
Diğer bir ifadeyle İran, ABD’ye karşı normatif bir üstünlük sağlamış durumdaydı. Ancak UAEA ile İran arasındaki gerginlik arttığı ölçüde bu normatif üstünlüğün yitirilmesi riski de ortaya çıktı. Anlaşma öncesinde UAEA, 2012’den beri ilk kez İran’a sert bir şekilde yüklenmeye başladı. Haziran ayında yayınladığı denetleme raporunda İran’ın uranyum zenginleştirme ve depolama limitini aştığı belirtildi. 19 Haziran’da ise Ajansın yönetim kurulu, 25’e karşı 2 oyla İran’ı kendisiyle işbirliğine davet eden bir karar aldı. Karara göre İran, derhal belirtilen eski nükleer alanları denetime açmalıydı. UAEA’nın gittikçe sertleşen tavrı İran’a yönelik silah ambargoları ve diğer muhtemel ambargoların da geri dönmesi riskini ortaya çıkarabilirdi. Nitekim Ajansın İran’ın anlaşmaya uygun hareket etmediğine ilişkin muhtemel bir tespiti sonrası, Trump ve Netanyahu’ya karşı nükleer anlaşmayı destekleyen Avrupa ülkelerinin de eli boşa çıkacaktı. Dolayısıyla İran ve UAEA anlaşması, ABD ve İsrail’e karşı aslında İran cephesini normatif anlamda tahkim eden bir işlevi haiz.
Washington yönetiminin bundan sonraki ataklarına karşı Tahran’ın eli güçlenmiş durumda. Yine de Avrupa ülkelerinin İran’a olan desteklerinin koşulsuz ya da her alanda olduğu yanılgısına düşmemek gerekiyor. Zira İran’a uygulanan uluslararası silah ambargosunun devam etmesi konusunda Almanya, Fransa ve İngiltere de ABD ve İsrail gibi pozisyon almıştı. İran’ın balistik füze programı hususunda da aynı ülkelerin eleştirel tutumları biliniyor. Ancak nükleer anlaşma, Avrupa ülkeleri tarafından diplomatik bir başarı, İran’ı nükleer faaliyetleri konusunda frenleyebilmenin rasyonel bir yolu olarak görülüyor. Ancak AB ülkeleri açısından belki de en önemli husus, nükleer anlaşmanın İran ile ticaret yapmanın yolunu açması.
Öte yandan her ne kadar İran, nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini tedricen askıya aldığını açıklasa da iki tesisi denetime açarak anlaşmanın içerisinde yer almaya istekli olduğunu göstermiş oldu. UAEA’nın periyodik denetimleri ve raporları, bugüne kadar İran’ın anlaşmaya uygun hareket ettiğini tespit eden ve dolayısıyla anlaşmayı ayakta tutan çok önemli bir işlev gördü. Bundan sonraki süreçte de iki taraf arasındaki işbirliğinin devam etmesi, nükleer anlaşmanın ömrünü uzatmaya yarayacak. Bu durum, bir anlamda hem İran hem Avrupa ülkeleri hem de UAEA’nın muhtemel Trump sonrası döneme yatırımları olarak anlaşılabilir. Trump’ın Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini kaybetmesi halinde nükleer anlaşmanın canlandırılması olasılığı bir hayli yüksek. İran tarafı bu sebeple Trump’a karşı Joe Biden’ın kazanmasını istiyor. Biden’ın kazanması halinde neler olabileceğine ilişkin İran’da pek çok yayın yapıldı. Gazeteler ve dergiler bu konuya geniş yer verdiler ve konu geniş şekilde tartışılmaya devam ediyor.
Trump’ın “America First (Önce Amerika)” sloganıyla uluslararası kuruluşların varoluş prensiplerinden olan çok taraflılık (multilateralism) konsepti arasında derin bir uyuşmazlık uzun zamandır dikkati çekiyor. ABD’nin UNESCO’dan, Paris İklim Anlaşması’ndan, nükleer anlaşmadan ve son olarak Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekilmesi bu durumun örnekleri arasında yer alıyor. Bu sebeple uluslararası kuruluşların kendi zeminlerini ve varoluş gerekçelerini korumaya çalışmaları anlaşılabilir. İran ile çalışmak bu yüzden UAEA açısından da rasyonel bir hamle gibi görünüyor. Nitekim Tahran ziyareti sırasında Grossi de sık sık kurumun “tarafsız olduğu” ve “siyasi değil teknik konulara yoğunlaştığı” şeklinde vurgular yaptı. Böylelikle aslında ABD ya da İsrail’in baskıları doğrultusunda hareket etmediğinin anlaşılmasını istedi.
Anlaşma sonrası muhtemel gelişmeler
İran ve UAEA arasındaki yakın temaslar anlaşma sonrasında da hız kesmeden devam etti. Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, UAEA Başkanı Rafael Grossi ile 2 Eylül’de Viyana’da bir araya geldi. Arakçi, nükleer anlaşma ortak komisyon toplantısı için bulunduğu Viyana’da anlaşmaya taraf ülkelerin temsilcileriyle de görüştü. Tarafların anlaşmanın devamına ilişkin iradeleri varlığını koruyor. Ancak bundan sonraki süreçte İran’ın nükleer faaliyetleri ve nükleer anlaşmanın geleceğine ilişkin UAEA’nın denetimlerinin sonuçları kadar ABD başkanlık seçimlerinin sonucu da etkili olacak. ABD’nin yokluğunda anlaşmanın yaşatılması, Ticareti Destekleme Enstrümanı (INSTEX) gibi girişimlerin de yardımıyla, sınırlı bir şekilde şimdiye dek başarılmış durumda. Ancak bu durumun devam etmesi için İran’ın AB ülkeleriyle arasındaki ilişkinin seviyesini düşürmemesi ve UAEA ile işbirliğine devam etmesi şart. Seçimlerden Trump’ın zaferle ayrılması halinde ise anlaşmanın yaşaması ya da İran’ın Washington ve Tel Aviv’den gelecek ataklara direnebilmesi şansı çok düşecek.
[Mustafa Caner Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORMER) İran uzmanı olarak çalışmaktadır]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.