İran'ın Suriye siyaseti değişebilir mi?
İran yalnızca Suriye üzerinde değil, Irak, Lübnan ve Yemen’i de içine alan daha geniş bir bölgesel sistem tahayyülünde bulunuyor. “Şii hilali” formülasyonu, temelde bu anlayışın bir türevi.
İstanbul
2011 yılında başlayan iç savaşın her safhasında, kendi siyasal istikrarı pahasına Beşşar Esed’i askerî ve ekonomik olarak destekleyen İran’ın bunu yapmaktaki amacı, öncelikle kendi güvenliğinin tesisi olarak formüle edilmişti. Tahran’ın güvenliğinin Şam’dan başladığı kabulüne dayanan bu anlayış, İran’ın güvenlik sınır hattını kendi topraklarının çok ötesinde tahayyül etmesi anlamına geliyordu. Öyle ki İran’ın Suriye ile karasal bir bağlantısının olmaması bu tahayyülün ne kadar zorlayıcı ve yayılmacı olduğunu gösteriyordu. Dolayısıyla İran yalnızca Suriye üzerinde değil, Irak, Lübnan ve Yemen’i de içine alan daha geniş bir bölgesel sistem tahayyülünde bulunuyor. “Şii hilali” formülasyonu, temelde bu anlayışın bir türevi. Söz konusu yayılmacılığının askerî/stratejik boyutu bir yana, İran’ın geçen süre zarfında ekonomik ve sosyal anlamda da Suriye’ye çekildiği söylenebilir.
Fakat Tahran Şam’ı askerî olarak ayakta tutmakta tek başına başarılı olamamıştır. Bu yüzden 2015’te Rusya askerî olarak savaşa müdahil olmuş ve hava saldırılarıyla muhalifleri püskürtmeye başlamıştır. Esed için tehlikenin ortadan kalkmasıyla birlikte, Suriye meselesi de Tahran yönetimi için bir askerî güvenlik meselesi olmaktan çıkmıştır. İran’ı artık Suriye’de tutan siyasi, ekonomik ve toplumsal-kültürel belirleyenler bulunmaktadır. Elbette bu sürece paralel olarak, Tahran yönetiminin artık Suriye’yi kendi güvenliğinin bir dayanağı olarak görmesinin ötesinde, Esed’in iktidarda tutulmasını, muhtelif alanlardaki pek çok kazanca tahvil ettiği bir saha olarak gördüğü söylenmeli. Fakat İran’ın Suriye’deki nüfuzunun da sınırları bulunuyor. Suriye sahasındaki Türkiye, ABD, Rusya ve İsrail gibi diğer güçlü aktörlerin pozisyonları, İran’ın pozisyonunu da bir nebze tayin etmekte. Bu meyanda, İran’ın son zamanlarda Suriye’de işleri eskisi gibi yürütemediği gerçeği dikkati çekiyor.
İran’ın Suriye’deki kayıpları ve kazançları
Son yıllarda İran’ın askerî güçleri ya da Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından koordine edilen Şii milislerin bölgesel tutunmalarında kayıplar yaşanıyor. Bu kayıpların esas sebebi olarak İsrail güçlerinin hava operasyonları tespit edilebilir. Operasyonlar sırasında İran yüzlerce askerini ve milis kuvvetini kaybetti. Bu sebeple, özellikle Suriye’nin güneyindeki İran kuvvetlerinin çekilmesi durumu söz konusu. İran’ın Suriye’deki ortağı Rusya’nın bu duruma sessiz kaldığı görülüyor. Bahsi geçen İsrail saldırılarının Rus hava savunma sistemlerine rağmen gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, Rusya’nın İran’ın Suriye’de sınırlandırılması temayülünün bir sır olmadığı ortaya çıkıyor. Bu anlamda geçtiğimiz haftalarda Rus devletine bağlı Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) isimli araştırma kuruluşunun, Türkiye-Rusya-İran ilişkilerine dair yayınladığı rapor dikkat çekici. Rapora göre Rusya ve Türkiye, Esed’in iktidardan alınması ve Suriye muhalefetinin de dâhil olacağı bir geçiş hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya vardılar. Bu rapor, Türkiye’nin zaten net olan Suriye politikasına ek olarak, Rusya’nın da kendi pozisyonunda revizyona gitmesi ve Ankara’nın pozisyonuna yaklaşması anlamında bir ön alma hamlesi olarak okunabilir.
İran belki Esed’i iktidarda tutma konusunda Rusya kadar etkili olamadı, fakat savaşa yaptığı yatırım göz önüne alındığında, en az Rusya kadar karşılığını bekleyeceği kesin görünüyor. Geçtiğimiz günlerde İran’ın bir önceki dönem milletvekillerinden Haşmetullah Felahetpîşe’nin, Esed’in devrilmemesi için 20-30 milyar dolarlık bir harcama yaptıklarına ve bu harcamanın boşa gitmemesi gerektiğine ilişkin açıklaması dikkatle okunmalı. İran’ın dış siyasetinin belirlenmesinde, Dışişleri Bakanlığı haricinde muhtelif kurumların söz sahibi olduğu biliniyor. Bunlardan biri de Meclis’teki Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu. Bu komisyonun üyesi olmasından dolayı, Felahetpîşe’nin yaptığı açıklamalar resmi bir nitelik de arz ediyor ve aslında müesses nizamın Suriye meselesine dair yaklaşımını da ortaya koyuyor.
İran’ın dış siyasetinde en etkili organlardan bir diğeri de DMO’dur. Suriye iç savaşı sürecinde prestiji ve bölgesel siyasetin belirlenmesindeki ağırlığı artan DMO, kazandığı avantajı kaybetmek istemiyor. Kasım Süleymani her ne kadar Suriye krizi öncesi dönemde de tanınan askerî bir figür olsa da, İranlıların gözünde efsane mertebesine ulaşmasında son 10 yılın etkisini göz ardı etmek mümkün değil. Cenaze törenine milyonlarca insanın katılması, yaşanan izdihamlar ve yapılan açıklamalar hem şahsının hem de bağlı olduğu Kudüs Gücü’nün toplumsal bilinçteki kıymetli yerini göstermiştir. Bazı muhaliflerin kendisi hakkında yaptığı övücü açıklamalar, İran rejimine eleştirel mesafede olan İranlıların bile zihnindeki “İranlılık” kimliğinin ne kadar diri olduğunu ortaya çıkardı. Kasım Süleymani gibi başka komutanların ve askerlerin Suriye’deki ölüm haberleri de İran toplumunun Suriye duygularını besliyor. İç savaşın başlangıcından bugüne kadar, İran Suriye’de 3 bin civarında askerini kaybetti. Bu sayının katbekat üstünde askeri de yaralandı. Ayrıca DMO’nun farklı ülkelerden Suriye’de savaşmak üzere getirdiği Şii milislerin cenaze törenlerinin bir kısmı da yine İran’da gerçekleştiriliyor. Bu husus da savaşın politik teolojisinin ikmalinde hayatidir.
Suriye iç savaşının İran iç siyasetine ve ekonomisine yansımaları
İran’ın Suriye iç savaşına müdahalesi, iç siyasette de bir baskı unsuru olmaya devam ediyor. Kaybedilen her bir asker, İran’ın Suriye macerasının gerekçelerini tartışmaya açıyor. Bunun yanında, son üç yıldır tekrar tekrar yaşanan şiddetli sokak protestolarında öne çıkan konuların en başında, İran’ın (Suriye başta olmak üzere) çeşitli bölgelerdeki yayılmacı faaliyetlerine ayrılan kaynağın ülkenin kendi ekonomik sorunlarının çözümünde kullanılması talebi geliyor. Özellikle geçtiğimiz yıl Kasım-Aralık aylarında yaşanan ve yüzlerce kişinin ölmesine ve yaralanmasına sebep olan benzin zammı protestoları, İran’ın ekonomik yapısının kırılganlığını gözler önüne serdi. İran’daki kötü ekonomik tablonun sebebinin Suriye’de harcanan paralar olduğu eleştirisi her geçen gün daha da şiddetle dillendiriliyor. Dolayısıyla ekonomik krizler siyasal krizlere gebedir.
Ekonomik açıdan baktığımızda, İran’ın çoktan Suriye ekonomisinin baş aktörlerinden biri haline geldiğini görebiliriz. İran ve Suriye arasındaki ticaret hacminin 2021 yılının Mart ayı (İran takvimine göre 1400 yılının başı) itibarıyla 1 milyar dolarlık bir seviyeye ulaşması öngörülüyor. İki ülke arasında pek çok ticaret hattı kuruluyor. Savaşın yol açtığı yıkım sonrası, Suriye’nin imarında İranlı şirketler öne çıkmış durumda. Suriye rejimi yetkilileri de İranlı şirketlere ayrıcalık tanınacağını ifade ediyorlar. Şimdiden yüzbinlerce yeni konut projesinin hayata geçmeye başladığı söyleniyor. Bunun yanında, telekomünikasyon hatları gibi farklı altyapı projeleri de yine İranlı şirketler tarafından yürütülüyor. Devrim Muhafızları’na bağlı Hatem-ül Enbiya Yapı Karargâhı ve ona bağlı inşaat şirketleri bu anlamda ön plana çıkmış durumda. Şam ve Halep pazarlarında piyasaya hâkim olan ise İran markaları ve İran menşeli ürünler. İran’ın Suriye’deki ekonomik nüfuzu her geçen gün artıyor.
İran’ın Suriye’deki nüfuzu yalnızca askerî, siyasi ve ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal. İran ve Suriye’nin iç savaş öncesinde de ikili ilişkileri kuvvetliydi. Öğrenci değişim programları başta olmak üzere, iki toplumu yakınlaştırmaya matuf birtakım süreçler işletilmekteydi. Savaşla birlikte İran Suriye’deki toplumsal yatırımını üst seviyeye çıkartarak toplumsal ilişkilerdeki dengeyi kendi lehine bozmayı bildi. Bunu yaparken de mezhepsel temelde bir kimlik siyasetini işlevsel hale getirdi. Bu anlamda, son yıllarda İran’ın Suriye’de yaptığı demografik mühendislik çalışmaları dikkat çekiyor. Tahran yönetimi savaştan boşalan bölgelere Şii nüfus yerleştiriyor. Böylelikle hem kendi siyasi nüfuzuna bir taban teşkil ediyor hem de sonraki dönemlerde yaşanacak mezhep temelli çatışmalara kapı aralıyor. Bu son derece tehlikeli siyasetin İran için sonuçlarının ağır olmayacağının garantisi yok. Örneğin Irak ve Lübnan gibi Müslüman nüfus içinde Şiilerin ağırlığının yüksek olduğu bölgelerde son zamanlarda gözlenen İran antipatisi, İran’ın mezhep üzerinden yürüttüğü siyasetin pek de başarılı olmadığını ve yüksek riskler taşıdığını gösteriyor. Fakat Tahran’ın bu siyasetten vazgeçmesi şu an için mümkün görünmüyor.
Tahran’ın Suriye stratejisinin değişmesi zor
İran son yıllarda pek çok krizle karşılaştı. Bu krizler İran’ın bölgesel siyasetine de meydan okudu. Sonuç olarak, önceki yıllara kıyasla İran Suriye’de görece daha zayıf bir pozisyona sürüklendi. Akla uygun tutum özellikle ekonomik yapıyı iyileştirmek ve toplumsal gerilimi azaltmak için Suriye siyasetinin revize edilmesiyken, Tahran yönetimi bu konuda en ufak bir değişiklik emaresi göstermedi. Ne Kasım Süleymani’nin ölümü ne korona pandemisi ne İsrail hava saldırıları ne de ABD ile yaşanan gerilim, İran’ın Suriye siyasetini değiştirmeye yetti. Zaman zaman Sadık Zibakelam gibi reformist entelektüellerden gelen Suriye siyaseti eleştirilerine rağmen, İran’ın siyasal eliti müesses nizamın Suriye yaklaşımında ittifak etmiş durumda. Bir süredir Suriye’de devam eden güç kaybına rağmen, İran’ın önümüzdeki süreçte tüm siyasi iddialarından vazgeçerek bölgeden çekilmesi mümkün görünmüyor.
[Mustafa Caner Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORMER) İran uzmanı olarak çalışmaktadır]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.