Dolar
34.59
Euro
36.06
Altın
2,714.46
ETH/USDT
3,344.90
BTC/USDT
98,685.00
BIST 100
9,549.89
Analiz

Latin Amerika ve güncel sorunları

Coğrafi yazgısıyla yönetsel sorunlarının arasında sıkışan Latin Amerika’nın derin ve ötelenen sorunları patlama noktasına gelmiş bulunuyor.

Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu  | 12.12.2019 - Güncelleme : 03.01.2020
Latin Amerika ve güncel sorunları Fotoğraf: Lokman İlhan/AA

İstanbul

Uzaklığı sebebiyle yok sayamayacağımız Latin Amerika’da son dönemde yaşanan sorunlar, hiçbirimizin görmezden gelemeyeceği kadar büyük önem taşıyor. Komşumuz değil, soydaşımız değil, dindaşımız değil; peki neden ilgilenmeliyiz biz bu coğrafyayla? Çünkü dünya üzerinde Türkiye’ye coğrafi olarak bu kadar uzak ve fakat kültürü ve sorunlarıyla bu kadar benzer bir başka coğrafya daha yok.

Bolivarcılık, neo-liberalizm, demokrasi, darbe, enflasyon, IMF, ABD, grev, direniş, vandalizm, başkaldırı, uyuşturucu kaçakçılığı, geçici cumhurbaşkanı gibi kavram ve terimler havalarda uçuşuyor. Herkes hem fikir beyanında bulunuyor hem de doğru bildiği yanlışlara bizleri inandırmaya çalışıyor. İşte tam da bu sebeple, içinde bulunduğumuz günlerde herkesin sorduğu “neler oluyor Latin Amerika’da” sorusunun cevabına, “neresidir bu Latin Amerika”, “nereden gelip nereye gitmektedir” ve “sorunlarının temelinde neler yatmaktadır” sorularına cevap vererek gitmek gerekiyor.

Tüm bu gelgitlerin ve çalkantıların temelinde sağ ile sol arasında yaşanan çatışmaların, zenginle yoksul arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğinin ya da bir türlü ulaşılamayan adaletin yattığını savunanlar var.

Amerika’nın (Latince kökenli diller konuşan ve Katolik inancına sahip) Avrupa devletleri tarafından "keşfedilen", "fethedilen" ve sömürgeleştirilen bölgelerine “Latin Amerika” deniliyor. Latin Amerika’yı Orta ya da Güney Amerika ile ya da bu iki bölgenin bileşkesiyle sınırlamak doğru değil; zira Kuzey Amerika’da (Türkiye’nin iki buçuk katı yüzölçümüyle ve bir buçuk katı nüfusuyla) anlı şanlı Meksika yer alıyor. İspanyolların kıtanın anakarasına ayak bastıkları günden bu yana bölgenin en önemli aktörlerinden olan, geçtiğimiz günlerde Bolivya’dan zorla çıkarılan Cumhurbaşkanı Evo Morales’e sorgusuz sualsiz ve tereddütsüz kapılarını açan bu büyük ülkenin, tarihte de hep aynı tutarlılıkla hareket ettiğini görüyoruz. Kızıl Ordu’nun kurucusu León Trotsky, Nobel Barış Ödülü sahibi Guatemalalı aktivist Rigoberta Menchu, Küba Devriminin efsanevi lideri Fidel Castro, İran Şahı Rıza Pehlevi, Küba’nın bağımsızlık önderi José Martí ve İspanyol yönetmen ve senarist Luis Buñuel Meksika’nın geçmişte kapılarını açtığı isimler arasından ilk akla gelenler.

Peki, Latin Amerika’da son dönemde neler oluyor da bir ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanı ülkesini terk etmek durumunda kalıyor? Ya da Venezuela’da seçimle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Nicolás Maduro sapasağlam görevinin başındayken, nasıl oluyor da meclis başkanı bir parkta sağ elini kaldırarak ant içip milli marş söyleyerek kendini devlet başkanı ilan ediyor ve demokratlıkta sınır tanımayan Batı ülkeleri bu girişimi destekleyerek onu meşru başkan olarak tanıyor? Brezilya’nın son iki başkanı nasıl oluyor da hapse giriyor? Nasıl oluyor da Peru’nun devlet başkanları Alberto Fujimori ve Ollanta Humala da aynı sonla karşı karşıya kalıyorlar? Dünyada seçimle işbaşına gelen ilk marksist cumhurbaşkanı olan Şilili Salvador Allende nasıl oluyor da göreve gelişinin üçüncü yılı dolmadan kendi ordusunca kuşatılan başkanlık sarayında ölüyor? Nasıl oluyor da Latin Amerika’nın birçok yerinde aynı anda gerilim tırmanıyor ve şiddet içeren protesto gösterileri bölgenin gündemine oturuyor?

 Latin Amerika’da olanları bu nedenlerden bir ikisini seçerek anlamamız mümkün değil. Her şey birbiriyle bağlantılı, her şey bir diğerinin sebebi ve olan biten her şey Latin Amerika’nın ta kendisi.

Tüm bu gelgitlerin ve çalkantıların temelinde sağ ile sol arasında yaşanan çatışmaların, zenginle yoksul arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğinin ya da bir türlü ulaşılamayan adaletin yattığını savunanlar var. Sıkıntıların temelinde kokadan kenevire, kahveden kakaoya, her tür tahıldan mısıra, muzdan, mangodan ananasa kadar her türlü ürünün yılda birkaç kez alınabildiği geniş ve bereketli toprakların olduğunu düşünenler de var. Hatta bu verimli toprakların altında yatan bakırı, gümüşü, altını, lityumu, kömürü ve petrolü suçlayanlar da var. Latin Amerika o kadar büyük bir coğrafya, o kadar büyük bir nüfus ve o kadar derin bir tarih ki bu saydıklarımızın bir ya da ikisini seçerek bugün olanların suçlusu ilan etmek mantıksız; zira saydıklarımız aslında Latin Amerika’nın kendisi. Bir bütünü içinden bir iki parça seçerek anlamamız nasıl mümkün değilse, Latin Amerika’da olanları da içinden bir ikisini seçerek anlamamız mümkün değil. Her şey birbiriyle bağlantılı, her şey bir diğerinin sebebi ve olan biten her şey Latin Amerika’nın ta kendisi.

Latin Amerika’da son dönemde artan gösteriler ve protesto olayları her ne kadar Venezuela’dan Peru’ya, Bolivya’dan Ekvator’a, Kolombiya’dan Şili’ye pek çok ülkede gündemi oluştursa da, öncelikle kısa kısa Venezuela, Şili ve Bolivya’ya değinmek yerinde olacaktır.

Venezuela

Venezuela İspanya’dan bağımsızlığını 19. yüzyıl başlarında kazanan, tarım ve hayvancılığın yanı sıra özellikle de kakao üretimiyle gelir elde eden bir ülke konumundayken, 20. yüzyıl başlarında petrol üretiminin başlamasıyla talihi değişen bir ülke. Talihin değişmesi ise bilindiği üzere her zaman hayra alamet olmayabilir. Halihazırda dünyada kanıtlanmış en büyük petrol rezervlerine sahip olan bu ülke, bugün itibarıyla yüzde 200 bin oranındaki enflasyonla iç içe yaşıyor. Ülke ekonomisi büyümüyor, aksine küçülüyor. 2018 yılında kaydedilen küçülme oranı yaklaşık yüzde 18. Ülke yönetimi Hugo Chavez döneminden bu yana ABD’den uzaklaşıp sol eğilime ait söylem ve eylemler ortaya koydukça, ülkenin iktisadi ve toplumsal dengeleri altüst oldu.

Venezuela'da darbe girişimi

Chavez’in ölümünden sonra Nicolás Maduro’nun aynı politikayı sürdürmesi üzerine ülkedeki sorunlar artarak devam etti. 2018 yılında yenilenen seçimler muhalefet tarafından boykot edildi ve 2013’te yüzde 50,6 oyla iktidara gelen Maduro bu kez yüzde 67 oy oranıyla iktidar oldu. Seçimleri tanımayan muhalefet çareyi bir darbe düzenlemekte buldu ve Meclis Başkanı, muhalif Milletvekili Juan Guaidó gayrimeşru ve örneğine rastlanılmamış bir şekilde kendini cumhurbaşkanı ilan etti. Bir parkta gerçekleşen cumhurbaşkanlığı devir(!) töreni sonrasında, Venezuela konusunda bizi artık hiçbir şeyin şaşırtamayacağını düşünürken, Guaido önce ABD, sonra birçok Latin Amerika ve Avrupa ülkesi tarafından cumhurbaşkanı olarak tanındı. ABD nezdindeki Venezuela devletine ait hesaplarda bulunan milyarlarca doları, kerameti kendinden menkul Guaidó’nun emrine tahsis etti. Olayların üzerinde aylar geçti; Maduro rejimi yıkılmadı; Guaidó halen meşruiyeti meçhul şekilde cumhurbaşkanlığı iddiasını sürdürüyor.

Batı demokrasilerinin hemen tamamı tarafından uygulanan ambargo nedeniyle ülkenin petrol ihracatı görülmemiş düzeyde düştü, ithalat imkânları daraldıkça maliyetler yükseldi, temel ihtiyaç maddeleri ve ilaçların temininde ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ülkede elektrik ve su kesintileri yaşamın olağan bir parçası haline geldi. Muhaliflerle iktidar yanlıları ve güvenlik güçleri arasında zaman zaman yaşanan çatışmalarda yüzlerce kişi yaşamını kaybetti. Dünyanın en verimli toprakları üzerine kurulu, petrol, doğalgaz, altın ve elmas madenleriyle tanınan, dünyanın en zengin ülkesi olabilecek Venezuela, bugün Latin Amerika’nın en çok göç veren ülkesi. Dört milyon Venezuelalı ülkesini terk etti; kalanlar ise her geçen gün yeni sorunlarla karşı karşıya.

Şili

Şili dünyada üretilen toplam bakırın yüzde 30’unu tek başına üreten bir ülke. Bu ülke on yıllar boyunca en istikrarlı Latin Amerika ülkesi olarak gösterildi; sürekli artan büyüme rakamları ortaya koydu. Bütçe dengeleri, büyüme rakamları ve uluslararası değerlendirme kuruluşlarınca verilen yüksek kredi notları uzunca bir süre ülkenin görünümünü tozpembeye boyadı. Bununla birlikte, Latin Amerika’nın hemen her yerinde yaşanan eşitsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik Şili’yi de vurdu. Bir Şilili akademisyenin deyişiyle, “Askeri bir diktatörlükten kurtulan Şili, kendini neo-liberal bir diktatörlüğün kıskacında buldu”. Küçülen ve sadece denetleme/düzenleme görevlerine gerileyen devlet, halkı neo-liberal dünyanın pençelerine terk etti. Sağlık harcamaları azaldıkça sigortalıların alabilecekleri sağlık hizmetleri özelleşti ve paralı hale geldi. Üniversite ödenekleri kısıtlandıkça devlet üniversiteleri birer özel eğitim kurumuna dönüştü. Yükselen harçlar, ailelerin çocuklarını okutmak için uzun vadeli banka kredileri almasına, 4-5 yıllık eğitimlerini tamamlayan gençlerin ise ailelerinin borçlarını devralmasına sebep oldu. Birçok genç onlarca yıllık kredi borcu yüküyle çalışma hayatına başlıyor ve bu ipotekli yaşamı sürdürüyor.

"Şili tarihinin en büyük protestosu" 7. gününde

İşte bu tablo içerisinde, Ekim ayı başında toplu taşımaya yapılan 25-30 kuruşluk zam bardağı taşıran son damla oldu ve bir anda başlayan sokak gösterileri ülke çapında bir isyana dönüştü. Gösteriler yaygınlaştı, şiddetlendi; ülke bazında otobüsler, metro istasyonları, vagonlar tahrip edildi, devlet dairelerine saldırıldı, süpermarketler ve ticarethaneler yağmalandı. Dikta döneminden bu yana sertliğiyle tanınan “Carabineros” adlı asayiş birimi olayların üzerine sertlikle gitti ve meydana gelen çatışmalarda yirminin üzerinde Şilili yaşamını kaybetti; yaralıların sayısı binlerle ifade ediliyor; 10 bin civarında kişi ise gözaltına alındı. Cumhurbaşkanı Sebastián Piñera, bozulan toplumsal düzenin tesisi ve çığrından çıkan olayların durulması için, zamların geri alınması kararını duyurdu. Olayların yatışmaması üzerine yapılan toplumsal barış çağrıları, ancak yeni bir anayasa yapılacağının açıklanmasıyla göstericiler üzerinde görece etkili oldu. Azalan şiddet olaylarıyla birlikte, “Ulusal Barış ve Yeni Anayasa İçin Anlaşma” metni 15 Kasım 2019 tarihinde kabul edildi ve önümüzdeki aylarda yeni anayasanın nasıl hazırlanacağına dair bir halk oylamasının düzenlenmesi kararlaştırıldı. Bu arada Şili’nin bakır üretimi yüzde 22 oranında daraldı, ülkenin büyüme hızı beklentisi yüzde 4’ten yüzde 1,4'e geriledi ve kayıpların maddi değeri yaklaşık olarak 2 milyar dolar olarak açıklandı. Ertelenen sorunlar önümüzdeki aylarda nasıl evrilecek, toplumsal barış tesis edilebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.

Bolivya

Bolivya’da yaşanan krizin su üstüne çıkış noktası ise siyaset ekseninde gerçekleşti. 2005 ve 2009 yıllarında iki kez seçim kazanan Cumhurbaşkanı Evo Morales, ABD ekseninden ziyade Venezuela/Küba eksenli politikalarıyla dikkat çekti. Ülkenin makroekonomik rakamlarındaki iyileşme ve yakalanan büyüme, halkın yaşam standardına aynı oranda yansımadı. Buna karşın, yerli kökenli Cumhurbaşkanı Evo Morales, anayasanın amir hükmü hilafına, üçüncü kez başkanlık seçimlerine katılabilmek için, 2013 yılında anayasayı değiştirerek üçüncü dönem başkanlığını da sağlama aldı. 2016 yılında bir kez daha gündeme getirilen anayasa değişikliği girişimi halk oylamasıyla reddedilen Morales, bu kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak "temel hak ve özgürlükler kapsamında seçme ve seçilme hakkı olduğu" iddiasında bulundu ve (çok da şaşırtıcı olmayan bir şekilde) başvurusu kabul edildi.

Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales: Trump Venezuela'da diyaloğu engelliyor

Bu şartlar altında, siyaset çevreleri ve halkın büyük kesiminde ciddi rahatsızlık yaşanırken, içinde bulunduğumuz yılın Ekim ayının 20’sinde düzenlenen seçimler bir toplumsal patlamayı da beraberinde getirdi. Oyların sayımı aşamasında geçen karanlık saatler ve ardından gelen Morales’in ilk turda galibiyet açıklamalarını takiben başlayan halk hareketleri, kısa süre içinde ülkenin tamamına yayıldı. Şiddet ve yağma olayları yaygınlaştı; güvenlik kuvvetleri olayların bastırılmasında başarısız oldu. Kasım ayının başında artan şiddet olayları, Amerika Devletleri Örgütü (ADÖ) uzmanlarının seçimlerde yaygın usulsüzlük yapıldığına dair yapılan açıklamayla tamamen kontrolden çıktı; bazı belediye başkanlarının işkenceye varan şiddete hedef olmalarıyla, Morales’e ait bir evin ve kız kardeşinin konutunun yağmalanmasıyla sürdü. Tansiyonu düşürmek için Morales’in seçimlerin yenileneceğine dair 10 Kasım tarihinde yaptığı açıklama da durumu değiştiremedi. Bu aşamada Genelkurmay Başkanı Silahlı Kuvvetler'in cumhurbaşkanından istifa etmesini istediğini açıkladı. Sokaktaki halkın sakinleştirilememesi (sakinleştirilmemesi?) üzerine, Morales aynı gece istifa ettiğini açıkladı ve ertesi gün Meksika’ya giderek iltica talebinde bulundu. Başkanla birlikte başkan yardımcısı, senato başkanı ve millet meclisi başkanı da istifa edince, cumhurbaşkanlığının devrine dair anayasadaki öngörüler tükendi. Ortaya çıkan yeni kriz neticesinde Senato Başkan Yardımcısı, muhalefet Milletvekili Jeanine Añez yemin ederek geçici başkanlık görevini üstlendi. Añez’in ülkeyi seçime götürmek için attığı ilk adım Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) değiştirilmesi ve ülkenin yeni YSK ile 120 gün içinde seçime gideceğinin açıklanması oldu. Çatışmalarda ölü sayısının 30’u geçtiği, yaralıların sayısının bine yaklaştığı Bolivya’da, toplumsal çatışma ve huzursuzluk belirsiz bir vadeyle ertelenmiş durumda.

Sonuç olarak, coğrafi yazgısıyla yönetsel sorunlarının arasında sıkışan Latin Amerika’nın derin ve ötelenen sorunları patlama noktasına gelmiş bulunuyor. Meksika diktatörü Porfirio Díaz’a atfedilen “Zavallı Meksika; tanrıya ne kadar uzak ABD’ye ne kadar yakın” sözü ve Latin Amerika ülkelerinden altısının bağımsızlık önderi olan Simón Bolivar’ın “Amerika yönetilemez!” tespiti, Latin Amerika’nın bugünkü durumunun çok da şaşırtıcı olmadığını ortaya koyuyor. Bu denli karmaşık dengelerin ve olayların var olduğu Latin Amerika’yı bir analizle anlamının imkansızlığı ve ülkelerin her birinin kendine özgü sorunlarıyla ele alınacağı analizlerin gerektiği aşikâr.

[Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu Ankara Üniversitesi, Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi müdürüdür]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın