Rusya’nın Ukrayna’yı işgali dünya siyasetinde neleri değiştirdi?
ABD ve Çin’in başat aktörleri olduğu yeni çift kutuplu dünyada Rusya artık oyun kurucu değil ancak onların kurduğu bir oyunda oyuncu olabilecek gibi gözüküyor.

İstanbul
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şener Aktürk, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın bölgesel ve küresel siyasette yol açtığı önemli değişiklikleri AA Analiz için kaleme aldı.
***
2014’de Kırım’ı işgal ve ilhak eden, Donetsk ve Luhansk illerinde ayrılıkçı bir isyanı destekleyen Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’nın geri kalanını da işgal etmeye başlamasının üzerinden 3 yıl geçti. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın 3 yıldır devam eden yoğun askeri çatışma dönemi yüksek ihtimalle 2025 yılında bitecek, fakat kalıcı bir siyasi çözüme ve özellikle de toplumlar arası kalıcı bir barışa uzun yıllar ve hatta on yıllar boyunca ulaşılamaması çok daha muhtemel. Askeri çatışmaların geçici olarak da olsa nasıl sonlandırılacağından bağımsız olarak, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bazı gözlemcileri şaşırtan ve hatta hayretler içinde bırakan Ukrayna direnişi dünya siyasetinde şimdiden kalıcı bazı değişimlere yol açtı. Bu özet değerlendirme çerçevesinde, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın bölgesel ve küresel siyasette yol açtığı önemli bazı değişikliklere kısaca değinelim. Rusya’nın Avrasya Birliği projesinin çöküşünden, Rusya’nın dünyanın ikinci önemli askeri gücü olma iddiasını kaybetmesine ve Avrupa ülkelerinin Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) bağımsız olarak kendilerini savunacak askeri kapasite geliştirmeye zorlanmalarına kadar ortaya çıkan bu sonuçlar uluslararası siyaseti şimdiden dönüştürmüş durumda.
Rusya’nın Avrasya Birliği projesi çöktü
2014 yılında Ukrayna krizinin çıkış noktası, dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Avrupa Birliği (AB) ile Rusya liderliğindeki Avrasya Birliği projesi arasında tercih yapmaya zorlanması ve AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamaktan son anda vazgeçtiği için Euro-Meydan olarak da bilinen kitlesel protestoların baskısıyla önce görevinden sonra da Ukrayna’dan ayrılmasıydı. Son 3 yıldır Rusya’ya karşı topyekün bir varoluş mücadelesi veren Ukrayna’nın askeri çatışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Rusya’yla siyasi ve ekonomik entegrasyona gitmeyeceği bellidir.
ABD Başkanı Donald Trump’ın inisiyatifiyle Rusya’nın çıkarlarını gözeten bir uzlaşmaya varılacağını düşünenler bile Kiev hükümetinin Rusya’yla ekonomik veya siyasi entegrasyona mecbur edileceği bir uzlaşma öngörmüyorlar. En fazla Ukrayna’nın NATO üyeliğinin engellenebileceği, resmi düzlemde tarafsızlığa zorlanabileceği öngörülüyor. Dahası, Soğuk Savaş döneminde böylesi bir tarafsızlığa mecbur bırakılmış Avusturya ve Finlandiya gibi ülkeler bugün hem AB hem de NATO üyesi. Dolayısıyla bu yıl varılacak bir uzlaşmayla Ukrayna’nın uluslararası siyasi ve güvenlik organizasyonları arasında tarafsız kalması şimdilik karara bağlansa bile, bu gelecekte güç dengelerinin değiştiği bir ortamda Ukrayna’nın Batı ittifakına katılmasını engellemeyecektir. Kaldık ki mecburi tarafsızlık Ukrayna’nın aynı zamanda Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) benzeri Rusya liderliğindeki oluşumların da dışında kalmasını garantilemiş oluyor.
Bugün itibarıyla sadece Belarus, Ermenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın üyesi olduğu AEB küresel ve hatta bölgesel bir alternatif olmanın bile uzağında. Belarus, Ermenistan ve Kırgızistan ekonomilerinin uluslararası ölçekte son derece küçük olduğu düşünülecek olursa bu birlik üyeleri arasında ekonomik, siyasi ve hatta yüzölçümü olarak belli bir önem arz eden tek üye Kazakistan. Kaldı ki Ukrayna’nın işgalinin Kazakistan’da uyandırdığı Rusya karşıtı ve milliyetçi tepkiler de bir gün Rusya liderliğinde kurulan bu gibi uluslararası örgütlerden ayrılmasını getirebilir. Dolayısıyla, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Ukrayna’nın doğrudan kaybedilmesine ve Kazakistan gibi bir diğer kilit ülkede de Rusya karşıtı halk tepkilerini artmasına sebep olduğu için Rusya liderliğindeki Avrasya Birliği projelerinin çöküşünü hızlandırdı.
Rusya, dünyanın ikinci büyük askeri gücü olma iddiasını kaybetti
Rus silahlı kuvvetlerinin Ukrayna’yı topyekün işgal etme girişiminin başladığı günden bu yana 3 yıldan uzun bir süre geçtiği halde bırakın başkent Kiev’i veya Karadeniz sahilindeki önemli liman şehir Odessa’yı, Rus ordusunun halen Doğu Ukrayna’nın büyük şehri Harkiv’i dahi ele geçirememiş olması, Karadeniz sahilindeki bir diğer liman kenti Herson’dan geri çekilerek Ukrayna kuvvetlerine terk etmek zorunda kalması, sadece siyasal veya ekonomik olarak değil askeri olarak bile Rusya’nın ne kadar gerilediğini tüm dünyaya gösterdi.
Rusya’nın küresel bir büyük güç olma iddiası neredeyse sadece askeri güç iddiasına dayanıyordu. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesini işgal etmesi, 2014’de Kırım’ı işgal ve ilhakı ve 2015’den itibaren Suriye’nin önemli bir kısmını fiilen kontrolüne alarak Suriye iç savaşının seyrini değiştirmesi, bölge ve dünya siyasetinde en önemli askeri güçlerden birisi olduğu iddiasını destekleyen gelişmeler olarak değerlendirilmişti. Oysa Ukrayna’da 3 yıldır devam eden savaşta ilk etapta büyük ölçüde işgal ve sonrasında ilhak ettiği Doğu Ukrayna’daki dört ilin (Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson) ötesine geçememesi, üstelik Suriye’den büyük ölçüde geri çekilmek zorunda kalması Rusya’nın Avrasya’daki birincil askeri güç olduğu iddiasını büyük ölçüde çürüttü.
1991 yılına kadar asırlarca Moskova’nın hakimiyeti altında yaşamış ve dolayısıyla Rus yönetimi ve istihbaratı tarafından tabiri caizse karış karış biliniyor olması gereken bir ülke olan Ukrayna’yı bile mağlup edemeyen bir Rus ordusu bölge ülkeleri için artık eskiden olduğu kadar korkulacak bir varoluşsal tehdit olmayabilir. Jennifer Lind’in International Security dergisinin Güz 2024 sayısındaki makalesinde de ortaya koyduğu üzere Çin günümüzde Rusya’dan her açıdan daha güçlü olduğu gibi, geçmişte Sovyetler Birliği’nin ABD’ye karşı sahip olduğu gücün de üzerine çıkmış durumda. Özetle, artık ABD ve Çin’in başat aktörleri olduğu yeni çift kutuplu dünyada Rusya artık oyun kurucu değil ancak onların kurduğu bir oyunda oyuncu olabilecek gibi gözüküyor.
Rus ekonomisi ve nüfusu ilk 10’da tutunmakta zorlanıyor
Askeri gücün değerlendirmesinden ekonomik ve demografik güç unsurlarına geçtiğimizde Rusya açısından durum daha vahim. Komünist rejimin çarpıtılmış istatistiklerine dayanılarak Sovyetler Birliği uzun süre ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve 1980’lerde de Japonya’dan sonra üçüncü büyük ekonomisi olarak sınıflandırılmıştı. Sovyetler Birliği nüfusunun yaklaşık yarısını ve topraklarının yaklaşık dörtte üçünü devralan Rusya Federasyonu bugün ekonomik büyüklük olarak en iyi ihtimalle dünyanın 8'inci büyük ekonomisi fakat Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre ise ancak dünyanın 11'inci ekonomisi. Kısacası, ekonomik anlamda Rusya’nın küresel bir büyük güç olmadığı söylenebilir. Uzun süredir artmayan nüfusuyla Rusya dünya nüfus sıralamasında da 9'uncu sıraya kadar gerilemiş durumda.
Avrupa kendi nükleer şemsiyesiyle askeri kapasite geliştirmeye zorlanacak
Rusya’nın işgal ve ilhak politikası, her ne kadar Ukrayna’daki hedeflerini gerçekleştirmekte başarısız olsa da ABD'nin hem Biden döneminde hem de özellikle Trump döneminde ABD’nin Ukrayna’yı korumak için askeri müdahalede bulunmaktan ısrarla kaçınması, Avrupa ülkelerini Rusya’ya karşı ABD desteği olmaksızın kendilerini savunabilecekleri bir savunma planlamasına mecbur ediyor. Böyle bir yeni savunma planlamasının önünde herhangi bir ekonomik engel yok çünkü tek başına Almanya, Britanya, Fransa veya İtalya’nın ekonomisi bile Rusya’nın ekonomisinden daha büyük. Fakat ABD’den bağımsız bir güvenlik yapılanması için bu yönde bir siyasi irade beyanı ve planlaması gerekiyor.
Bu yeni savunma planlamasının önemli bir unsuru da şüphesiz Avrupa’nın kendi nükleer caydırıcılığına sahip olması. Aslında Rusya’nın 2014’de Kırım’ı işgal ve ilhakından sonra bu yönde talep, beklenti ve öneriler dile getirilmişti. Örneğin daha 2020 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Fransa’nın nükleer silahlarını Avrupa’nın savunma stratejisinin merkezine yerleştirmeyi önermişti. O dönemde bu öneriye NATO liderliği olumsuz bir tepki vermişti. 2024’de de Alman siyasi liderler Rusya’ya karşı Avrupa’nın kendi nükleer şemsiyesi olması gerektiğini belirterek Britanya ve Fransa’nın nükleer silahlarının bu işlevi yerine getirebileceğine işaret etmişlerdi. Bazı Avrupa ülkelerinin sadece Fransa’nın nükleer şemsiyesi altına girmeye de sıcak bakmayacağı, dolayısıyla Avrupa’nın savunmasında da Britanya ve Fransa ortaklığının bir alternatif olarak öne sürüldüğü de düşünülebilir.
Sonuç olarak, Avrupa’nın askeri savunma planlaması gibi hayati bir konuda da farklı ulus devletlerin birbiriyle çelişen tercihleri olması muhtemeldir. Bununla birlikte, Avrupa içinde birden fazla devletin Rusya’ya karşı kendini savunabilecek ekonomik, demografik ve askeri kapasiteyi inşa ve seferber etmesi de mümkündür. Ukrayna’nın işgalinin sebep olduğu bu askeri ve siyasi yeniden yapılanma dolayısıyla, Rusya’ya coğrafi olarak çok daha yakın ve bazılarının doğrudan sınırı da olan Finlandiya, Polonya ve Türkiye gibi ülkelerin askeri ve siyasi olarak öneminin daha da artacağı da öngörülebilir.
[Prof. Dr. Şener Aktürk, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.