Ürdün’ü ikna etmede İsrail’in en güçlü aracı 'su sorunu'
Orta Doğu su rezervleri kısıtlı ve yetersiz. Dolayısıyla su sorunu bölge devletleri arasında doğrudan bir çatışmaya yol açmasa da bölgede çatışma potansiyelini artırıyor; en azından güvenlik algılayışlarında ciddi bir hassasiyete sebep oluyor.
İstanbul
Geçtiğimiz yıl İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun işgal altındaki Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 30’unu kapsayan Ürdün vadisini ilhak etme planını Ürdün’ün engellemeye çalışması, İsrail’in su kaynaklarını yeniden yaptırım aracı olarak kullanmasının önünü açmış oldu. İsrail Amman’daki hükümeti ilhak planına karşı çıkması konusunda geri adım atmaya ikna etmek için Ürdün’e verilen suyu azaltıyor.
İsrail ile Ürdün arasında 1994’te iki ülke arasındaki tüm su sorunlarını ele alan kapsamlı ve kalıcı bir anlaşma imzalanmıştı. Taraflar Yermuk nehirlerinden ve Araba vadisindeki yeraltı sularından anlaşmada belirtilen miktar ve kalitede adil su tahsisine ilişkin uzlaşı sağlamıştı. Bu anlaşmaya göre İsrail Ürdün nehrinden aldığı suyun 35 milyon metreküpünü Ürdün’e aktaracağını belirtiyor. Fakat İsrailli güvenlik ve su yetkililerinin de onayına rağmen, Başbakan Netanyahu komşu devletle krizi tırmandırarak Ürdün’e su kaynaklarının gitmesine izin vermiyor ve su sorununu siyasi bir silah olarak kullanmayı seçiyor.
Filistin ve İsrail’de yaşanan su kıtlığının yeni bir savaşa zemin hazırlamaması için önerilecek en doğru çözüm, ilgili ülkelerin bir araya gelerek kıt kaynakların insanca bir temelde ortak paylaşıma sokulmasını sağlamasında yatıyor. Aksi taktirde su temelli çıkacak her savaş sonu gelmeyen süreçlerin de temelini oluşturacaktır.
Meselenin tam olarak anlaşılması için Ürdün ile İsrail arasındaki su sorunun bütününe bakmak önem arz ediyor. Bilindiği gibi su canlılar için yaşamsal öneme sahip; fakat yeryüzündeki kullanılabilir su kaynakları da giderek kirleniyor ve tükeniyor. Buna mukabil, dünya nüfusunun hızla artması nedeniyle, su kullanımı günümüzün en önemli ve stratejik meselelerinden biri haline gelmiş durumda.
Su kullanımına dayalı gerginlik yaşayan ülkelerin yarısı Orta Doğu’da
Dünyada petrol kaynaklarıyla ünlenen Orta Doğu bölgesinde aslında stratejik madde sudur. Dünya nüfusunun yüzde 5’ine ev sahipliği yapan bu su kaynaklarının ancak yüzde 1’ine sahip. Orta Doğu su rezervleri kısıtlı ve yetersiz. Dolayısıyla su sorunu bölge devletleri arasında doğrudan bir çatışmaya yol açmasa da bölgede çatışma potansiyelini artırıyor; en azından güvenlik algılayışlarında ciddi bir hassasiyete sebep oluyor. Nitekim su kıtlığı ve su kullanımına dayalı gerginlik yaşayan ülkelerin yarısı bu bölgede. Su kaynaklarının yanlış kullanımı ve su israfı ise mevcut kaynakları her geçen gün daha da yetersiz kılıyor. Dahası yerüstü ve yeraltı sularının hızla tükenmesi söz konusu. Mevcut kaynakların kirlenmesi ve tuzluluk oranlarının artması ise su sorununu daha da geniş boyutlara taşıyan diğer unsurlar olarak öne çıkıyor.
Günümüzde suya erişimde eşitliğin sağlanması ve uygulanacak politikaların dezavantajlı durumda olan insanların durumunu iyileştirecek biçimde düzenlenmesi hayati önem taşıyor.
Bilindiği üzere Orta Doğu’da Türkiye-Suriye-Irak, Suriye-İsrail-Ürdün-Filistin ve Mısır-Sudan arasında su sorunu bulunmakta. Ürdün, İsrail, Filistin, Suriye ve Lübnan için hayati kaynak olan Şeria nehri fiilen İsrail’in kontrolünde. Orta Doğu’da su politikaları ihtiyaca göre değil, asimetrik güç dengelerine göre şekilleniyor ve su paylaşımı ve kullanımında İsrail’in “asimetrik güç” üstünlüğü bulunuyor.
Orta Doğu’da su sorunlarına çözüm arayışları
Orta Doğu’da su yetersiz, mevcut su havzalarının dağılımı ise dengesiz. Yapılan hesaplamalara göre, 30 yıl sonra bölge ülkelerindeki su kaynakları ancak içme suyu ihtiyacını karşılamaya yetecek derecede azalmış olacak. Su sıkıntısının en yoğun yaşandığı ülkeler İsrail, Filistin ve Ürdün olarak öne çıkıyor. Dünya Su Kaynakları Enstitüsü’nün verilerine göre İsrail’in kişi başına yıllık su arzının 382, Ürdün’ün 314 metreküp olduğu gerçeği dikkate alındığında, problemin büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.
İsrail’in su politikası, su kullanımında mevcut yeraltı ve yerüstü rezervlerinin optimum seviyede kullanılmasını zorunlu kılmakta. Fakat bu durum aynı zamanda İsrail’in geçmişte işgal ettiği Filistin toprakları ve su alanlarını hiçbir şekilde gözden çıkaramayacağı anlamına da geliyor. Bu görüşü destekleyen en önemli unsur, işgal edilmiş topraklarda yeni yerleşim alanları açılması ve mevcutların genişletilmesi politikalarının uygulanıyor olmasıdır.
Stockholm Çevre Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre, yılda kişi başına iki bin ile bin metreküp arasında su arzına sahip ülkeler “su stresi”, yılda kişi başına bin metreküpten daha az su arzına sahip ülkeler ise “su kıtlığı” yaşıyor. Su kıtlığı yaşayan ülkeler gıda üretiminde, ekonomik kalkınmada, politik istikrarda, kamu sağlığında ve doğal çevrelerini korumada tehlike eşiğindeler. Bugün Filistin’in Gazze bölgesinde kişi başına düşen yıllık su miktarının yalnızca yüz metreküp civarında olması tabloyu daha da vahimleştiriyor. Bu bölgede ayrıca tarım alanlarının tuzlanması ve su kaynaklarının kirlenme düzeyi felaket derecesinde. Yakın gelecekte Gazze kenti ve mülteci kamplarının içecek kalitede sudan yoksun kalacağı hesap ediliyor. Orta Doğu’da Filistin’le birlikte 10 ülke daha su kıtlığı içinde ve bu ülkelerin nüfusu 25 yılda ikiye katlanmış durumda.
Ürdün nehri ve paylaşım sorunları
Ürdün su kaynakları bakımdan belki de bölgenin en sorunlu ülkesi konumunda. Topraklarının çoğu çöl olan bu ülke, mevcut su kaynaklarını kendisinden siyasi ve ekonomik bakımından çok daha güçlü olan komşuları ile paylaşmak zorunda kalıyor.
Orta Doğu su sorununun merkezinde Ürdün nehri havzası yer alıyor. Bu havzayı paylaşan Ürdün, İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye bölgedeki su sorununun başlıca aktörleri. Ürdün nehri havzası 18 bin kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip. Bu alanın yüzde 54’ü Ürdün’de, yüzde 30’u Suriye’de, yüzde 14’ü İsrail’de ve yüzde 2’si Lübnan’da. Nehir sularının ise yüzde 27’si Ürdün’den, yüzde 32’si İsrail’den, yüzde 31’i Suriye’den (Banyas kaynağı dahil) ve yüzde 10’u Lübnan’dan gelmekte.
Sahip olduğu askeri ve ekonomik güç İsrail’e kendi politikalarını rahatlıkla uygulama ve diğer ülkelerin uygulamalarını ise engelleme imkânı veriyor. İsrail’in Yukarı Ürdün suları üzerindeki kullanım tekelinin, Filistin ve Ürdün’de 3 bin 500 hektar tarım arazisinin kurumasına yol açtığı biliniyor. İsrail’in tarımsal, kentsel ve endüstriyel atıkları toplayıp Aşağı Ürdün Nehri’ne boşalttığı, nehri açık atık su kanalına çevirdiği öne sürülmekte. Yukarı havza ülkeleri İsrail ve Suriye’nin, Ürdün nehrinin iyi kalitedeki kollarını her geçen gün daha fazla kullanmaları, Ürdün tarımını ve su kaynaklarını olumsuz etkiliyor.
İsrail ve su güvenliği
İsrail artık yalnız askeri güvenlik açısından değil, su güvenliği açısından da oldukça önemli olan Golan tepelerinden belli güvenceler elde etmeden çekilmek istemiyor. Golan sayesinde İsrail Yermuk ve Banyas nehirleri ile Tiberya gölünü kontrol altında tutuyor. Ayrıca Golan tepelerindeki pınarlar buradaki Yahudi yerleşimciler için önemli su kaynaklarını teşkil ediyor. İsrail’in işgali altında bulunan diğer Suriye toprakları da iki taraf arasında sorun çıkarmakta. Suriye Ürdün nehri ve Tiberya gölünün ortak sınırı belirlemesini ve bu sayede uluslararası sular olmasını isterken İsrail’in buna yanaşmadığı biliniyor.
İsrail Batı Şeria’daki su kullanımını sıkı bir şekilde kontrol ediyor ve içme suyu haricinde diğer kullanımlar için Filistinlilerin yeni kuyular açmasına izin vermiyor. Ayrıca İsrail’in buradaki yeraltı sularını hızla tüketen ve bölgenin jeolojik yapısına zarar veren derin kuyular açtığı biliniyor. İsrail’in Lübnan’a ait Litani nehrinin fazla sularını satın alma konusunda öteden beri ısrarlı taleplerde bulunduğu, fakat Lübnan’ın hem İsrail’in gelecekte bunu bir müktesep hak olarak ileri sürebileceği endişesiyle hem de Suriye’nin ve genel olarak Arapların istememesi nedeniyle bu talepleri geri çevirmekte. Litani nehri su kıtlığı içindeki bu bölgede en temiz ve en bol suya sahip kaynaklardan biri.
Uzun yıllar süren iç savaş döneminden sonra siyasi istikrara kavuşmaya çalışan Lübnan, bugün itibarıyla su açısından önemli bir sorun yaşamıyor. Ülkenin kuzeyindeki Bekaa vadisini sulayan Asi nehri Suriye ile paylaşılmakta. Lübnan bu sulardan istediği kadar yararlanamıyor; fakat bu durum Suriye ile bir problem oluşturuyor. Bu durumun en önemli sebebinin Suriye’nin Lübnan’ın iç ve dış politikası üzerindeki ağırlığı olduğu biliniyor.
Lübnan Ürdün nehrinin Hasbani kolunun ülkesinde doğmasından dolayı Ürdün nehir havzasına da bağlı. Fakat burada bir su paylaşımı sorunu bulunmamakta; Hasbani nehrinin suları olduğu gibi İsrail’e bırakılmaktadır.
Su kaynakları bakımından en sıkıntılı ülke: Ürdün
Yukarıda da belirttiğimizi gibi, topraklarının çoğu çöl olan Ürdün, mevcut su kaynaklarını kendisinden çok daha güçlü olan komşularıyla paylaşmak zorunda kalıyor. Siyasi ve askerî açıdan zayıf olmasının, su kaynaklarından yeterince pay almasını önlediği görüşü de epey yaygın. Ürdün İsrail ile Johnston Planı çerçevesinde “Piknik Toplantıları” şeklinde adlandırılan teknik görüşmeleri sürdürmüşse de 1967 senesinden beri İsrail’in Ürdün nehri üzerindeki hâkimiyetinden dolayı, alması gereken su payını alamamakta. Ürdün’deki su sıkıntısı o kadar had safhada ki bazı kasabalara haftada ancak bir gün su verilebiliyor. Benzer durumun Filistin için de geçerli olduğu, Filistin’e ait yeraltı sularının da İsrail tarafından hiçbir engelle karşılaşılmadan tüketildiği biliniyor.
İsrail suyu baskılama aracı olarak kullanıyor
Günümüzde suya erişimde eşitliğin sağlanması ve uygulanacak politikaların dezavantajlı durumda olan insanların durumunu iyileştirecek biçimde düzenlenmesi hayati önem taşıyor.
İsrail’in su politikası, su kullanımında mevcut yeraltı ve yerüstü rezervlerinin optimum seviyede kullanılmasını zorunlu kılmakta. Fakat bu durum aynı zamanda İsrail’in geçmişte işgal ettiği Filistin toprakları ve su alanlarını hiçbir şekilde gözden çıkaramayacağı anlamına da geliyor. Bu görüşü destekleyen en önemli unsur, işgal edilmiş topraklarda yeni yerleşim alanları açılması ve mevcutların genişletilmesi politikalarının uygulanıyor olmasıdır.
Filistin’in işgal altında olan su kaynaklarının ekonomik kalkınma, devletin varlığı ve devamlılığı açısından taşıdığı büyük önem, İsrail’i bu toprakları geri vermekten alıkoyan en önemli sebep. Bu durum, İsrail’in Filistin devletinin oluşumu konusunda ortaya koyduğu tavır ve şartlarda da açıkça görülüyor. İsrail bölgedeki su alanlarını kontrol ediyor ve bu durum aynı zamanda suyun İsrail tarafından siyasi ve psikolojik baskı aracı olarak kullanıldığını gösteriyor.
Filistin ve İsrail’de yaşanan su kıtlığının yeni bir savaşa zemin hazırlamaması için önerilecek en doğru çözüm, ilgili ülkelerin bir araya gelerek kıt kaynakların insanca bir temelde ortak paylaşıma sokulmasını sağlamasında yatıyor. Aksi taktirde su temelli çıkacak her savaş sonu gelmeyen süreçlerin de temelini oluşturacaktır. Suyun bir insan hakkı olması dolayısıyla, su politikalarının adalet ve hakkaniyet ilkelerine dayanan ahlakî bir çerçevesi olmalı. Bu çerçeve de hem soruna taraf olan ülkelerce hem de uluslararası anlaşmalarca güvence altına alınmalıdır.
[Doç. Dr. Metin Duyar Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir]
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.