Dolar
35.23
Euro
36.75
Altın
2,622.57
ETH/USDT
3,308.50
BTC/USDT
96,101.00
BIST 100
9,724.50
Dünya

2020'de öne çıkan çatışma ve potansiyel risk bölgeleri

Dünyanın çeşitli bölgelerindeki sıcak çatışmaların bu yıl da sürmesi öngörülüyor.

09.01.2020 - Güncelleme : 09.01.2020
2020'de öne çıkan çatışma ve potansiyel risk bölgeleri Rusya ve Esed rejimi, Suriye'nin İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi sınırları içindeki Ariha ilçesine saldırı düzenlemişti. (24.7.2019)

Ankara

Dünya 2020 yılına girerken yeryüzünün çeşitli bölgelerinde doğal, beşeri ve ekonomik sebeplerle çeşitli güç unsurları arasında, sonuçları yerel, bölgesel ve küresel olabilecek çatışmalar yaşanmaya devam ediyor.

Yeni yılda Keşmir'den Yemen'e, Afganistan'dan Libya'ya dünyanın çeşitli coğrafyalarında öne çıkan çatışma alanlarının, gündemde kalması bekleniyor.

İran

Washington'un nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından artan ABD ile İran arasındaki gerilim, İranlı general Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta ABD saldırısında öldürülmesinin ardından zirveye çıktı. 

Trump yönetiminin İran ile varılan nükleer anlaşmadan çekilerek Tahran yönetimine karşı tek taraflı yaptırımlar uygulama kararı, İran ekonomisine büyük darbe vursa da Washington'un aradığı diplomatik teslimiyeti veya rejimin çöküşünü getirmedi. Bunun aksine İran, ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına karşılık, nükleer anlaşmadaki taahhütlerini durdurdu.

ABD'nin İran'ın en "önemli gelir kaynağı" petrol satışını engelleme girişimlerine karşı Tahran yönetimi, Hürmüz Boğazı kartını masaya koyarak karşılık verdi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin "İran petrolünün ihraç edilmemesi, bölge ülkelerinin de petrol satamayacakları anlamına gelir." açıklaması, İran'ın boğazı kapatacağı endişelerini beraberinde getirdi.

Önce mayıs ve haziran aylarında bölgedeki petrol tankerlerine yönelik saldırılar ve bunların ardından Suudi Arabistan Milli Petrol Şirketi Saudi Aramco'ya ait iki tesise 14 Eylül'de düzenlenen saldırı, İran ile ABD arasındaki gerilimin bölgeye nasıl yansıdığını gösteren önemli olaylar oldu.

Yüksek savaş riski ve maliyetleri, İran'ın körfezdeki diğer rakiplerini gerilimi düşürme arayışlarına itti. Bu kapsamda BAE, Tahran ile iletişim hatlarını açarken Riyad yönetimi, Yemen'deki Husilerle diyalog kurdu.

Bu olayların ardından bölgede "seyrüsefer güvenliğini sağlamak için" uluslararası koalisyon kurma girişiminde bulunan ABD hükümetine, İngiltere haricinde Avrupa ülkeleri olumsuz yanıt verdi.

AB ve Japonya, ayrı şekilde bölgeye donanma gücü göndereceğini duyurdu.

Basra Körfezi ve çevresindeki güvenliğin bölge ülkeleriyle sağlanması gerektiğini belirten Tahran yönetimi, bu kapsamda Basra Körfezi'nin güvenliği konusunda bölge ülkelerinin iş birliğini öngören "Hürmüz Barış Girişimi" adını verdiği plana, Körfez'deki ülkelerin katılmasını istedi. Körfez ülkeleri arasında sadece Katar ve Umman, İran'ın planına ilgi gösterdi.

Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin intikamının kesinlikle alınacağına ilişkin, İran'dan gelen açıklamalar, İran'ın Körfez bölgesindeki ABD güçlerini ve çıkarlarını hedef alarak doğrudan çatışma ihtimalini de beraberinde getiriyor.

ABD'nin bölgede bulundurduğu askeri varlığına bakıldığında muhtemel bir çatışma halinde Basra Körfezi, İran ve ABD arasındaki çatışmanın en önemli cephesi olabilir.

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'in ardından İran'ın en önemli ve etkili isimlerinden biri olan Süleymani'nin öldürülmesinin ardından Tahran ile Washington arasındaki müzakere ihtimali ortadan kalkarken, ABD'nin İran petrol ihracatını sıfırlamaya dönük girişimleri Körfez'de daha sert yanıtları beraberinde getirebilir.

Öte yandan, artan savaş riskine rağmen Körfez ülkeleriyle İran veya Washington arasındaki gerilimin azaltılması yönünde diplomatik çabaların da sonuç verebileceğinin gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Libya

Muammer Kaddafi'nin devrildiği 2011'den bu yana yerel, bölgesel ve uluslararası unsurlar arasında rekabetin devam ettiği Libya'da, iç savaş şiddetini her geçen yıl arttırıyor.

Ülkede 2014 seçimlerinden sonra iki paralel yönetimin ortaya çıkması, demokratik tecrübeden ve köklü devlet kurumlarından yoksun Libya'yı kamplaştırdı.

Libya, uluslararası toplumdan gelen baskı sonucunda tarafların 2015 yılında Fas'ın Suheyrat kentinde imzaladıkları siyasi anlaşma, güç paylaşımı yaptı. Anlaşma sonunda, Birleşmiş Milletler (BM), NATO ve Avrupa Birliği (AB) olmak üzere uluslararası alanda tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), çatışmalar nedeniyle Trablus'a ancak gemiyle ulaşabildi.

Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu isimli silahlı grubun lideri Halife Hafter ve diğer müttefikleri, çatışmalarla Libya içinde kontrol ettiği toprak parçasını her geçen gün genişleterek Suheyrat Anlaşması'nın öngördüğü güç paylaşımını hiçe saydı.

Nisan 2019'da Halife Hafter güçlerinin başkent Trablus'a yönelik operasyon başlatması ve şehri kuşatma girişimine karşı UMH'nin de karşı saldırı başlatması, ülkedeki çatışmaları yeniden alevlendirdi.

Ülke, pek çok uluslararası ve bölgesel aktörün dahil olduğu bir iç savaşın ortasında bulunuyor.

Libya, hem deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hem de askeri, güvenlik iş birliği mutabakat zaptlarının imzalanması sonrası Türkiye'nin gündemine üst sıralardan girdi.

Türkiye, Libya'nın uluslararası yasal meşru temsilcisi Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni resmi muhatap kabul ediyor.

Ülkenin doğusundaki darbeci milis lideri Hafter ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa ve Rusya tarafından destekleniyor. Bu ülkeler, Hafter'e askeri ve lojistik destek sağlıyor. Hafter'in ordusunda, Sudan ve Çad'dan gelen milislerin yanı sıra Rusya'dan gelen paralı askerler de bulunuyor.

BM ve Almanya'nın bu yıl başında toplanmasını umduğu barış konferansının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise belirsizliğini koruyor.

Uzmanlar, bölgesel ve uluslararası güçlerin Libya'daki rakip gruplara desteğinin, savaşın daha da kötüleşmesine yol açma riski taşıdığını belirtiyor.

Suriye

Orta Doğu, "Arap Baharı" olarak adlandırılan olaylarla çalkalanmaya devam ederken 15 Mart 2011'de Dera ilinde bir grup öğrencinin okul duvarına, Beşşar Esed'e atfen "Ey doktor! Şimdi sıra sende" yazmasıyla, halk ayaklanmasının fitili ateşlenen Suriye'de iç savaş, 10. yılına girmek üzere.

Bu sürede yüz binlerce insan öldü, yaklaşık 6 milyon kişi yerinden edildi. Ülkede çeşitli bölgeler, farklı güç odaklarının hakimiyetinde bulunuyor.

BM verilerine göre 5,6 milyondan fazla Suriyeli, savaş sebebiyle ülkeyi terk etti. Bunların 3,7 milyona yakını Türkiye'de barınıyor.

Beşşar Esed rejimi, müttefikleri Rusya ve İran'ın desteğiyle özellikle 2016'dan bu yana muhalif grupların kontrol ettiği toprakları geri almaya başladı ve ülkenin önemli bir bölümünde kontrol sağladı. Terör örgütü YPG/PKK, ülke topraklarının yüzde 25-30'una karşılık gelen bir alanı işgal etmeye devam ediyor.

Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde ülkeyi bölecek ve istikrarsızlaştıracak bir terör kuşağı oluşumuna, başından bu yana karşı çıkıyor.

Buna engel olmak için 2016'da Fırat Kalkanı, 2018'de Zeytin Dalı ve 2019'da Barış Pınarı Harekatı'nı düzenleyen Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde terör örgütü DEAŞ varlığına son verirken, YPG/PKK'nın terör koridoru kurmasını engelledi.

BM yetkililerinin, kimyasal silah kullanma, halkı açlığa sürükleme, tehcir, abluka, keyfi tutuklama ve işkence gibi savaş suçlarının işlendiğine dikkati çektiği iç savaş sürerken ülkede hakim şiddet ve vekalet çatışmalarının, yeni terörist yapılanmaların ortaya çıkmasına yol açabileceği belirtiliyor.

Rusya'nın havadan desteğiyle Esed rejimi ordusu ve İran komutasındaki terörist grupların İdlib'i ele geçirmek için düzenlediği saldırıların 2020'de devam edeceği tahmin ediliyor.

İsrail ve Filistin

Filistin toprakları üzerinde İsrail'in kurulmasıyla başlayan sorun, bugün bölgedeki istikrarsızlığın en büyük sebeplerinden biri olarak gösteriliyor.

İsrail, 1967'den bu yana işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki Filistin topraklarında yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri inşa etmeye devam ediyor. Bu zaman zarfında iktidara gelen hükümetler, yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerini Filistin topraklarını Yahudileştirme aracı olarak kullanma politikasını aralıksız sürdürdü.

ABD'de başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump'ın İsrail lehine aldığı kararlar nedeniyle sorun daha da derinleşti.

Trump yönetimi son birkaç yılda aldığı kararlarla İsrail'in yanında net bir tutum sergiledi. Kudüs'ün tamamının ABD tarafından "İsrail'in başkenti" olarak tanınması ve ABD'nin Tel Aviv'deki elçiliğinin Kudüs'e taşınması, son olarak Washington yönetiminin Batı Şeria'daki Yahudi yerleş

im birimlerinin yasa dışı olarak görülmeyeceğini açıklaması, İsrail ile Filistin arasındaki iki devletli çözüm olasılığını da neredeyse ortadan kaldırdı.

Filistin yönetimi, bölgedeki kalıcı barışın yolunun, 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasından geçtiğini belirtiyor.

Trump yönetimi Kudüs'ün tamamını "İsrail'in başkenti" olarak tanıyarak başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması talebini görmezden geldi.

Ayrıca Beyaz Saray'ın Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimlerini artık yasa dışı görmeme kararı, Tel Aviv yönetimini, buraları "İsrail'e ilhak" etme konusunda iştahlandırdı.

Trump yönetiminin bu kararın ardından Tel Aviv, Batı Şeria'da sayıları 250'yi geçen ve 400 binden dazla Yahudi yerleşimcinin yaşadığı yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerini "İsrail'e ilhak" etme planını ciddi şekilde dillendirmeye başladı.

ABD'nin, Kudüs'ün tamamının "İsrail'in başkenti" olarak tanıması ve Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimlerini artık yasa dışı görmeme kararı, Filistin'in kalıcı barış için koyduğu şartları yok sayıyor.

Keşmir

Hindistan ile Pakistan arasındaki ilişkiler, geçen yıl şubat ayında Hindistan sınırları içerisindeki Pulwama'da çok sayıda Hint askerinin ölmesine yol açan terör saldırısı sonrası gerildi.

Tansiyon, ağustos ayında Hint hükümetinin Cammu Keşmir'in özel statüsünü kaldırıp eyaleti ikiye bölmesi ve bölgeyi doğrudan başkent Yeni Delhi'ye bağlamasıyla tekrar yükseldi.

Ağustos ayından bu yana çeşitli kısıtlamaların uygulandığı bölgede, Yeni Delhi yönetiminin bölgenin normale döndüğüne ilişkin iddialarının yanıltıcı olduğu belirtiliyor. Bölgedeki yerel siyasetçiler hala gözaltında, internet kısıtlamaları devam ediyor ve ağustos ayında karar alınmadan önce bölgeye sevk edilen on binlerce paramiliter güç bölgede tutuluyor.

Buna ilaveten, "Müslüman karşıtı" olarak nitelendirilen Vatandaşlık Yasası'ndaki değişiklik, Hindistan'ın birçok bölgesinde şiddetli protestolara ve polislerin sert müdahalesine yol açtı. Gösterilerde 25 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı.

Cammu Keşmir'deki eylemle Assam eyaletinde Müslümanların vatandaşlık listesine alınmaması, Babri Camisi davasının Hindular lehine karara bağlanması ve Vatandaşlık Yasası'daki değişiklikle birlikte yaşanan gelişmeler, Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin Hindu milliyetçisi gündemini uygulama niyetini doğruluyor.

Hükümetin, "Hindutva (Hindu egemenliği)" gündemiyle Başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkları marjinalleştiren politikalarının çok dinli yapıya sahip ülkede yüz yıllardır korunan toplumsal bütünlüğü bozacağı belirtiliyor.

Uzmanlar, bölgede en büyük tehlikelerden birini, olası bir militan saldırı olarak görüyor.

Hint kuvvetlerine yönelik bir saldırının, Hindistan'ın Pakistan'a doğrudan misilleme yapmasıyla sonuçlanabileceği, en kötü senaryonun da iki ülkenin nükleer silahlarını kullanması olabileceği ifade ediliyor.

Öte yandan, Hindistan'ın Batı Bengal eyaletine bağlı Naksalbari köyünde 1967'de "küçük bir ayaklanma" olarak başlayan Maocu isyan, onlarca yıl sonra ülkenin en büyük iç güvenlik tehditlerinden biri haline dönüşerek on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

1999-2019 yıllarında solcu aşırılıkçılarla hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalarda 8 bini sivil, 14 binden fazla kişi yaşamını yitirdi.

Hindistan hükümetinin 2009'da başlattığı Yeşil Av Operasyonu ile Maocuların isyanı büyük ölçüde zayıflatıldı.

Maocu isyancılar, Çatisgarh, Odişa, Carkhand, Bihar ve Andra Pradeş'ten oluşan ve "Kırmızı Koridor" olarak adlandırılan bölgede eylemlerini yer yer sürdürüyor.

Naksalitler, Hindistan için 10 yıl öncesine göre varoluşsal bir tehdit gibi görülmese de ülke için önemli bir sorun olmaya devam ediyor.

Afganistan

Afganistan'daki çatışmalarda dünyanın herhangi bir başka yerinde yaşanan çatışmalardan daha fazla insan hayatını kaybediyor.

Yapılan bir araştırmaya göre, 2001 ile 2014 yılları arasında yaşanan çatışmalar ve saldırılar nedeniyle yaklaşık 100 bin kişi hayatını kaybederken yaralı sayısının 200 bini bulduğu belirtiliyor.

Ülkede şiddetin yükünü genellikle siviller çekiyor, şiddet kurbanlarının çoğunu çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.

BM raporuna göre, Afganistan'da 2018 yılında 3 bin 804 sivil hayatını kaybederken 2019 yılının ilk yarısında şiddet nedeniyle ölen veya yaralananların sayısının 4 bin olduğu kaydedildi. Raporda 2018'in, son 18 yılın en kanlı senesi olduğuna dikkat çekildi.

Afganistan'da savaşın başlamasından bu yana Washington yönetimi ilk kez önceki yıl Taliban ile anlaşma yoluna gitmeye öncelik verdi.

2018'de başlayan ve inişli çıkışlı ilerleyen ABD-Taliban barış görüşmeleri, ABD askerlerine düzenlenen ve Taliban'ın üstlendiği bombalı saldırı sebebiyle 5 Eylül'de, ABD Başkanı Trump tarafından askıya alındı.

Eylül ayında Trump'ın anlaşmanın öldüğünü açıklamasından sonra bölgede barışa yönelik umutların kesildiği belirtilirken kasım ayında Taliban'ın elinde rehin tuttuğu iki ABD'li mahkumu serbest bırakması, barış görüşmelerini tekrar gündeme getirdi.

Uzmanlar, ABD'nin Taliban ile anlaşma yapmaktan daha iyi bir seçeneği olmadığını ifade ederken anlaşmasız bir geri çekilmenin Afganistan'ı kaosa sürükleyebileceğini belirtiyor.

Irak

Saddam Hüseyin rejimini devirmek için 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD ordusu, "ülkeye demokrasi getirmek, güvenliği sağlamak, Iraklı güvenlik güçlerini eğitip donatmak, terör örgütü DEAŞ ile mücadele ve ardından son olarak İran'ı gözetleme" gibi gerekçelerle ülkedeki varlığını hala sürdürüyor.

Son yıllarda ise ülke, ABD ile İran'ın çekişme sahası haline dönüştü. Eski ABD Başkanı Barack Obama ile kısmen düzelen kırılgan ABD-İran ilişkileri, Trump'ın göreve gelmesiyle farklı bir yola girdi.

ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını genişletmesiyle Orta Doğu'da son yıllarda taraflar arasında artan rekabetten en fazla zarar gören ülkelerden biri, Irak oldu.

Terör örgütü DEAŞ'ın Aralık 2017'de Irak'tan tamamen temizlenmesinin ardından ABD ve İran arasındaki "askeri nüfuzdan" kaynaklı gerilim de yavaş yavaş tırmanmaya başladı.

Her iki ülkenin hesaplaşma alanına dönüşen Irak'ta, özellikle son bir yıldır artan gerilim, aralarında İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis'in beraberindekilerle birlikte Bağdat Havalimanı'nda ABD'nin hava saldırısında öldürülmesinin ardından zirveye çıktı.

Öte yandan terör örgütü DEAŞ'a karşı elde edilen zaferin üzerinden iki yıl geçse de Irak terör saldırılarından tamamen kurtulabilmiş değil. DEAŞ, zaman zaman Kerkük, Salahaddin ve Diyala gibi bölgelerde saldırılar düzenlemeye devam ediyor.

Terör örgütü DEAŞ'a karşı verilen üç yıllık mücadelede yaklaşık 5 milyon kişi yerlerinden edilirken 3 milyona yakın kişi kamplarda yaşamını sürdürmeye devam ediyor.

Irak'ta ayrıca ekim ayının başında işsizlik, yolsuzluk ve kamu hizmeti yetersizliği sebebiyle hükümet karşıtı gösteriler başladı. Halen süren gösterilerde 450 kişi öldü, 19 binden fazla kişi de yaralandı.

Gösteriler nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Adil Abdulmehdi yerine hala başbakanın seçilemediği Irak'ta siyasi istikrarsızlık da giderek artıyor. Etnik, dini ve mezhepsel ayrışmaların yanı sıra siyasetin de çıkmaza girdiği Irak'ın, ABD ve İran çatışmasına daha fazla sahne olması, ülkenin dış müdahaleler altında daha derin bir istikrarsızlığa sürüklenmesine yol açabilir.

Yemen

Arap dünyasının en yoksul ülkesi Yemen, İran destekli Husilerin 2014'te gerçekleştirdiği darbeyle başkent Sana ve diğer birçok bölgeyi ele geçirmesi sonucu Suudi Arabistan ve BAE'nin müdahalesine açık bir saha oldu.

Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin 26 Mart 2015'ten beri sürdürdüğü hava saldırıları, stratejik öneme sahip liman ve noktaların işgali, Yemen'in meşru ordusuna alternatif olarak silahlandırdığı militan güçler nedeniyle Husiler, ele geçirdikleri Sana ve diğer bazı stratejik bölgelerdeki varlığını güçlendirmeye devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi liderliğindeki hükümetin hükmettiği bölgelerde ise kriz derinleşiyor. Yemen'de iç savaş nedeniyle tahminen 100 bin kişi hayatını kaybetti, 3 milyon kişi yerinden oldu.

İran, ABD ve ABD'nin bölgesel müttefikleri arasında kritik bir fay hattı haline dönüşen Yemen'de savaşın ne kadar daha süreceği belirsizliğini koruyor. 

ABD ile Kuzey Kore gerilimi 

Haziran 2018 ve Şubat 2019'da ABD Başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'un bir araya geldiği zirveler, ABD ile Kuzey Kore ilişkilerini, iki liderin karşılıklı tehditler savurduğu 2017'ye kıyasla görece düzeltmiş olsa da taraflar arasında gerilim sona ermedi. 

İki ülke arasındaki nükleer müzakereler şubat ayından bu yana aksayarak sürüyor. Trump ile Kim, son olarak 30 Haziran'da Kuzey ve Güney Kore arasında bulunan "silahsızlandırılmış bölge"de görüştü. Ekimde İsveç'teki çalışma düzeyindeki toplantılardan ise bir sonuç çıkmadı. 

İki lider arasında üçüncü bir zirve fikri zaman zaman gündeme gelse de şimdilik yakın gelecekte böyle bir plan gözükmüyor. 

2020'nin ilk gününde Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim, ABD'ye nükleer anlaşma konusunda ortaklaşa kabul edilebilecek şartlar önermesi için ülkesinin tek taraflı olarak tanıdığı sürenin dolması üzerine Washington yönetimini kendilerini oyalamakla suçlayarak, dünyanın yakın gelecekte ülkesinin geliştirdiği yeni stratejik silahlara şahitlik edeceğini belirtti. 

Kuzey Kore'nin yeni füze denemeleriyle provokasyonlarını tırmandırması, ABD'yi, yaptırımları sıkılaştırma ve sonuçları tahmin edilemeyen askeri seçenekleri değerlendirme yoluna itebilir. 

Uzmanlar, her iki tarafın da diplomasi başarısız olduğunda neler yaşanabileceğini göz önünde bulundurması gerektiği uyarısında bulunuyor. 

Ukrayna 

Ukrayna'nın başkenti Kiev'de başlayan Meydan olayları sonrası 2014'te Rusya yanlısı yönetimin yerine Batı yanlısı yönetim geldi. Bunun üzerine ülkenin doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçıların sözde bağımsızlığını ilan etmesiyle Kiev yönetimi ile Donbas'taki ayrılıkçılar arasında silahlı çatışmalar başladı. 

Ukrayna'nın doğusundaki ateşkesi sağlamak için Minsk Anlaşması imzalansa da kriz devam etti, Meydan olayları sonrası iktidara gelen Petro Poroşenko döneminde de çatışmalar sona ermedi. 

Ülkede 2019'da yapılan devlet başkanı seçiminden rakibi Poroşenko'yu büyük bir farkla geçerek göreve gelen komedyen Vladimir Zelenskiy, seçmene vadettiği gibi krizi çözmek için harekete geçti. 

Öncelikle uzun süredir temasa geçilmeyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesi yapan Zelenskiy, ilk iş olarak eylülde Ukrayna ile Rusya arasında aralarında 24 Ukraynalı deniz subayının bulunduğu esir ve mahkumların değişimini sağladı. 

Ardından Almanya, Fransa, Rusya ve Ukrayna'nın oluşturduğu Normandiya Formatında Liderler Zirvesi'nin toplanması için Donbas'ta bazı bölgelerde silahların geri çekilmesi gibi Üçlü Temas Grubunun oluşturduğu bazı şartları hayata geçirecek girişimlerde bulundu. 

Aralıkta Fransa'nın başkenti Paris'te Zelenskiy, Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel (Normandiya Dörtlüsü) bir araya geldi. 

Yaklaşık beş buçuk saat süren zirvede Ukrayna, Almanya, Fransa ve Rusya, güvenlik durumunu istikrara kavuşturmak için bölgede acil tedbirler üzerinde karar aldı. 

Birçok mesele çözüme kavuşamasa da ateşkesin sağlanması, taraflar arasında esir ve mahkumların değişimiyle bölgenin mayınlardan temizlenmesi yönünde anlaşmaya varıldı. 

Bu kararlar doğrultusunda ilk olarak Kiev yönetimi ile Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasında yıl başından önce yaklaşık 200 kişilik esir değişimi yapıldı. Ancak bölgede taraflar arasında çatışmalar tam olarak sona ermedi. 

Minsk Anlaşması'nda yer alan bölgedeki Rusya-Ukrayna sınırının Kiev yönetiminin kontrolüne girmesi ve bölgede yapılacak seçimler konusunda sorun devam ediyor. Kiev, öncelikle sınırların kontrol alınmasını savunurken, Rusya ve ayrılıkçılar öncelikle seçimlerin yapılması görüşünde ısrar ediyor. 

Uzmanlar, Minsk Anlaşması'nın uygulanması konusunda taraflar arasında devam eden anlaşmazlığın daha uzun süre krizi sürdüreceğini belirtiyor. 

Güney Amerika 

Sosyal, siyasi ve ekonomik krizlerin bir türlü aşılamadığı Latin Amerika'da, protesto ve şiddet olayları Venezuela, Kolombiya, Haiti, Şili, Ekvador, Bolivya'da onlarca insanın canına mal oldu. 

Kendini geçici devlet başkanı ilan eden Juan Guaido'nun Devlet Başkanı Nicolas Maduro'yu devirmek için giriştiği askeri ve sivil maceralar Venezuela'yı aylardır süren bir krizin içine soktu. 

İstikrarsızlık, yaptırımlar ve yönetim hataları nedeniyle yıllardır yüzü gülmeyen ülkede bu yılki protestolar ve şiddet olaylarında 60 kişi öldü. 

Bölgede güçlü bürokrasi ve zayıf toplumsal muhalefetle bilinen Kolombiya, son dönemde bitme noktasına gelse de birçok protestoya ev sahipliği yaptı. 

Kırsalda bir türlü engellenemeyen toplum liderleri cinayetlerinin, barış anlaşmasının hükümet tarafından terk edildiği iddialarının uzun süredir gerdiği Kolombiyalılar, hükümetin ücretler, emeklilik ve iş hayatına ilişkin yapmak istediği düzenlemeler karşısında ilan edilen genel grevle kasım sonunda sokaklara indi, olaylarda 5 kişi hayatını kaybetti. 

Uluslararası Para Fonu ile yapılan borç anlaşması gereği ekonomik paket hazırlayan ve akaryakıt sübvansiyonlarını kaldıran Ekvador Devlet Başkanı Lenin Moreno, özellikle yerlilerin agresif ve ısrarlı gösterileri sonrası pes ederek başkent Quito'ya döndü ve protestocularla masaya oturdu. 

Moreno'ya tüm ekonomik paketini geri çektiren protestolar 7 kişinin canına mal oldu. 

Haiti'de de yolsuzluk ve yoksulluğun sokağa döktüğü yüz binler Devlet Başkanı Jovenel Moise'yi istifaya çağırdı. Protestolarda 77 kişinin öldüğü ülkede sorunlar çözülmedi. 

Bolivya'da 20 Ekim'deki tartışmalı seçimlerin ardından sokaklara dökülerek önlerine geleni yakıp yıkan muhalifler, polis ve ordunun desteğiyle Morales iktidarını devirmeyi başardı. 

Ülkede 3 kişinin öldüğü muhalif protestolar karşısında pek adım atmayan güvenlik güçlerinin, geçici yönetimi protesto için sokağa dökülen ve çoğunluğu Morales'i destekleyen yerlilere müdahalesinde ise 32 kişi öldü. Evo Morales'in terk etmek zorunda kaldığı Bolivya'daki seçim şiddetinde toplam 35 kişi hayatını kaybetti. 

Kıtanın ekonomik istikrarda parmakla gösterilen ülkesi Şili'de, başkent Santiago metrosuna yapılan küçük zam, uzun süredir sesleri duyulmayan ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin vurduğu yüz binleri sokağa dökmeye yetti. 

Kabine değişikliğinin yanı sıra yeni anayasa yazma teklifleriyle zor sakinleşen ülkede protesto ve şiddet olaylarında 23 kişi öldü. 

Uzmanlar, ekonomik ve yönetsel sorunlarının arasında sıkışan Latin Amerika'nın derin ve ötelenen sorunlarının patlama noktasına geldiğini belirtiyor. 

Etiyopya

Nisan 2018'de göreve başlayan Başbakan Abiy Ahmed, ülkenin demokratikleşme politikasını geliştirmek için önemli adımlar attı. 

Ülkesinin komşusu Eritre ile on yıllardır süren gerilimine son veren Ahmed, bunun yanı sıra siyasi tutukluları serbest bıraktı, sürgündeki isyancıların ülkeye geri dönmesini kabul etti ve önemli kurumlara yenilikçi isimleri atadı. 

Ahmed, 2019 Nobel Barış Ödülü dahil olmak üzere ülke içinden ve dışından övgüler aldı. 

Öte yandan, Ahmed'in liberalleşme ve devlet aygıtlarındaki mevcut yapıyı ortadan kaldırma çabaları merkezi hükümetin gücünü zayıflatırken, etnik temelli milliyetçiliğe yeni bir enerji kazandırdı. 

Ülke genelinde etnik çatışmalar nedeniyle yüzlerce kişi hayatını kaybetti, milyonlarca kişi yerinden oldu. Etnik temelli 9 farklı eyaletin yanı sıra Addis Ababa ve Dire Dawa gibi özel şehir yönetimlerinden oluşan ülkede 80'den fazla farklı etnik grup yaşıyor. 

Gelecek mayıs ayında yapılması beklenen seçimlerin, adayların etnik kimliklerinin ön plana çıkması sebebiyle ayrılıkçı hareketleri güçlendirebileceği belirtiliyor. 

Etiyopya ile ilgili en kötü senaryo ise ülkenin etnik milliyetçilik temelinde bölünmesi ve son zamanlarda farklı dini gruplar arasında görülmeye başlanan şiddet olaylarının artması. 

Burkina Faso 

Burkina Faso'nun kuzeyinde 2015 yılı sonlarında başlayan düşük yoğunluklu terör olayları 2019'a artış göstererek kuzey bölgesinin yanı sıra doğu bölgelerine de sıçradı. 

Artan terörizm, silahlı saldırılar, kaçırma olayları, suikastler, yaklaşık 20 milyon nüfuslu ülkede 500 bin insanın yerinden olmasına ve 600'den fazla kişinin yaşamını yitirmesine sebep oldu. 

Güvenlik durumunun zayıfladığı kuzey, doğu ve batı kısımlarını içine alan ülkenin Sahel bölgesinde bir yıldır uygulanan olağanüstü hal (OHAL) bir yıl daha uzatıldı. 

Bu bölgelerde DEAŞ ve El Kaide bağlantılı örgütler dahil çok sayıda terörist grup faaliyet gösteriyor. 

Ordu kasım ayından bu yana Sahel bölgesindeki terörist gruplara yönelik büyük çaplı askeri operasyon başlattı. Operasyonlarda teröristler büyük zayiat yaşasa da askeri ve sivil can kayıpları da oldu. 

Öte yandan ülkede güvensizliği tetiklediği gerekçesiyle başta Fransa'nın askeri varlığı olmak üzere Batılı askeri üslere yönelik protesto gösterileri ve şiddet eylemleri gittikçe yayılmaya başladı. 

Uzmanlar, Kasım 2020'de cumhurbaşkanı seçiminin düzenleneceği Burkina Faso'da artan şiddet sarmalının kurulacak hükümetin meşruiyet sorunu yaşamasına yol açabileceğine işaret ediyor.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti 

Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin (KDC) doğusunda Temmuz 2018'den bu yana yaşanan dünyanın en kötü ikinci Ebola salgını, son yıllarda artan ayrılıkçı saldırılar ve silahlı çatışmalar bölgenin güvenlik durumunu oldukça olumsuz etkiledi. 

Salgın bölgelerinde, halk arasında Ebola'nın gerçek olmadığı yönündeki yaygın görüş ve ayrılıkçı çatışmalar nedeniyle virüsle mücadele için çalışan kişiler ile sağlık merkezleri sıklıkla hedef alınıyor. 

KDC'nin Ruanda, Uganda ve Burundi ile sınırı olan doğusu, 20 yıldır bölgede çokça bulunan altın ve kobalt gibi zengin doğal kaynakların kontrolünü sağlamaya çalışan silahlı grupların saldırı ve çatışmalarına sahne oluyor. 

Ordunun Aralık 2019'da bölgede başlattığı geniş çaplı askeri operasyonlardan sonra bölgedeki silahlı gruplardan 34'ü Kinşasa yönetimiyle müzakere amacıyla ateşkes ilan etmesine rağmen güvenlik durumu tam olarak normale dönmüş değil. 

En büyük silahlı gruplardan Ugandalı ayrılıkçı grup Demokratik İttifak Güçleri (ADF) ateşkese imza atanlar arasında yer alıyor ancak Mai-Mai Yakutumba gibi büyük grupların ateşkes deklarasyonunu imzalamaması bir sorun olarak görülüyor. 

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın