Trump'ın Gazze'de Riviera planı ne anlama geliyor?
İsrailli liderler soykırım ve ilgili suçlardan sorumlu tutulmazken, suçun mağdurları faillerin işlediği suçların bedelini ödemek zorunda bırakılıyor. Böylece Filistin halkına yüzyılı aşkın süredir dayatılan adaletsizlik daha da derinleşiyor.

İstanbul
Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Onursal Profesörü ve Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi İşgal Altındaki Filistin Eski Özel Raportörü Richard Falk, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze planı ve bu planın geçersizliğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
ABD Başkanı Trump, Gazze'deki soykırımın ardından bölgenin yeniden inşası ve kalkınmasına yönelik garip önerisiyle dünyayı şaşırttı. Plan, hayatta kalan Filistinlilerin zorla komşu ülkelere gönderilmesi ve Gazze Şeridi'nin ABD tarafından devralınıp yeniden inşa edilmesini öngörüyordu. Finansmanın ise büyük ölçüde bölgedeki Arap hükümetlerinden, özellikle de zengin Körfez ülkelerinden sağlanması planlanıyordu.
Trump'ın 4 Şubat'ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile düzenlediği basın toplantısında açıkladığı plan, küresel çapta şaşkınlık yarattı ancak bu şaşkınlık hayranlık unsurları barındıran bir şaşkınlık değildi ve İsrailliler dahi nasıl tepki vereceklerini bilemediler. Netanyahu, planın genel hatlarına ihtiyatlı destek verirken, en tartışmalı kısmını ise -Gazze'de yaşayan ve sayıları 2 milyonu aşan travmatize Filistinlilerin tamamının etnik temizliğe maruz bırakılmasını- açıkça onayladı. İsrail, şimdilik planın Gazze'nin bir Orta Doğu Rivierası'na dönüştürülmesi ve ABD tarafından yönetilmesine dair kısımlarına resmi yanıt vermekten kaçınıyor. İsrail'in, üzerinde ne geçmişte bir hakkı bulunan ne de şu an doğrudan bir bağlantısının olduğu bu toprakların ABD tarafından ele geçirilmesine nasıl yaklaşacağı da belirsizliğini koruyor.
Planın zorunlu nüfus sürgününü öngören bölümü, yalnızca Filistinliler değil, dünya çapındaki insan hakları savunucuları ve hükümetler tarafından da sert tepkiyle karşılandı. Trump ve en sadık destekçileri -ağırlıklı olarak ABD'deki çevreler- bu planı savunmaya çalışırken, geçmişte yapılmış planların işe yaramadığını ve artık farklı bir şey denenmesi gerektiğini ileri sürüyor. Ancak bu tek taraflı ve aşırı teklif, İsrail'in çıkarlarına hizmet eden bir plan olarak değerlendiriliyor ve işgal altındaki Filistin topraklarında tarihin en büyük ve en kapsamlı sürgünüyle Filistinlilerin yok edilmesini amaçlıyor. 1948'deki Nekbe (Felaket) sırasında 750 binden fazla Filistinlinin zorla evlerinden çıkarılması, köylerinin yıkılması ve uluslararası hukuk tarafından tanınan geri dönüş haklarının süresiz olarak reddedilmesi gibi tarihsel olaylarla karşılaştırılıyor. Günümüzde Filistinliler, bu kitlesel etnik temizliğin ikinci bir Nekbe olarak mı değerlendirilmesi gerektiğini, yoksa Nekbe'nin 1948'de başlayıp bugüne kadar devam eden kesintisiz bir süreç mi olduğunu tartışıyor. Her iki bakış açısı da belirli açılardan haklılık taşıyor. En travmatik olaylara odaklanmak baskının zirve noktalarını aydınlatırken, Filistin halkının temel haklarının sürekli inkar edilmesi sürecini göz önünde bulundurmak da baskının sürekliliğini anlamak açısından önemli.
Uluslararası hukuk ve kendi kaderini tayin hakkı
Filistin halkının en temel haklarından biri olan kendi kaderini tayin hakkı, tarih boyunca sistematik olarak ihlal edildi. Bu hak, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin 1. maddesiyle korunmakta ve sömürge yönetimine karşı direnişin temel unsurlarından biri sayılıyor. İsrail'in, Filistin haklarını desteklediği gerekçesiyle sıklıkla eleştirdiği Birleşmiş Milletler, aslında 1947'de Filistin Mandası'nın bölünmesini önererek Filistin haklarının altını oydu. Bu bölme planı, İngiltere'nin sömürgecilik stratejisinin bir devamı niteliğindeydi. BM Genel Kurulunun 181 sayılı kararı doğrultusunda hazırlanan bölünme önerisi, Siyonist hareket tarafından kabul edilirken, Arap ülkeleri ve Filistin halkı tarafından reddedildi ve bu durum 1948 savaşına yol açtı.
Bu gelişme şaşırtıcı değil, zira Siyonist hareket, farklı siyasi ortamlar içinde mümkün olanı elde etmeye yönelik fırsatçı strateji izlerken, Filistin'in tamamını ele geçirme hedefinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Bu taktiksel manevra, uluslararası kamuoyunda başarılı strateji olarak kabul edildi. "Bölünme" önerisi, aslında İngilizlerin Balfour Deklarasyonu'ndan bir adım öteye gidiyordu. Balfour Deklarasyonu, Filistin'de Yahudi halkı için bir vatan vadetmiş ancak bir devletin kurulmasını içermemişti. BM'nin bölünme önerisi ise Yahudi halkına bağımsız devlet vadediyordu. Filistinliler açısından BM, İngiltere'nin sömürgeci hedeflerini ilerletmeye devam etmiş ve Filistin ulusçuluğunu etkisiz hale getirmek için Yahudi göçünü bir denge unsuru olarak kullanma politikası izlemiştir. Ancak bu plan, geri tepti ve İngiltere'nin Filistin'deki egemen varlığını sona erdirmeyi amaçlayan Siyonist hareketin anti-sömürgeci mücadeleye dönüşmesine neden oldu.
Gazze'nin sesi kim olacak?
Trump'ın önerisi, Filistinlilerin kendi kaderlerini belirleme hakkını yok sayan politikaları en uç noktaya taşıyor. Beyaz Saray'dan gelen bu öneri, Batı'nın kendisini üstün medeniyet ve yönetim modeli olarak görmesinin bir yansıması. Emperyal ayrıcalık anlayışıyla şekillenen bu plan, Batı'nın girişimcilik becerilerinin küresel sorunları çözebileceğine olan inancını yansıtıyor. Trump ise bu yaklaşımı sorgulamak bir yana dursun, Filistinli liderlerle danışmadan ya da Arap veya Türk uzmanlardan görüş almadan hareket ediyor.
Bu plan olsa olsa Trump'ın uluslararası ilişkilerde anlaşma yapma takıntısının bir yansıması olarak görülebilir. Riviera önerilerinin amacı, diğer siyasi aktörleri kendi alternatif planlarını sunmaya teşvik etmektir ve gerçekten de Körfez ülkeleri Gazze'yi gündemlerinin en üst sırasına almış durumdalar. Görüşmeler, Gazze Şeridi'nde sosyal yaşamın yeniden inşası için ekonomik sorumluluk üstlenilmesini ve önemli sayıda Filistinlinin kendi ülkelerine kabul edilmesini içeren bir çerçevede ilerliyor. Ancak bu sürecin bile Filistinlilerin katılımı veya rızası olmadan geliştiği ve büyük ihtimalle yeni direniş dalgasına yol açacağı öngörülüyor. Filistin halkı, yüzyılı aşkın süredir maruz kaldığı baskılara ek olarak kendi kaderini başkalarının belirlemesini kabul edecek değildir.
Trump'ın planı, İsrail'in cezai sorumluluktan tamamen muaf tutulmasını sağlıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta ise İsrail'in yeniden inşa sürecine katkıda bulunma veya tazminat ödeme yükümlülüğünün hiç gündeme getirilmemesi. İsrailli liderler soykırım ve ilgili suçlardan sorumlu tutulmazken, suçun mağdurları faillerin işlediği suçların bedelini ödemek zorunda bırakılıyor. Böylece Filistin halkına yüzyılı aşkın süredir dayatılan adaletsizlik daha da derinleşiyor.
[Richard Falk, Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Onursal Profesörü ve BM İnsan Hakları Konseyi İşgal Altındaki Filistin Eski Özel Raportörüdür]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.