Bangladeş'te bir infaz daha
Geçen hafta Bangladeş’te Cemaat-i İslami Partisi liderlerinden biri daha idam edildi.
İSTANBUL - ASLAN BALCI
Geçen hafta Bangladeş’te Cemaat-i İslami Partisi liderlerinden biri daha idam edildi.
Bangladeş’in önce Hindistan tarafından işgali, bilahare 1973’te bağımsız devlet olarak tanınması sürecini başlatacak olan 1971’deki Pakistan iç savaşı sırasında savaş karşıtı bir tavır alan Cemaat-i İslami Partisi’nin birçok mensubu vatana ihanet suçu işlemiş olmakla itham edilerek idamla yargılanıyor.
İç savaş sırasında işlediği iddia edilen suçlar nedeniyle, hukuki geçerliği olmayan Uluslararası Ceza Mahkemesi adlı yerel mahkeme tarafından 2 Kasım 2014 tarihinde idama mahkum edilen Mir Kasım Ali'nin cezası 3 Eylül’de infaz edildi. Ali'nin idamıyla birlikte Cemaat-i İslami Partisi'nin liderler kadrosundan aynı gerekçeyle öldürülenlerin sayısı beşe yükseldi. Aynı partiden haklarındaki idam cezası kesinleşmiş ve her an infaz edilmeyi bekleyenlerin yanında onlarca kişi de idamla yargılanıyor.
Bangladeş yönetimi yine ülkenin önde gelen bir bilim adamını ve önemli bir liderini daha idam ederek muhaliflere korku salmak istedi. Hukuki yargılamadan uzak, tamamen düzmece ve sahte delillerle, muhalif olan herkesin idam sehpasına götürülmeye başlandığı Bangladeş’te, muhalefete mecazen değil hakikaten hayat hakkı tanınmamaya başlandı.
Hint yarımadasını yıllarca işgal altında tutan İngiltere’den 1947 yılında Pakistan ile birlikte Doğu Pakistan adıyla bağımsızlığını alan Bangladeş, ırkçılığı ve laikliği bir argüman olarak kullanarak 1971’de Pakistan’a isyan etmişti. Pakistan ve Doğu Pakistan arasında Hindistan kontrolünde bir bölge bulunuyordu. Toprak parçası olarak birbiriyle karadan değil deniz yoluyla bağlı olan Bangladeş’teki bazı kesimler merkezi devletten ayrılmak için şiddet eylemlerine başlayınca, Pakistan devlet otoritesi olarak olayları bastırmaya çalışmıştı. Hindistan da müdahil olunca Doğu Pakistan önce işgale uğradı, sonra Bangladeş adıyla yeni bir devlet doğmuş oldu.
Silahlar İngiltere'den, milis gücü ise Hindistan'dan
İsyancılarla devlet otoritesi arasında yaşanan iç savaşta asker, militan ve milislerin yanında siviller de hayatını kaybetmişti.
Bangladeş’in 1971 yılındaki “bağımsızlık savaşı” zamanında, ülke içinde bazı grupların Pakistan’ın tarafını tutarak “Bengal halkına karşı savaş suçu işledikleri" iddia edilmişti. Bağımsız kaynaklar bunun bir yalan olduğunu, Bengal halkının işlediği bir suçtan bahsedilemeyeceği, eğer ortada bir suç varsa, bunun isyancıların ve Hindu milislerin yanında yer alarak taraflara silah temin eden İngiltere’nin suçu olduğu söylüyor. Cemaat-i İslami mensupları iç savaş ve işgal dönemlerinde savaş suçu değil, olsa olsa savaşmama, savaşı reddetme suçu işlemiş olmakla itham edilebilirler.
Ülkenin gerçek sahipleri taraflar arasında, savaş değil barış olması gerektiğini savunan kesimlerin arasında yanında, Cemaat-i İslami hareketi vardı. Emperyalistlerin kışkırttığı kavgayı ayırmak ve taraflara “Durun! Savaşmayın! Birbirinizin kanını dökmeyin! Siz kardeşsiniz!” diyen bu gruplar daha sonra ‘suçlu’, hatta ‘vatan haini’ ilan edildi.
Hint Yarımadası'nda ve dünya çapında İslam düşüncesinde önemli bir yeri olan Seyyid Ebu'l Ala el-Mevdudî tarafından kurulan Cemaat-i İslami Hareketi, Pakistan merkezi hükümetiyle o zamanki Bengal eyaleti arasındaki kardeş kavgasının anlamsız olduğunu belirterek ‘büyük resme’ bakılmasını istemişti. Cemaat-i İslami, iç savaşın patlak vermesinde İngiltere’nin kışkırtmasına, Hindistan’ın silah ve milis desteğine dikkati çekmek istiyordu.
Ölenin de öldürülenin de Müslüman olduğunu bilen sağduyulu insanlar bu oyunun bir parçası olmak istemedi. Zaten Pakistan’ın ayrılmasıyla bölünen Müslümanların bir kez daha bölünüp parçalanmasını istemeyen Müslüman kanaat önderleri, her iki tarafı da barışa ikna etmeye çalıştı.
Yeni kurulan Pakistan devleti Keşmir meselesi nedeniyle Hindistan’la birkaç kez çatışmaya girmişti. Askeri ve güvenlik güçleri yetersiz olan, devlet tecrübesinden ve gelirden yoksun, güçsüz bir devlet olan Pakistan, İngiltere ve Hindistan’ın ortaklaşa oyunlarının ortasında kaldı. Bengal milliyetçilerinin ve Hindu milis güçlerinin Pakistan güvenlik birimlerine yönelik baskınları nedeniyle büyük zayiat verildi. Ülke kan gölüne dönünce, dindar kesim bu savaşı bitirmek istedi.
‘Kanlı-bıçaklı’ bir şekilde ayrılan Bangladeş’teki örgütlenmenin ve Pakistan’a karşı kurulan grubun yöneticisi konumundaki Şeyh Mucibu’r-Rahman yönetimi ele aldı. Savaşı laikler ve ırkçılar kazanınca, ilk iş olarak iç savaşta kendi yanlarında yer almayan ve karşı çıkanlar cezalandırılmaya başlandı. Böylece Cemaat-i İslami mensupları, Pakistan askerleriyle işbirliği yaptıkları iddiasıyla suçlanmaya başlandı. İç savaşta hayatını kaybeden 3 milyon kişinin (gerçekte 26 bin) sorumlusu olarak bunlar gösterildi. İç savaş sırasında barış yanlısı tutum sergileyen Cemaat-i İslami Partisi’nin liderleri ve kimi üyeleri şimdi “bağımsızlık savaşında 3 milyon kişinin ölmesinden” sorumlu kişiler sıfatıyla yargılanıyor ve hepsi de idama mahkum ediliyor.
Bağımsızlıktan sonra ülke genelinde bir nevi ‘Ölüm Mahkemeleri’ kuruldu. Yeni rejim intikam duygusuyla, binlerce masumun öldürülmesine karar verdi. Mahkeme, Cemaat-i İslami’nin bazı liderlerine idam, bazılarına ise sürgün cezası vermişti. Sürgüne gönderilen üyeler, Mucibu’r-Rahman 1975 yılında bir suikastla öldürüldüğünde ancak ülkelerine dönme fırsatı bulabilmişti.
Cemaat-i İslami'nin yükselişi emperyalistleri tedirgin etti
1990'lı yılların başında ülkede hayatın siyasi ve iktisadi anlamda nispeten normale dönmeye başlamasından memnun olmayan Hindistan, Bangladeş’in güçlenmemesi için elinden geleni yapmaya başladı. Farklı dil konuşan iki Müslüman toplum Pakistan ve Bangladeş arasında kalmaktan tedirgin olan Hindistan, bu kardeş halklarını birbirine düşman haline getirdi.
Cuntanın 1990 yılında sona ermesiyle ülkede siyasi gruplar oluşmaya başladı. Rahman’ın partisi olan Avami Lig’in başına kızı Şeyh Hasina Vecid geçti ama fazlaca bir taraftarı yoktu. Babasının yaptığı gibi laikleri ve milliyetçileri yeniden bir araya getirmeye çalışan Hasina, her ‘müflis tüccar’ gibi eski defterleri yeniden açtı. Babasının tam olarak bertaraf edemediği Cemaat-i İslami mensupları ülkede gittikçe güçlenmiş, hatta 2001-2006 yılları arasında hükümet ortağı olmuştu. Bu durum başta Hindistan olmak üzere emperyalist güçleri rahatsız etmeye başlamıştı.
Her ne olursa olsun, dini hassasiyeti olan insanların bu topraklarda iktidar olmaması gerektiğinde hem fikir olan emperyalistler, ülkeyi kaosa sokacak ve sansasyonel eylemlerde bulunacak birini aramaya başladığında, uzmanlarca ‘beceriksiz ve cahil’ olarak tanımlanan ve ‘babasından kalma soyadından başka bir meziyeti olmayan’ Şeyh Hasina ismi öne çıktı. 2008’de ABD’yi ve İngiltere'yi ziyaret eden Hasina, ülkeye döndüğünde binlerce araçtan oluşan bir konvoy ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı.
1996 yılındaki başbakanlık döneminden kalma onlarca yolsuzluk soruşturmasıyla ve Hindistan’a olan yakınlığıyla bilinen Hasina, rakiplerinden intikam alacağını açıkça dile getirerek kendine ait yazılı ve görsel medya araçlarına sahip oldu. ABD, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerden kendisine danışmanlar tutarak her gün yeni bir fikir veya tehditle halkın önüne çıkmaya başladı. 2008’in sonunda yapılan şaibeli parlamento seçimlerinde 230 sandalye kazanarak ikinci kez iktidar koltuğuna oturdu. O günden beri iktidarda olan Hasina, her türlü muhalefeti ve karşısına çıkan herkesi bertaraf ederek günümüze kadar geldi.
Görünürde 1971 iç savaşındaki olayları araştırmak ve suçluları yargılamak, fakat aslında muhalifleri cezalandırmak üzere, Hasina 2010 yılında kendi idaresine bağlı ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’ adı altında bir mahkeme kurdu. Bu mahkeme BM ya da başka bir uluslararası kuruluşla irtibatlı değil; sadece ismi ‘uluslararası’, kendisi ise hukuksuz; verdiği hükümleri de kendisinden başka tanıyan bir kurum yok.
İnsan hakları örgütleri, muhalefeti bastırmak için kurulan bu mahkemeye ve şimdiye kadar verdiği ‘katliam’ kararlarına itiraz ediyor. Ama Hasina ABD, İngiltere, Hindistan, Avustralya ve Çin’den destek gördüğü için itirazlara kulak asmıyor. Mahkemenin başkanları yargılama esnasında sadece kendilerine iletilen soruları soruyor. Mahkemenin işleyiş yöntemlerinin ve verilen kararların Belçika’daki bir danışmana bağlı olduğu konuşuluyor.
İdam sırasını bekleyen ve yargılanan aydınlar
Önce 92 yaşındaki Gulam Azam’ın cezasının hapiste infaz edildiği duyurulmuştu. 3 Eylül gecesi Mir Kasım Ali’nin idam edilmesiyle bu sürecin devam ettiği anlaşılıyor. UCM Cemaat-i İslami Merkez Yürütme Kurulu Üyesi olan Ali’yi Kasımpur Cezaevi’nde, elde hiçbir şahit ve delil olmamasına rağmen, bir kişinin kaçırılıp işkence sonucu öldürülmesinden sorumlu tutarak savaş suçu işlediği iddiasıyla katletti.
Ülkenin önde gelen ekonomistlerinden biri olan işadamı Ali, 1952 yılında doğdu. Savaş zamanında henüz 19 yaşında olan Ali’nin bunca suçu bir tek delil bırakmadan işlediğini kabul eden bir mahkemeyi ‘zavallı’ ve ‘komik’ olarak tanımlayan uzmanlar, evrensel hukukun “delil yok ama kuvvetli şüphe var” mantığıyla işletilemeyeceğini söylüyor. Halkın bu mahkemeden adalet beklemediğini belirten uzmanlar, mahkemenin Bangladeş’te sömürgecilik karşıtı kanaat önderlerinin susturulması için kurulan bir paravan olduğunu beyan ettiler.
“Korsan mahkeme”nin suç listesi kabarık
Halk arasındaki ismiyle ‘Korsan mahkeme’ tarafından suçlu bulunan ve 2013’de idam cezasına mahkum edilen ilk kişi Abdülkelam Azad olmuştu. Ardından mahkeme 2013’te Abdulkadir Molla’yı astı. İşkence ve kötü muamele suçlamasıyla 2014’te ise 92 yaşındaki Gulam Azam idam edildi. Cezası Yüksek Mahkeme tarafından 3 Kasım 2014'te onanan, partinin Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed Kamaruzzaman ise 11 Nisan 2015'te idam edilmişti. Eski içişleri bakanı Mutiu’r-Rahman Nazmi’yi Mayıs 2016’da öldüren Bangladeş rejimi, şimdi de 63 yaşındaki İslam ekonomisi uzmanı Mir Kasım Ali’yi aynı “kuvvetli şüphe” ve gizli tanık beyanlarıyla suçlayıp idam etmiştir.
Cemaat-i İslami’nin liderlerinden ve üyelerinden idam sırasını bekleyen binlerce masumun, zindanlarda çok kötü koşullarda tutulduğu ve işkence gördüğü bildiriliyor. Mahkeme 18 Şubat 2015'te Cemaat-i İslami Partisi liderlerinden Abdusselam Şobhani’yi, 16 Haziran 2015'te Partinin Genel Sekreteri Ali İhsan Mücahid'i, 16 Temmuz 2015'te Furkan Malik'i ve en son 10 Ağustos'ta Cemaat-i İslami Partisi Milletvekili Sakhavat Hüseyin'i idama mahkum etti. Sözkonusu idamlarının da onanması bekleniyor.
Hayatları boyunca, mensubu oldukları grubun İslami anlayışına uygun olarak şiddet ve terörden uzak duran, Müslümanların kardeş olarak ümmet bilinci içinde yaşamalarını savunan kişilerin, ‘adam öldürme’ gibi asla kabul edilemeyecek bir iftirayla katledilmeleri karşısında tüm dünyanın sessiz ve tepkisiz olduğu görülüyor. Ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı Bangladeş’te, hukuk intikam ve siyasi muhalifleri tasfiye etme amacıyla kullanılmaya devam ediyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.