Analiz

İktidar mücadelesi Irak'ı yeni krizlere sürüklüyor

Irak'ta gözler Musul'a çevrildiğinden ülkenin içinde bulunduğu derin sorunlar pek dikkat çekmiyor. Fakat Irak her geçen gün daha fazla siyasal ayrışmaya sürükleniyor.

17.02.2017 - Güncelleme : 17.02.2017
İktidar mücadelesi Irak'ı yeni krizlere sürüklüyor

İSTANBUL - Serhat Erkmen

Irak denilince bügünlerde akla sadece Musul Operasyonu geliyor. Şehrin bir kısmının DEAŞ'tan temizlenmesi çok önemli bir gelişme. Operasyonların bu hızıyla devamı halinde belki birkaç ay içinde Irak hükümeti Musul'da kontrolü yeniden sağladığını ilan edilebilecek. Ancak ülkenin geri kalanı sorunsuz değil. Tersine, Irak'ta tüm gözler Musul'a çevrildiğinden ülkenin içinde bulunduğu derin sorunlar pek dikkat çekmiyor. Fakat Irak her geçen gün daha fazla siyasal ayrışmaya sürükleniyor.

Küçük bir hatırlatmayla başlayalım: Irak, 14 yıl önce bir yabancı güç tarafından doğrudan ve açık bir biçimde işgal edildi. 2003'ten sonra yıkılan sistemin yerine sorunlu bir anayasa ile işlevsiz bir siyasal yapı oturtulmaya çalışıldı. Bu siyasal yapı etnik ve mezhepsel kimlikler üzerine kurgulandı. Sadece siyasal alan değil kamu görevleri de bu kimliklere göre dağıtıldı. Bu süreçte bölge güçlerinin çoğunun dahil olduğu bir mezhepsel iç savaş yaşadı. İşgal ve sonrasındaki şiddet olayları nedeniyle yüzbinlerce insan hayatını kaybetti ve milyonlarca insan ya ülke içinde zorunlu olarak yer değiştirdi ya da başka ülkelere göç etti. Çöken kamu otoritesi yerine güvenilir, işlevsel, kapsayıcı bir otorite kurulamadı.

Ülke federal bir nitelik kazansa da ne merkezi hükümet ne de Kuzey Irak'taki federal bölge demokratik, hesap verebilir nitelikte, şeffaf bir yapıya kavuştu. Silahlı çatışma ile siyaset paralel bir gelişim izledi. Neredeyse tüm önemli siyasi gruplar doğrudan ya da dolaylı olarak bir silahlı grubun desteğini aldı ya da kendi silahlı grubunu kurdu. Merkezi hükümetin zayıflaması ve vilayetlerin yetkisinin artması işlevsel yerel yönetimlerin kurulmasını değil ülke genelindeki güç mücadelesinin en küçük yerleşime kadar yayılması sonucunu getirdi.

Güvenlik milis güçlerine teslim edildi

Sonuçta 2014 yılında, otoriterleşen bir merkezi hükümete ve ayrılmayı hedefleyen federe bölgeye, ülkeyi parçalayıcı başka bir radikal hareket eklendi. DEAŞ'ın Musul'u ele geçirmesinden bu yana Irak'ın karşılaştığı genel sorunları saymak bile ülkenin içinde bulunduğu sorunları anlamaya yetebilir. Bu sorunlar şöyle sıralanabilir:

Ordu dahil olmak üzere resmi güvenlik güçlerine güven neredeyse sıfır noktasına indi. Ülkenin karşılaştığı güvenlik sorunlarına çözüm olarak ülke genelinde ancak farklı güç odaklarına bağlı olarak kurulan bir milis teşkilatı oluşturulması önerildi. Bu milis teşkilatı, 3 yıl içinde genişledi, yasallaştı, silahlandı ve güçlendi.

Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkiler görünüşte iyileşse de sorunlar derinleşti. Federe bölge, DEAŞ'tan arındırdığı bölgeleri kendi kontrol alanı ilan ederken, anayasadaki hükümleri yok saydı. DEAŞ'ın yarattığı sorunu kendi fiziki kontrol sahasını genişletmek için bir fırsata çevirdi. Üstelik, ilk fırsatta bağımsızlık kararı alacağının altını sürekli olarak çizmeye devam etti. Son olarak DEAŞ karşısındaki askeri zayıflığını gerekçe göstererek o güne değin hiç elde edemediği silah, mühimmat, teçhizat ve askeri eğitim olanaklarına kavuştu. Yani, bağımsızlığı ilan etmek için önünde çözmesi gereken iki sorun kaldı: İç sorunları aşmak ve gerekli ekonomik kaynaklara ulaşmak.

Yabancı askeri güçler meşru hale geldi

Şii siyasi partiler 2005-2008 arasındaki iç savaş döneminden çok daha yoğun bir biçimde militarize oldular. Milisleşme olgusu, siyaset yapmanın çok ötesine geçti. Siyasi partilere bağlı silahlı unsurlar yerini, giderek milislerin öne çıktığı ve siyasilerin milislerin gündemini takip etmek zorunda kaldığı yeni bir yapıya bıraktı. Dahası, Şii milis gruplar Irak'ın dışındaki mezhep temelli çatışmaların bir parçası oldular. Suriye ve Yemen'de Iraklı Şii grupların üyelerini bulmak artık hiç de zor değil. Yani Irak'taki savaş Ortadoğu'ya mezhepsel bir çatışma ihraç edemedi ama Iraklı gruplar değişik ülkelerdeki mezhep nitelikle çatışmaların bir parçası haline geldiler.

Son üç yılda ülkenin üçte biri silahlı bir grup tarafından ele geçirildi. Bu grup, merkezi hükümet ya da federe bölge tarafından dış destek gelinceye kadar yenilgiye uğratılamadı. Yani, hükümet sadece kendi egemenlik alanındaki bir toprak parçasını yitirmedi. Aynı zamanda onu yenebilmek için ülkeye yabancı güçleri davet etmek zorunda kaldı. 2000'li yılların ortasında her biri Irak'taki istikrarsızlığın temel kaynağı olarak görülen dış devletlerin askeri varlığı ve faaliyetleri, 2014'ten sonra açık, yoğun ve hatta meşru hale geldi. Her biri ayrı gündeme sahip ve birbiriyle üstü kapalı olarak çatışan ABD, İran, İngiltere, Rusya ve diğer pekçok ülke Irak'ta yeniden ve meşru bir şekilde varoldukça Irak daha da fazla bölgesel güç mücadelesinin bir parçası haline geldi.

DEAŞ'tan kurtarılan bölgelere istikrar gelmedi 

DEAŞ'ın ele geçirdiği bölgelerin geri alınması, başlangıçta kolay olmadı. Fakat yeniden oluşturulan bir güvenlik yapısı, silah altına 'gönüllü' olarak giren binlerce Iraklı, yüzlerce askeri danışman, tonlarca silah ve mühimmat DEAŞ'ın gerilemesine imkan verdi. DEAŞ, bir ön devlet davranışı gösterirken aynı zamanda dünya tarihinde çok sayıda rakibe aynı anda meydan okuyan benzer hareketlerin karşılaştığı akıbete uğradı. Kendisinden sayı ve nitelik olarak çok üstün bir rakipler koalisyonu karşısında kaçınılmaz yenilgiyle yüzleşti. Ancak bu yenilgi, DEAŞ'ı hızla kaçınılmaz sona yaklaştırırken ülkenin DEAŞ'tan kurtarılan bölgelerine güvenlik ve istikrar gelmedi. Eski direnişçi gruplar, El Kaide'nin yeraltına inen unsurları, hem DEAŞ'tan hem de hükümetten rahatsız olan aşiretlerle eski çatışma bölgeleri yavaş yavaş yeniden hareketlenmeye başladı.

Bu süreçte ekonomi harap oldu. İşgalden sonra, dünyada yolsuzluğun en yaygın olduğu ülkeler arasında en üst sıralara tırmanan Irak'ta, bu açıdan hiçbir değişiklik yok. Yerel ya da merkezi siyasette yolsuzluk Erbil'den Basra'ya kadar her vilayette en önemli sorunların başında görünüyor. Pasta büyükken ve dağıtılması kolayken belki yolsuzlukları tolere etmek siyasi açıdan daha kolaydı. Fakat düşen petrol fiyatlarına inanılmaz boyutlara ulaşan güvenlik harcamaları de eklenince Irak ekonomisi çöküşün eşiğine geldi. Altyapı yatırımları gözler görülür derecede düştü. İşsizlik çok yüksek. Yatırımları cazip hale getirecek yasal alt yapı yok. Üstelik güçlü bir ekonomi için şart olan siyasal istikrar ve güvenlik ortamı da bulunmuyor.

Irak'ın yüz yüze olduğu sorunlar listesi daha da uzatılabilir. Özetle, neresinden bakılırsa bakılsın, DEAŞ'la mücadele Irak'taki sorunlu sürecin sadece bir parçası. Açtığı yara öylesine derin ki, DEAŞ sonrası Irak'ın geleceğini anlamak için Sünni Arapların yaşadığı bölgeye odaklanmak gerçekçi bir yaklaşım değil. DEAŞ'ın yenilmesinden sonra Irak'ın sorunları Musul, Selahaddin ve Enbar'ın ötesinde Irak'ın her yerine odaklanarak çözülebilir. Irak böylesi yapısal sorunlarla karşı karşıyken iki önemli gelişmenin etkisiyle daha da karmaşıklaşan bir siyasal atmosfere sürükleniyor.

Bağdat'taki kanlı gösteriler ve gerilen siyasi ortam

Irak'taki mevcut sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirebilecek bu gelişmeler, yaklaşan seçim nedeniyle iç siyasetteki derin güç mücadelesi ve Trump sonrası hızla yükselen ABD-İran gerginliği.

İç siyasetteki gerginliği basit bir biçimde tanımlamak gerekirse şu tespit yapılabilir: 2014'te iktidarı bırakmak zorunda kalan Nuri Maliki, bu yıl yapılacak yerel seçim ve gelecek yıl yapılması planlanan genel seçim ile başbakanlık koltuğuna geri dönmeyi planlıyor. Ancak geri dönüş yolunda önünde pekçok engel var. Bu engellerin en büyüğü karşısında yer alan diğer Şii partilerin oluşturduğu Maliki karşıtı blok. Yani, Maliki'nin yeniden başbakan olmasının önündeki engel daha açık sorunlar yaşadığı Sünni Araplar ya da Kürtler değil, aynı taban üzerinde siyaset yaptığı Şii Arap partiler. Ancak, diğer Şii partilerle doğrudan çatışmak yerine Maliki, Irak siyaseti içinde son derece iyi bildiği ayrışmaları kullanarak ilerliyor.

Irak'ta iç siyasi gerginliğin işaretleri 2016 Ağustos'una kadar geri götürülebilir. Eski Savunma Bakanı Halid Ubeydi'nin görevden alınması için Yüksek Mahkeme'nin parlamentodaki oylamalara ilişkin aldığı kararla açığa çıkan güç mücadelesi, önce Ubeydi'nin bir süre sonra da KDP'li Maliye Bakanı Hoşyar Zebari'nin koltuğunu kaybetmesine yol açtı. Hemen ardından eylül ayında Şii İttifakı'nın liderliği için yapılan seçimde İbrahim Caferi'den boşalacak koltuk için Ammar el-Hekim'in karşısına Ali el-Edib'in çıkarılmasında Maliki'nin geri dönüş hamlesi iyice açığa çıktı. Burada başarısız olsa da Maliki, geri dönmek için boş durmadığını gösterdi. Tüm gözler Başbakan Haydar el-İbadi'de olsa da, Irak'ı yakından izleyen herkesin bildiği gibi İbadi'nin de üyesi olduğu Dava Partisi'nin hala en güçlü ismi Nuri Maliki.

Maliki'nin başbakanlık hesabı

Maliki, Haşdi Şabi'ye yasal statü getiren yasa tasarısının yarattığı boşluklardan yararlanarak Sünni grupları, hizmet ve güvenlik alanındaki eksiklikleri nedeniyle de Şii partileri hedef tahtasına oturttu. Maliki'nin 2014'te başbakan olmasını engellemek için büyük bir koalisyon kurulmuştu. Başta Sadr Hareketi olmak üzere güçlü Şii partilerin liderliğindeki bu koalisyon hedefine ulaştı. Ancak üç senede DEAŞ karşısındaki ilerlemenin sınırlı olması ve ağır maliyeti Maliki'ye önemli bir koz sunuyor.

Hükümetin görünen yüzü konumundaki liderler ya da partiler halka şu anda büyük sözler verebilecek durumda değil. Hem ekonomik kaynaklar yetersiz hem de görünürde yetkili olmalarına karşın Maliki'nin başbakanlığı döneminde bürokrasiye ve devlet sisteminin kilit noktalarına yerleştirilen kişiler, hareket alanlarını kısıtlıyor. Yani Maliki 'iktidar koalisyonu içindeki muhalif olmanın' avantajını yaşıyor. Bu nedenle Vilayet Meclisi seçimlerini son derece önemsiyordu. Çünkü onu 2009'daki güçlü konumuna taşıyan faktör 2008'deki Vilayet Meclisi seçimiydi. Benzeri bir dalgayı yeniden arkasına almak isteyen Maliki, yavaş yavaş ve el altından başlattığı sistem içi meydan okuyuşunu vites yükselterek açık hale getirmeye hazırlanıyor. Bu bağlamda yerel ve genel seçimin birleştirilmesi birçok siyasi parti için önemli bir hedef haline gelmişti.

Sonuçta İbadi, seçimleri ertelemek için büyük çaba sarfetse de normalde 2017 Nisan ayında yapılacak seçimleri ancak bir kaç ay erteleyebildi. Ocak ayında parlamentonun 16 Eylül 2017'de seçim yapılması kararını alması tüm partileri yeniden hareketlendirdi. Üstelik Irak'taki seçimlerin şeffaflığı ve demokratik standartlara uygunluğu tartışmaları bağlamında Yüksek Seçim Kurulu'nun üyeleri ve yetkileri, en tartışmalı konuların ilk sırasına oturdu. İşte geçen hafta Bağdat'ta Sadr Hareketi'nin başını çektiği gösterilerde Yüksek Seçim Kurulu'nun hedef alınmasının arka planında bu gelişmeler yatıyor. Ancak, gösterilerin provoke edilmesi sonucunda ortaya çıkan kanlı tablo, ülkenin içine düşebileceği vahim durumu ortaya bir kez daha koydu. Sadr, bir süreliğine gösteriyi durdurdu. Fakat 17 Şubat'ta tekrar sahaya inecek. Yeni bir kargaşanın çıkması ise an meselesi.

ABD-İran gerilimi Irak'ı nasıl etkileyecek?

İkinci faktör ise çok daha dikkat çekici ve büyük ölçüde birincisiyle bağlantılı. Trump Yönetimi'nin İran karşıtı açıklamaları ve ABD-İran gerginliğinin yükselmesi Irak'ı doğrudan etkiliyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Başbakan İbadi'nin "Irak bölgesel ya da uluslararası çatışmalara taraf olmayacaktır" çıkışı doğrudan bu gelişmelerden duyduğu endişeyle ilişkiliydi.

ABD-İran gerginliğinin Irak'a yansıması kaçınılmaz. Bu duruma 2000'lerin ortasında da tanık olunmuştu. ABD ile İran'ın Irak'ta uzlaşıyla hareket ettiği dönemlerde çatışmaların kontrol altına alınması daha kolay olurken, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların Irak'a yansıdığı dönemlerde Irak'ın daha büyük bir şiddet sarmalına sürüklendiği görülmüştü. Trump'ın sözlerinin eyleme dönüşüp dönüşmeyeceği belli olmasa da halihazırda Suriye ve Yemen'de iki ayrı cephede mücadele eden İran'ın Irak'ı riske atması sözkonusu bile olamaz. Bu nedenle, ABD'yle olası bir gerginlikte Bağdat'ta İbadi'den çok daha güvenilir bir müttefike sahip olmak istediğini düşünmek yanıltıcı olmaz.

Şu an için Musul'da ABD ile İran arasında DEAŞ'a karşı dolaylı bir koordinasyon olabilir. Fakat bunun ne kadar kalıcı ve samimi olduğu tartışılır. ABD-İran gerilimi yükseldikçe Irak'taki siyasiler arasında da çekişmenin artacağı öngörülebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi, son 14 yılda Irak, dış güçlerin etkisine her zamankinden açık hale gelmişken, ABD-İran çekişmesinin ilk etkisinin Irak'ta görülmesi de şaşırtıcı olmayacak.

[Doç. Dr. Serhat Erkmen, Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Masası Başkanı]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın