Dolar
34.55
Euro
36.19
Altın
2,686.58
ETH/USDT
3,383.90
BTC/USDT
98,877.00
BIST 100
9,367.77
Analiz

İran-Rusya ittifakının geleceği ve Trump politikaları

ABD Başkanı Trump’ın işbaşına gelmesiyle ABD-Rusya ilişkilerinin düzene gireceğine dair işaretler, İran’ı yeniden hedef haline getirdi.

13.02.2017 - Güncelleme : 13.02.2017
İran-Rusya ittifakının geleceği ve Trump politikaları

ANKARA - Salih Yılmaz

Rusya 30 Eylül 2015 tarihinde resmen Suriye’ye müdahale kararı aldığında, İran’ın Suriye’ye gönderdiği Devrim Muhafızları güçlerine ve Hizbullah’a da bir bakıma meşruiyet kazandırmıştı. Rusya’nın İran komutasındaki kara gücünü etkin şekilde kullanmaya başlamasından sonra, ABD de Türkiye’nin kara gücünü kullanarak bölgede üstünlük elde etmeye çalışmış fakat bunu başaramamıştı. 24 Kasım’da Rusya ile yaşanan uçak krizinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’de operasyona zorlanması stratejisi de vardı. Zaten Obama’nın görevi bırakmadan önce söylediği “Türkiye’nin elinde o kadar büyük ve güçlü bir kara ordusu var ki bunu Suriye’de kullanmadı” ifadeleri de, Rusya’nın İran kozuna karşılık ABD’nin Türkiye kozunu kullanmak istediğinin bir göstergesiydi. Belki de 15 Temmuz darbe girişiminin en önemli sebeplerinden birisi, Rusya’nın İran desteğiyle Suriye’de elde ettiği üstünlüğe karşı Batı’nın TSK’yı kullanmak istediği halde kullanamamasıydı.

Rusya’nın Suriye’de işbirliği yaptığı İran’ı hem Avrasya Ekonomik İşbirliği hem de Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliğine dair cesaretlendirmesi, İran’ı Rusya’ya daha da bağımlı hale getirdi. Fakat bu strateji Rusya açısından da tehdit oluşturduğundan bir türlü sonuca ulaştırılmadı. İran’ın bu blokta yer alması, Rusya ve Çin’i bütünüyle ABD/AB ve İsrail’in hedefine oturtacak olması nedeniyle bu strateji şimdilik uygulanamaz durumda. Buna rağmen İran’da yürütülen propagandalarla, bu hedef sanki gerçekleşebilecekmiş gibi gösteriliyor. İran’ın ‘Doğu Ortaklığı’ hayali, tıpkı Türkiye’nin yıllarca AB tarafından oyalanması stratejisine benzemektedir.

Obama İran’a imtiyazlar vererek İsrail’i cezalandırmak mı istedi?

Obama’nın başkanlığı döneminde, İran’ı Rusya’nın kontrolünden çıkarmak için hem Irak’ta hem de diğer bölgelerde açık alan bırakıldı. Nükleer anlaşmayla ambargoların kısmen kaldırılması sayesinde İran’ın Batı’ya yaklaşacağı ve Rusya ile Çin’in kontrolüne girmeyeceği düşünülmüştü. Hatta İran’ın bölgedeki etkinliğini artırmasıyla, İsrail’in de başta Filistin olmak üzere Ortadoğu’da barışa yanaşması hedeflenmişti. Fakat Obama’nın bu politikası, Rusya’nın Suriye manevrasıyla hedeflenenin tam tersi bir durumu ortaya çıkardı. ABD İran’a imtiyazlar vererek Rusya’dan uzaklaştırmaya çalışırken, Suriye’ye operasyon düzenleyen Rusya İran’ı bölgede en önemli aktör haline getirdi. İran sadece Suriye’de değil Yemen ve Irak’ta da gücünü gösterdi ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri için tehdit oluşturmaya başladı. Bu tehdit sayesinde Rusya’nın bölge ülkelerine önemli miktarda silah sattığını söyleyebiliriz.

Suriye anayasası Rusya-İran ittifakının sonu mu?

23-24 Ocak 2017 tarihinde Astana’da gerçekleşen Suriye barışına dair toplantılardan sonra Rusya’nın yeni Suriye anayasası adıyla önceden belirlediği 85 maddelik bir metni görüşmelere katılan taraflara sunması küçük çaplı bir krize neden oldu. İran tarafı, Suriye’de merkezi otoriteyi zayıflatacak tüm adımlara karşı olduğunu güçlü biçimde duyurarak Rusya’nın hazırladığı anayasayı kabul edemeyeceğini üstü kapalı şekilde ilan etti. İran Suriye’de herhangi bir etnik gruba özerklik sağlayacak ve Esed’in hâkimiyetini zayıflatacak bir teklife sıcak bakmadığını dile getirdi. Bu açıdan bakıldığında, Rusya’nın üzerinde çalıştığı anayasa taslağının, en önemli destekçisi İran tarafından kabul edilmemesi, Suriye barışının Rusya’nın istediği gibi sonlanmayacağının bir işareti olarak okunabilir. Rusya her ne kadar ABD’de Trump yönetimi bütünüyle hâkim olmadan Suriye’de barışı sağlama almaya çalışsa da, bunun kolay olmayacağı ortaya çıktı. ABD’siz bir Suriye barışını Türkiye’yi ortak seçerek kısa sürede gerçekleştirmek isteyen Rusya için İran’ın tavrı, şu anda aşılması gereken en önemli engel.

İran ABD Devlet Başkanı Trump’ın açıkladığı ‘güvenli bölge’, ‘uçuşa yasak bölge’ gibi önerileri kabul etmeyeceğini duyurarak bir bakıma Rusya’nın hazırladığı yeni anayasaya gönderme yapmaktadır. İran, Obama döneminde elde ettiği boşluktan faydalanarak Tahran’dan Akdeniz’e kadar genişlettiği etki alanını, Rusya’nın politikalarına kurban etmeyeceğini belli ediyor.

Trump neden İran’ı hedef alıyor?

24 Kasım uçak krizinin tatlıya bağlanmasıyla Türkiye- Rusya ilişkilerinin normalleşmesi, Trump’ın işbaşına gelmesiyle ABD-Rusya ilişkilerinin düzene gireceğine dair işaretler, İran’ı yeniden hedef haline getirdi. Çünkü başta ambargoların kaldırılması olmak üzere Rusya’nın Suriye’deki menfaatlerinin güvence altına alınması stratejisi, İran’ın kontrollü olarak Trump’a teslim edileceğine dair tahminleri güçlendiriyor. Bu sayede hem Rusya’nın ABD ile ilişkileri düzelmiş olacak hem de İran daha da Rusya’ya mahkûm bir ülke haline gelecektir. Her iki ihtimalde de bu durumdan karlı çıkan Rusya olacak.

Obama’nın uluslararası doğalgaz boru hatlarında Rusya’yı devre dışı bırakma çabalarına karşı, Rusya’nın İran ile işbirliği ve Suriye’de boru hatlarının geçeceği alanları kapatma politikası başarılı oldu. Obama İran’a açık alan bırakırken, aslında elindeki zengin doğalgaz rezervlerini Batılı şirketlere açmasını da istemişti. Fakat Rusya’nın akıllı hamleleri bu hedefi başarısız kıldı. İsrail’in son 3 yıldır sıkça Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerini gündeme getirmesi, aslında Obama’ya verdiği bir mesaj olsa da, Obama bu mesajları görmezden gelerek tercihini İran’dan yana kullandı.

Trump ise henüz seçim çalışmaları döneminde, İran ve Çin’i ABD’nin çıkarlarına karşı en büyük düşmanlar olarak nitelendirdi. Trump bir taraftan Rusya ile iyi ilişkiler kurup İran ve Çin’i hedefe koyarken, Rusya’nın bu iki ülkeyle stratejik işbirliği içinde olduğunu gözden kaçırıyor. Zaten Rusya Trump’ın İran’a yönelik tehditlerine karşı, tavrını İran’dan yana belli ederek bir bakıma Trump’a işinin kolay olmayacağını hatırlatıyor. Peki bundan sonra ne olacak? Trump eğer Rusya engelini aşıp doğrudan İran’ı hedef alamazsa, bu işi İsrail aracılığıyla yapacak gibi görünüyor.

Rusya’nın tarafını İran’dan yana belli edişinden sonra ABD’nin BM Büyükelçisi Nikki Haley'nin “ABD Ukrayna’daki durumu kınıyor ve Rusların Kırım işgaline derhal son verilmesini istiyor. Kırım Ukrayna'nın bir parçası. Rusya yarımadanın kontrolünü Ukrayna'ya verene kadar, Kırım'la ilgili yaptırımlarımız yürürlükte kalacaktır” şeklindeki açıklaması tesadüf olmasa gerek.

Obama döneminde ABD’nin İsrail politikalarının olumsuz bir hal aldığını hepimiz biliyoruz. Şu anki İsrail yönetiminin, Trump’ın işbaşına gelmesi için önemli yatırımlar yaptığını söyleyebiliriz. İsrail’in en büyük beklentisi ise İran’a karşı bir operasyon veya güçlü bir çevrelemedir. İsrail kendi gayretleriyle Azerbaycan, Özbekistan ve Kazakistan gibi çevre ülkelerde önemli askeri yatırımlar yaparak İran’ı çevrelemeye çalışsa da vurucu darbeyi Trump’tan beklemektedir. Bu operasyon ister sıcak bir temasla isterse güçlü bir ambargoyla olsun, mutlaka gerçekleşecek gibi görünüyor.

Trump hem İran hem de Çin ile mücadele edebilir mi?

Trump’ın İran’ı askeri, Çin’i de ekonomik olarak hedef göstermesi hiç de uygulanabilir bir politika gibi durmuyor. Çünkü Trump bir taraftan iç politikada henüz kendi iradesini tesis edemezken dışarıda bir harekât yürütecek kapasiteye ulaşması olası değil. Trump’a göre ABD’de var olan ekonomik durgunluk ve dolardaki manipülasyonun sebebi Çin’dir. Trump’ın Çin’e karşı Tayvan ve Japonya kozlarını kullanması düşünülürken, Çin’in ekonomik tavizler vermesi karşılığında ikna olacağına dair beklentiler var. Çin Güney Çin denizindeki toprak anlaşmazlığının büyümesinden endişe ediyor. Bu anlaşmazlığı ABD’nin silah olarak kullanması ve bir çatışma yaşanması halinde, Çin’de büyük bir ekonomik krizin çıkması da muhtemel. Fakat Çin’deki kriz ABD’yi de olumsuz etkileyecektir. ABD yıllardır Çin’in en büyük pazarı ve ucuz mal temin edilmesi nedeniyle Çin ABD ekonomisi için yararlı bir rol de üstleniyor.

Trump, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü mü hedef alıyor?

2010 yılında başlayan ‘Arap Baharı’, Libya sürecinden sonra Rusya’nın sahaya dönmesiyle iyice karmaşık bir hale geldi. Rusya NATO üyelerinin kendisini Libya’da oyuna getirdiğini ve kandırdığını ilan ederek daha aktif bir politika yürütmeye başladı. 2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2015’teki Suriye müdahalesiyle NATO ile Rusya arasındaki mücadele iyice gerginleşti. Hatta NATO ülkeleri arasında, Rusya’ya karşı etkin mücadele edilmediği için tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar ise kamuoyunda Rusya’nın NATO’yu dağıtmaya çalıştığı yönündeki değerlendirmelere sebep oldu. Obama’nın NATO’yu Rusya’nın açık saldırısına maruz bıraktığı yönündeki eleştirilere karşın, Trump’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’nü hedef alacağına dair öngörüler var. 1970'lerin başlarında Nixon-Kissinger stratejisiyle ABD’nin Çin’e yakınlaşarak SSCB’yi etkisizleştirdiği gibi, şimdi de Rusya’ya yakınlaşarak Çin ve İran’ın etkisizleştirmek istediği yönünde öngörüler var. Fakat bunun için Rusya’nın öne sürdüğü şartlar kabul edilebilir gibi durmuyor.

Trump’ın Rusya ile işbirliği planı AB’yi dağıtabilir

Rusya ABD’ye birlikte çalışmasının ön şartı olarak Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul etmesini, Ortadoğu’da Rusya’nın çıkarlarının gözetilmesini, ambargoların kaldırılarak AB ile ilişkilerin normalleştirilmesini koşuyor. Trump’ın bu şartları kabul etmesi ise AB’nin dağılmasına sebep olabilir. AB üyelerinden Polonya, Romanya ve Baltık ülkeleri Rusya’ya karşı kendilerini güvende hissetmediğinden, NATO’dan tedbir almasını istiyorlar. Trump’ın Rusya ile anlaşması halinde, bu ülkelerin AB’deki yerlerini sorgulamaları gündeme gelebilir. Bu şartlar altında Almanya’nın, AB’yi korumak için Rusya karşıtı güçlü bir tavır sergilemesi gerekiyor.

Kissinger’ın 1970’li yılardaki Çin’i kendi yanına çekerek SSCB’yi yıkma stratejisi, şimdi Rusya’yı yanına çekerek Çin’i etkisizleştirme planına dönüşmüş gibi görünse de, önemli tavizler verilmek zorunda kalınacağından dolayı, bu plan kolay uygulanabilir durmuyor. Planın devreye girmesi halinde, ABD’nin AB’yi feda etmesi gerekecek. Gerçi İngiltere’nin AB’den ayrılması, aslında AB’nin çoktan feda edildiği düşüncesini de akla getirmiyor değil.

[Avrasya ve Rusya uzmanı olan Prof. Dr. Salih Yılmaz Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın