Dolar
32.32
Euro
34.92
Altın
2,216.48
ETH/USDT
3,585.70
BTC/USDT
71,219.00
BIST 100
9,079.97
Analiz

Ruanda: Sömürge ve soykırım acısından İslam'a

Ruanda'da sömürge döneminde atılan ayrılıkçılık tohumları, yıllar geçtikçe etnik ve ırkçı politikalarla beslenmeye devam edince kaçınılmaz bir faciayı doğurdu.

İsa Gökgedik  | 25.05.2017 - Güncelleme : 25.05.2017
Ruanda: Sömürge ve soykırım acısından İslam'a

Istanbul

İSTANBUL - İSA GÖKGEDİK

İç-doğu Afrika’da kara sınırlarıyla çevrili 26 bin 338 kilometrekarelik toprağı ve 12 milyona yaklaşan nüfusuyla küçük bir ülke olan Ruanda, tahammülünün çok üstünde zorluklar yaşadı geçmişinde. Hutu, Tutsi ve Twa halklarından oluşan toplum, yüzyıllarca bir arada yaşamış ve ortak bir mekânda ortak bir dili konuşmasına rağmen 19. yüzyılın sonuna doğru sömürgenin başlarına ördüğü musibetlerin acısını hâlâ çekiyor.

Her şey, önce Almanların, ardından da Belçikalıların bölgeye adım atmasıyla başladı ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sömürgeyle bozulan topum yapısında sorunlar hep bir sonrakinin fitilini ateşledi ve domino taşları misali, bir diğerinin sebebi oldu.

Peki, neydi sömürgeci ülkelerin başlattığı bozgunculuk? Elbette Batı’nın diğer müstemlekelerinde yaptığı gibi, toplum yapısındaki dengeyi dağıtmak, kavimleri birbirinden farklı göstermek, onları birbirinden ayırmak, kutuplaştırmak. İşte önce Almanların sonra da Belçika’nın yaptığı tam olarak buydu. Daha kötüsü, sömürgeciler Tutsiler ve Hutular arasında önceden hiç var olmayan despot bir hiyerarşi kurdu. Ayrıca sömürgeyle birlikte ülkeye sokulan misyonerler, aynı köyde yaşayan, aynı dili konuşan, aynı tarihi paylaşan Ruandalılara zarardan başka bir şey getirmedi.

Ayrılık tohumları sömürge döneminde atıldı

Almanya’nın I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ruanda’dan çekilmesiyle Belçika kolonisi yapılan bu topraklarda, bağımsızlığa kadar sürekli olarak çekişme, iktidara hâkim olma ve diğerini haklarından mahrum bırakma yarışı devam etti. Zira buraya geldikten sonra kendi yönetimlerini kolaylaştırmak için müstemlekeci iki devletin kullandığı yöntem, birbiriyle akraba olan bu halklardan birini seçip diğerine karşı onu desteklemek oldu. Diğerini ise kurdukları sisteme itaate zorladılar. Bu adaletsiz yapıda bir kesim diğeri karşısında güçlenirken ortaya çıkan yapay ast-üst ilişkisiyle işler daha kolay yürüyecekti onlara göre. Zira Batılıların ilkelerine göre, sömürmek istedikleri coğrafyalarda kurulan yöneten-yönetilen mekanizması kendi menfaatlerine en iyi şekilde hizmet etmeliydi.

Ruanda’yı ileride büyük felaketlere sürükleyecek etnik ayrıma dayalı yapının temelleri Almanya ve Belçika kolonisi olduğu dönemlerde atıldı. İnsanları sınıflandırmak ne Hutu ne de Tutsilerin bildiği bir şeydi, zira şimdiye kadar buna hiç ihtiyaçları olmamıştı. Daha önce kimse birbirini ‘Hutu’ veya ‘Tutsi’ olarak tanımlamadığı için kesinlikle bir sınıf ayrımı söz konusu değildi. Üstelik buradaki sosyolojik yapının çarkları gayet başarılı bir şekilde işliyordu. Ancak insanları maddi ve manevi olarak birbirinden uzaklaştıracak yeni kimlikler üretme geleneği, Batı sömürgesinin başarılı olduğu bir sahaydı. Ruanda’ya da getirdikleri bu sıkıntı yüzünden bir kısım halk güçlenirken diğerleri zayıfladı.

Üretilen bu kategoriler, yönetimi ele alan her grubun diğeri aleyhinde sürdürdüğü ırkçı yönetimin kaynağı oldu. Birbirini kardeş gören insanlar artık rakip olarak karşısındakini saf dışı bırakmaya çalışıyordu. Belçika sömürge yönetimi için önemli olansa çıkarlarının bozulmadan devam ettirilmesiydi. Bu yüzden bağımsızlık öncesi azınlık konumunda bulunan Tutsileri destekleyip onları sömürge idaresinde kullanmak için eğitirken Hutuları hiçbir imkândan faydalandırmamışlardı. Bağımsızlığa (1962) giden süreçte Hutular ciddi bir siyasi ivme yakalayınca Belçika, Hutuların sahip oldukları nüfus çoğunluğu yarın başlarını ağrıtmasın diye bu sefer onları desteklemeye başladı. Daha önceleri Tutsilere ayrıcalık tanınıp Hutular sosyal ve ekonomik hayatın dışına itilirken artık tam tersi olmuştu.

1 milyon insanın katledilmesine göz yumuldu

Birbiriyle akraba iki topluluktan birini diğerine boyun eğmeye zorlayan, hakkını arayanı ayrılıkçı olarak tanımlayıp onu bastırmak için her yolu mubah gören Belçikalılar, bağımsızlıktan sonra ise devleti idare eden Hutuların Tutsilere yaptıklarını görmezden gelmeye devam etti. Irkçılığın sürekli körüklendiği, devletin, kimlik kartlarına Hutu, Tutsi ibarelerini yazması gibi uygulamalardan da anlaşılmaktadır. Seneler öncesinden atılan ayrılıkçılık tohumları, yıllar geçtikçe etnik ve ırkçı politikalarla beslenmeye devam edince kaçınılmaz bir faciayı doğurdu. 1994 senesinde yaşanan tarihin belki de en büyük katliamı, sömürgenin hediye ettiği ayrımcılığın kaos ve şiddetle taçlanmış hali idi.

Hiçbir soykırıma seyirci kalamayacağını belirten ABD ve Fransa gibi ülkelerin gözü önünde çoğunluğu Tutsilerden olmak üzere bir kısım ılımlı Hutuların da içinde bulunduğu 1 milyona yakın insan 100 gün içinde vahşice katledildi. Ruanda’da askeri kuvvetlerini konuşlandıran Birleşmiş Milletler (BM) olayların önüne geçmek şöyle dursun, mevcut kadrolarını bölgeden çekerek insanları ölüme terk etti. Fransa, hem ölümlere engel olmaya çalışan Tutsi cephesine müdahalede bulunarak hem de kendi kontrolündeki bölgelerde yaşanan kıyımlara göz yumarak bu insanlık ayıbına katkı sağladı. Öyle ki son birkaç senede bir taraftan bazı Fransız yetkililer şahit oldukları olaylar hakkında itiraflarda bulunurken diğer yandan bu utançtan kaçamayan yetkililer, özür dilemeyi çok görseler de, yaptıklarının hata olduğunu kabul ettiler. Katolik Kilisesi de soykırımda oynadığı rol nedeniyle Ruandalılardan özür diledi ve Katolik Piskoposlar Konferansı tarafından yayımlanan bildiride kilise üyelerinin soykırımı planladığı, soykırım yapılmasına yardımcı olduğu kabul edildi. Hatta bunlardan bazıları mahkeme karşısına çıktı.

Müslümanların alnı ak

Bu soykırım öyle disiplinli bir şekilde gerçekleştirilmişti ki olaylara karışmayıp uzak durmak bile cinayeti işleyenlerin baskı ve karşı koymalarına sebep oluyordu. Yani Tutsi öldürmemek bir suç olarak görülüyordu. İşte bu durumda 'alnı ak' kalabilen tek grup Müslümanlardır. Onlar bu süreçte hiç tanımadıkları insanlardan dahi zulme uğrayanları himaye etmeyi başarmışlardır. Bazen kapısına gelen kişi kendi etnik sınıfından olmasa da onu ölüm çetelerinin eline bırakmamıştır. Günümüzde dahi soykırımcılardan kaçarken evine sığındığı Müslüman biri sayesinde hayatı kurtulan şahıslar bu hikayeleri anlatmaktadır.

Katliama maruz kalıp hayatta kalabilmeyi başaran birtakım Tutsiler canlarını Müslümanlara borçludur. Tutsiler her yerde avlanırcasına öldürülürken ve soykırımı yapan Hutular her yeri kuşatmışken Müslüman Hutular katillerle iş birliği yapmamış, etnik bağlardan ziyade dini ve insani hassasiyetlerle Tutsileri himaye etmiştir. Dahası, Müslümanlar soykırımın pençesinden kurtulmaya çalışan Ruandalıları rastgele değil, bilinçli ve kolektif bir biçimde korumuştur. Bu süreçte Müslüman değilken bile camide ölen hiç kimse yoktur. Hiçbir Müslüman da katliamlara katılmamıştır.

Ruanda’da İslam

Müslümanların bu iradeli ve sağduyulu duruşu günümüzde pek çok Ruandalının vicdanına sesleniyor. Bu yüzden İslamiyet Ruanda’da en hızlı yayılan din konumunda. Ağırlıklı olarak Hristiyanların yaşadığı Ruanda’da azınlık olan Müslümanlar eskiye nazaran daha huzurlu yaşarken, etnik ve ayrımcı unsurlardan kaçmaya çalışan halk, İslam’ın merhamet ve barış şemsiyesinde kendisine yer buldu. Bu bağlamda İslam’ın ve Müslüman halkın uzun bir süre ihmal edildiği Ruanda’da son zamanlarda hızlı bir dönüşüm yaşanıyor.

Aslında İslamiyet buraya daha evvel, yani sömürgenin geldiği 19. yüzyılın sonlarından çok önce, Müslüman tüccarlar vasıtasıyla ulaşmıştı. Batı sömürgeciliği döneminde koloni idaresinin çeşitli kademelerinde çalıştıracak işgücü oluşturmak maksadıyla sadece belli bir kesimin eğitimine odaklanan müstemlekeciler, diğer kesimin eğitimleri de dahil olmak üzere hep Katolik misyon okullarının desteğiyle öğretim faaliyetleri yürüttüler. Şu anda Ruanda halkının çoğunun Hristiyan olmasında işte bu sömürge dönemindeki misyoner çalışmaları etkili olmuştur.

Ruanda İstatistik Kurumu gibi resmi makamların 2012 yılı için verdiği rakamlar yüzde 3-4 civarında Müslüman nüfusa işaret ediyor. Halbuki bundan başka ve Müslüman nüfusu daha fazla gösteren veriler de var. Zira soykırımdan sonra Müslümanların sayısının soykırım öncesine göre 3-4 kat arttığı görülmüştür. Özellikle 1994 katliamından sonra İslam’a ciddi bir yöneliş olmasıyla bu oranın yüzde 15’ten bile fazla olduğu açık bir şekilde dile getiriliyor.

Şu an bölgedeki Müslüman önderler 300-500 bin bandındaki sayının oldukça üstünde, 1 milyondan fazla (2 milyona yakın) İslam nüfusundan bahsediyorlar. Soykırımda öldürülenlerden bir kısmı Müslüman olsa da onlara göre 500 bin rakamı, katliamdan önceki toplamı gösteriyor. O zamandan beri yüz binlerce Ruandalı İslam’ı seçmiş bulunuyor. Müslüman olanların isimleri değişse de nüfusta eski adlarının durması nedeniyle gerçek sayının resmi rakamların çok üstünde olduğu düşünülmekte. Bu aynı zamanda rakama netlik kazandırılamamasının da sebeplerinden biri. Verilen rakamlar arasında gözle görülür farklar olsa da İslam’ın Ruanda’da en hızlı yayılan din olduğu bir gerçektir. Öyle ki uluslararası kuruluşların hazırladığı raporlara göre yayılma hızının yüzde 90’lara ulaştığı tahmin ediliyor. Kiliseye mensup kişilerin yüzler ve binlerle ifade edilen rakamlarla kitleler halinde İslam’ı seçtikleri belirtilirken yakın bir gelecekte Ruanda nüfusunun yarısının Müslüman olacağı şimdiden dillendiriliyor. Bir üst kimlik arayışında olan Ruanda halkında böyle bir talebin oluşması son derece normal. Çünkü etnik tansiyonun yatıştırılmasında ciddi bir gayret sarf edenler hâlâ Müslümanlar. Batılı hükümetler ise büyüyen bu ilgiden oldukça endişeli.

İslami eğitim imkânları çok yetersiz

Ruanda genelindeki mescitlerin adedi 2000’li yılların başında önceki on yıla göre iki kat arttı. Soykırımla bağlantılı olarak bu noktada Ruandalı Müslümanların haklı bir gururları söz konusu, zira buna vesile olan Müslümanların tarafsız ve merhametli tavrı oldu. Üstelik daha sonra İslam’ı seçen pek çok Ruandalı, katliam sırasında her yerde ölümler gerçekleşirken en güvenli yerlerin Müslüman komşuları olduğunu dile getiriyor ve hâlihazırda birlikte, yan yana yaşamaya devam ediyorlar.

Lakin, kendilerini daha çok sorumluluğun beklediği Ruandalı Müslümanların ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyor. Müslümanların eğitim verebildikleri orta öğretim düzeyinde okulları bulunmakla birlikte sınırlı sayıdaki İslami merkez ve eğitim kurumlarının yetersizliğinden herkes şikayetçi. Müslüman önderler İslam’ı seçen çok fazla insan olduğunu, ancak onlara bir ay kadar eğitim verebildiklerini ve bu yüzden hızlarına yetişemediklerini, yeterli imkân ve yerleri olmadığı için ormanlık alanda ağaçların altında dini anlattıklarını ifade ediyorlar. Kapasitenin ve hizmetlerin artırılması gerektiği için bu noktada İslam ülkelerinin desteğine ihtiyaç var.

İlk Müslüman bakan, ilk parti

1994 yılından sonra Ruanda devlet başkanı, ülke tarihinde ilk kez Müslüman bir bakan atayarak daha önce hiçbir devlet kurumunda resmi görev verilmeyen Müslümanların siyasi temsilini en üst düzeye çıkardı. Ayrıca Ramazan bayramı, resmî tatiller arasına girmiş durumda. Daha önceki yıllarda hep dışlanmış ve haklarından mahrum bırakılmış bir azınlık olan Müslümanlara artık saygıyla bakılıyor. Ruandalı Müslümanlar barışçıl mesajları ve etnik çatışmalara karşı geliştirdikleri kardeşlik prensibiyle Ruanda’nın geleceğinde çok önemli bir rol oynayacak olgunlukta olduklarını ispatladılar.

Günümüzde Ruandalı Müslümanların siyasi olarak İdeal Demokratik Parti adıyla bilinen bir partileri mevcut. Ancak farklı toplum kesimlerini bir araya getirse de bu partinin henüz etkin bir gücü bulunmuyor. Ülkede bütün Müslümanları temsilen bağımsızlıktan iki sene sonra 1964’te kurulan Ruanda Müslümanları Birliği adıyla bir örgüt bulunuyor. Kurum 2012’den beri müftü seçimi-tayini gibi bazı görev ve yetkilerini Ruanda Yüksek İslam Konseyi ile paylaşmakta. Yetersiz kalmakla birlikte müftülük bünyesinde yaklaşık 600 cami, 600 Kur’an Kursu, 12 lise ve 7 ilkokul eğitim veriyor.

Ruanda’da İslam’ın yükselişi istikrarlı bir şekilde sürüyor. Ülkeye dini manada yapılacak katkıların İslam’ın ve Müslümanların buradaki durumuna daha büyük bir ivme kazandırması işten bile değil. Ruanda’da İslam’ı harikulade fırsatlar ve parlak bir gelecek bekliyor.

[Yazar Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi bölümünde araştırma görevlisidir]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın